Nehc'ül Belâğa Bir Şaheserdir
Hz. Ali"nin (a.s) "Nehc"ül-Belâğa" diye elimizde bulunan sözlerinin belirgin özelliklerinden biri, belli bir alanla sınırlı olmayıp çeşitli konuları kapsayışıdır. Ali (a.s) kendi tabirince sadece bir alanda at koşturmamış, çeşitli alanlarda ve hatta bazen birbirine zıt olan alanlarda beyanı en üst dereceye ulaştırmıştır. Nehc"ül-Belâğa bir şaheserdir; fakat sadece bir alanda değil, meselâ sadece vaaz, nasihat, hamaset, aşk ve gazel veya övme, yerme vb. değil, ileride açıklayacağımız üzere çeşitli alanlarda bir şaheserdir.
Sadece bir alanda bile olsa harika söz ve kelâm, çok olmayıp parmakla sayılır kadar azdır; ancak yine de vardır. Çeşitli alanlarda harika değil de normal seviyede söylenmiş sözler çoktur; fakat çeşitli alanlarda harika olan söz sadece ve sadece Nehc"ül-Belâğa"ya ait bir özelliktir.
Elbette Kur"ân-ı Kerim"in durumu farklıdır, ondan bahsetmek istemiyoruz. Kur"ân dışında hangi şaheser Nehc"ül-Belâğa gibi farklı boyutlara sahiptir?!
Söz ruhun temsilcisidir; herkesin sözü, söyleyenin ruhunun ait olduğu dünyaya aittir. Doğal olarak çeşitli dünyalara ait olan bir söz, tek bir dünyayla sınırlı olmayan bir ruhun nişanesi ve habercisidir. Hz. Ali"nin (a.s) ruhu belli bir dünyaya ait değildir, bütün dünyalarda vardır (ve ariflerin tabiriyle "insan-ı kâmil, kevn-i cami=kapsamlı varlık, cami-i hazarat=bütün derecelere sahip olan" insandır.) Onun sözü de belli bir dünyayla sınırlı değildir.
Hz. Ali"nin (a.s) sözlerinin özelliklerinden birisi bugünkü tabirle tek boyutlu değil, çok boyutlu oluşudur.
Hz. Ali"nin (a.s) sözlerinin ve ruhunun bütün boyutları kapsayışı yeni keşfedilmiş bir olay değildir; aksine bundan bin yıl önce yaşayan insanları şaşırtan bir olaydır. Bundan bin yıl önce yaşamış olan Seyyid Razî bunun farkına vararak hayranı olmuş ve şöyle demiştir:
"İmam Ali"nin (a.s) sadece kendine has olan ve hiç kimsenin kendisiyle ortak olmadığı insanı şaşırtan özelliklerinden biri şudur: İnsan o hazretin takva, öğüt ve nasihat gibi sözlerinin üzerinde düşündüğünde, bu sözleri söyleyenin yüce toplumsal bir kişiliğe sahip, emri her yerde geçerli ve asrının tek hakimi olduğunu, geçici olarak unutursa, bu sözleri söyleyenin takva ve çekinmeden başka bir şey düşünmediği, ibadet ve zikirden başka bir işi olmadığı, evinin bir köşesini veya bir dağın eteğini seçerek inzivaya çekildiği, kendi sesinden başka bir ses duymadığı, kendisinden başka kimseyi görmediği, toplum ve insanlar arasındaki kargaşadan habersiz olduğu konusunda asla şüphe etmez. Hiç kimse takva, öğüt ve nasihatle ilgili olarak bu kadar dalgalar yaratan ve böylesine yücelen sözlerin savaş meydanında düşmanın kalbine kadar ilerleyen, kılıcı havada düşmanın başına inmeye hazır olan ve kahramanları yere seren, kılıcından kan damlayan buna rağmen böyle bir kişinin zahitlerin en zahidi ve abitlerin en abidi olan birisinin sözleri olduğuna inanmaz."
Seyyid Razî der ki:
"Ben bunu arkadaşlarla her fırsatta söz konusu eder, böylece onların hayran kalmalarına sebep olurum."
Şeyh Muhammed Abduh da Nehc"ül-Belâğa"nın bu boyutunun etkisi altında kalmıştır. Nehc"ül-Belâğa"da perdelerin değişimi ve okuyucuların çeşitli âlemlere yönlendirilmesi onun dikkatini her şeyden daha fazla çekmiş, onu daha fazla hayrete düşürmüştür; nitekim Nehc"ül-Belâğa"ya yazdığı şerhin mukaddimesinde bu hususa değinmiştir.
Hz. Ali"nin (a.s) sözlerinin hayret verici boyutları bir yana, genel olarak o hazretin ruhu, geniş kapsamlı ve çok yönlü, çok boyutlu bir ruhtur ve daima bu sıfatla övülmüştür. O adaletli bir yönetici, geceyi ibadetle geçiren bir abit, ibadet mihrabında gözü yaşlı, savaş meydanında güler yüzlü, tavizsiz bir asker, şefkatli ve yumuşak kalpli bir idareci, derin düşünceli bir filozof ve liyakatli bir komutandır. O hem öğretmendir, hem hatip; hem kadıdır, hem müftüdür; hem çiftçidir, hem de yazar. O, mükemmel bir insan olup beşeriyetin bütün manevî dünyasına ihata etmiştir.
Hicrî sekizinci yüzyılda vefat eden Safiyyuddin Hillî onun hakkında şöyle der:
"Cumiat fî sifâtik"el azdâdu
ve li-hâzâ azzet leke"l endâdu
Zâhid"un hâkim"un halîm"un şucâ"u
Fâtik"un nâsik"un fakîr"un cevâdu
Şiyem"un mâ cumi"ne fî beşer"in kattu
Ve lâ hâze mislehunne"l ibâdu
Huluk"un yuhcilu"n nesîme min"el lutfi
Ve be"sun yezûbu minhu"l cemâdu
Celle manâke en tuhîta bihi
eş-Şi"ru ve yuhsî sıfâteke" nakkadu."
("Sıfatlarında toplandı zıtlar bir araya / İşte bu yüzden nadirdir emsalin; her kes sana benzemeye.
Zahit, hakim, sabırlı ve cesursun / cür"etli, cömert, Al-lah"a itaat eden ve fakirsin.
Böyle sıfatlar kimsede gelmedi bir araya / benzerini kullar bir araya getiremeye
Nesim utanır o sıfatların inceliğinden / taşlar ise erir onun sertliğinden.
Daha yücesin sen! Şiir olup methedilmekten / kaleme dökülüp gözlemlenmekten.")
Bütün bunlar bir yana, Hz. Ali"nin (a.s) maneviyattan bunca bahsetmekle birlikte fesahati kemâl zirvesine ulaştırmış olması, dikkat çeken ayrı bir ilginç noktadır. İmam Ali (a.s), hitabet için açık alanlar olan şarap, sevgili, başkalarına karşı övünme vb. konulardan bahsetmemiştir.
Ayrıca o, sözü, söz söylemek için veya konuşma sanatı yeteneğini ortaya koymak için söylememiştir. Söz onun için bir araçtı, hedef değil; o, bu vesileyle arkasında bir sanat eseri ve bir edebiyat harikası bırakmak da istemiyordu. Dahası, onun sözleri kapsamlıdır, zaman, mekan ve belli kişilerle sınırlı değildir; onun muhatabı "insan"dır. İşte bu yüzden sınır ve zaman tanımamaktadır. Hâlbuki bunlar konuşan kişiye alanı daraltır, onu bazı bağlarla sınırlı tutar.
Kur"ân-ı Kerim"in lafız bakımından icazının önemli yönlerinden biri, ortaya koyduğu muhteva ve konularının bütünü o sırada yaygın olan konulara ters düşmesine, yepyeni bir edebiyatın başlangıcı olarak başka bir dünyadan haber vermesine rağmen güzellik ve fesahatinin de icaz haddinde olmasıdır. Nehc"ül-Belâğa başka açılardan olduğu gibi, bu boyutuyla da Kur"ân"dan etkilenmiş ve gerçekte Kur"ân"ın evladıdır.
SEYİT RAZİ’NİN ŞAHSİYETİNE KISA BİR BAKIŞ
NEHC’ÜL-BALAĞA’DA HİTABETİN ROLÜ
NEHC'ÜL-BELÂĞA VE ŞİÎ DÜŞÜNCE
Nehcü’l Belağa’nın Şerhleri