İktisadi Ekol ve İktisad Bilimi(2.Bölüm)
Ricardo, hükümet gibi yüksek bir otorite belirlemedikçe ücretlerin daima eşit olmaya doğru yahut işçilerin asgari geçim düzeylerinden dah az bir seviyeye yöneleceğini savunur. Ücretler seyrek olarak yükselirse de bu yükseliş geçici olup çok yakında tekrar eski seviyesine inecektir.
Ricardo, teorisini açıklarken şunu söylemektedir; şayet işçilerin ücretleri minimum geçim düzeyini aşarsa bu gelişmeyi müteakiben onların ekonomik konumlan gelişme gösterecek, sonra da bu işçiler evlenmeye yönelecekler ve daha çok çocuk yapacaklar. Böylece de emeğin fiyatı olan ücretler, diğer malların fiyatlarında olduğu gibi serbest piyasada arz ve talep kanunlarına göre belirlenecektir. Eğer işçilerin arzı artarsa, ücretleri azalacaktır. Her ne zaman ücretler asgari geçim düzeyini geçerse, doğal faktörler ön plana çıkacak ve onları durması gereken seviyeye tekrar indirecektir. Benzer şekilde eğer ücretler kendi normal seviyelerinin altına düşerse, işçiler ölüm oranlarındaki artış yüzünden azalacaktır. Her ne zaman olursa olsun bir malın arzı azalınca onun fiyatı yükselir.
Ricardo, teorisini; "Ücretlerde Demir Kanunu" diye isimlendiriliyor.
Kanununda Ricardo, serbest piyasayı temel alarak varlığını kuran dışsal olguyu anlatır ve ücretlerin belirli sınırlar içinde kararlı durumda kalmasını sağlayan, aşağı yukarı değişimlerini önleyen doğal ve özel faktörleri açıklar.
O, piyasada neyin gerçekleşeceği sorusunu cevaplar. Ne yapılmalı? Gibi bir soru ile ilgilenmez. Böylece onun tartışması, iktisat biliminin limitleri dışına taşmaz. Son hedefi gerçek ekonomik yönelimleri ve bu yönelimleri manipüle eden kanunları keşfetmektedir.
Fakat bir iktisadi ekol, ücretler sorununa eğildiği zaman, serbest piyasada şu an gerçekleşmekte olanları tartışmak istemez. Öte yandan kendi adalet kavramı çerçevesinde piyasayı organize edebilecek bir metot bulmaya çalışır. Ücretler bazındaki tartışması, ekonomik özgürlük prensiplerinin ücretlerde ekolün adalet kavramına göre belirleyici temelin olabilmesine uygun mudur, değilimdir? Meselesidir.
Şu ana kadar anlatılanlardan açıkça anlaşılmıştır ki iktisadî bir ekol, kendi adalet kavramı doğrultusunda piyasasının organizesi için neyin temel alınacağının izahını arar. Diğer yandan iktisat bilimi halen organize edilmiş mevcut piyasa üzerinde, örnek olarak serbest ekonomi bağlamında, onun ne olduğunu belirlemek amacıyla fiyat ve ücretlerin nasıl determine edildiğini ve hangi durumlarda alçalma ve yükselme gösterdiklerini araştırır.
İşte "Bilim keşfeder, ekol ise değerlendirir!" dediğimizde kastedilen şey budur.
Bu örneği, bir yönüyle iktisat bilimindeki tartışmaların, diğer yönüyle bir iktisadî ekolün çalışmalarının parçası olan ekonomik üretim faktörü konusundan alıyoruz. Bu ikisi arasındaki farkı yine bu meselede de gün ışığına çıkarmak istiyoruz. İktisat bilimi, iş bölümü ve uzmanlaşmanın fonksiyonları gibi iktisadî ilerlemeye katkısı olan araçların ve görüşlerin tümü üzerinde çalışır.
Örnek olarak, saat üreten iki firmayı karşılaştıralım. Her biri kendi kadrosunda 10 işçiye sahip olsun. Firmaların birinde, her işçi bir saatin komple üretiminden sorumludur. Öteki firmada ise fonksiyonlar bölünmüş ve her işçi, saatin son üretim şekline katkıda bulunan ihtisası bir fonksiyonu icra etmek üzere görevlendirilmiştir; burada işçi, diğerlerinin fonksiyonlarına katılmaksızın devamlı aynı görevi tekrarlar durur.
Bu iki firmanın ekonomilerinin bilimsel tartışması, onların farklı metotlarını dikkate alarak bu metotların üretim ve emek üzerindeki etkilerini keşfetmekten ibarettir.
İktisat bilimi, iktisadî üretim ile alakalı bütün doğal kanunlar üzerinde çalışır. Mesela "Azalan Verimler Kanunu", şunu açıklar: Bir arazinin ekiminde kullanılan emek ve sermayedeki bir artış, genelde tarım tekniğindeki bir gelişmenin getireceği üretim artışından daha az bir miktarı gerçekleştirebilir.
Sınırları belli bir araziye, bir ünite fazla emek ve sermaye eklenmesi bir önceki ünitenin getirdiği verimi sağlamaz. Örnek olarak, ilk ünite 20 ton üretiyorsa, ikinci ünite bundan daha az üretecektir. Her fazla bir ünite emek ve sermaye eklenişinde ek verim, sıfıra (0) ulaşıncaya kadar azalmaya devam edecektir. Sebep ise üretimin temel faktörü olan arazi artmadığı, sınırlı kaldığı sürece verimsel eğilim sarf edilen oranda yükselmeyecektir.
İktisat bilimi, bütün bu hususlar üzerinde çalışır. Çünkü ekonomik alanda neler olduğuna dair gerçekleri keşfetmek ve üretimi etkileyen bütün faktörlere ışık tutmak onun fonksiyonudur.
Fakat iktisadî ekol, sadece şu soruları göz önünde bulundurur: "Üretim, serbest mi olmalı? Yoksa devlet tarafından kontrol mü edilmeli? Üretimin artırılması mı temel bir hedef kabul edilmeli, yoksa daha büyük ve yüksek bir hedefi gerçekleştirmenin vasıtası üretim mi olmalı?"
Şayet üretim artırımı, sadece daha yüksek bir hedefe ulaşmanın bir vasıtası ise bu en son hedefin tabiatını belirleyici sınırlar nelerdir?
Üretim, dağıtım temeli üzerine mi oturmalı, yoksa bunun tam tersi mi? Bu ikisinden hangisi diğerinin çıkarlarını korumak kaygısıyla organize edilmeli?
Servet dağılımı, üretimle ahenk içinde olmalı mı? Üretim çıkarları mı dağıtım politikasının temeli sayılmalı? Gerekliyse, yasama bile üretimi arttırmak amacıyla, sermayeyi çoğaltmak için gerekli ticarî borçları kapsayan faizi organize ederek kullanılmalı mı?
Servet dağılımı, adaletin ihtiyaçlarına cevap verir şekilde mi düzenlenmeli ve üretim artışı için lazım olan araç ve metotlar bu ihtiyaçlara mı hizmet etmeli?
Bütün bu çalışmalar, iktisadî bir ekolün sahasında sürdürülür, iktisat biliminin altında değil.
İktisadi Ekol ve İktisad Bilimi(1.Bölüm)
İslami Ekonomi Anlamı(1.Bölüm)