Nehcul Belağanın Lafızlarına İstinad Edilebilir mi?
Bilindiği gibi Nehc'ul Belağa Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)'ın hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali (a.s)'ın mektup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve bizzat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ezberlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehc'ul Belağa'nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minberin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise duyan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifadeler beyan etmişler ve yazmışlardır.”
Bu cevapta bir çok yönden kabul edilemez konumdadır.
Birinci olarak daha öncede belirttiğimiz gibi Nehc'ul Belağa fesahat ve belagat açısından bilginlerin ve edebiyatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehc'ul Belağa'nın beşer sözünün üstünde, Allah'ın sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belagat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan anlamsız karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehc'ul Belağa'nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse o halde Ali'yi değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belagat açısından övmek gerekir.
İkinci olarak, Nehc'ul Belağa'da yer alan uzun hutbelerin bir benzerini Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve rivayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri özellikle de büyük fakihler Nehc'ul Belağa'nın lafız ve ibaretlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehc'ul Belağa'nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özelliklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin falan kelime kullanılmış olsaydı şu ayıpları taşırdı.” Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.
4- Ayrıca Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şairlerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir yazıya dökülmeksizin beyan edilmiştir. Örneğin, Hasan b. Sabit'in Gadir-i Hum'da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa'd, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimselerden oldukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmeksizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şuanda da edebiyat ve tarih kitaplarında kayıtlıdır.
Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hususunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ezberliyorlardı ya da bu şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşmasından sonra birbirlerine ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye ölçüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehc'ul Belağa'daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları değiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir kelimesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali (a.s)'ın Garra adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almıştır. “O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasarlanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra rahimde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, ergenlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu belleten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz verildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülüklerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”
Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselerin olmasına imkan vermez. Zira fesahat ve belagat dahilerinin kitaplarında bile böylesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştirilmesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyulabilir veya “müzdeciren” kelimesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızların olduğu gibi İmam Ali (a.s)'ın mübarek ağzından çıkan kelimeler olduğunu kabul etmek zorundayız
Nehc'ül Belâğa Bir Şaheserdir NEHC'ÜL-BELÂĞA VE ŞİÎ DÜŞÜNCE
Nehcü’l Belağa’nın Şerhleri
ASRIMIZ AYNASINDA NEHC’UL BELAĞA
İMAM ALİ B. EBU TALİB'İN İLMÎ MİRASI
SEYYİD RAZÎ VE NEHC'ÜL-BELÂĞA