SEYİT RAZİ’NİN ŞAHSİYETİNE KISA BİR BAKIŞ
Hüseyin bin Musa Alevi'nin ikinci oğlu olan Muhammed b. Hüseyin Musevi Bağdadi, Seyit Razi adıyla tanınmaktadır Hüseyin b. Musa Alevi'nin ikinci oğludur. Seyit Razi hem anne ve hem de baba tarafından Peygamber (s.a.a)'in soyundan gelmektedir. Babası Hüseyin b. Musa, zamanının ünlü şahsiyetlerindendi Ebu Talip soyundan gelen Hüseyin bin Musa Alevi Abbasi halifelerinin özel ilgisini kazanan bir kimseydi. Ülkenin bir çok problemlerini kendi tedbir ve idareciliğiyle çözümlüyordu. H. 403 yılında Bağdat'da vefat etmiş ve orada defn edilmiştir.
Seyit Razi'nin annesi ise Fatıma Hanım, Bağdat alevilerinin başkanı olan Hüseyin b. Ahmed alevinin kızı ve Nasır-i Kebir diye bilinen Hasan b. Ali Alevi'nin torunudur. Nasır-i Kebir ilim ve cihat ehliydi. Allah yolunda yaptığı cihat sebebiyle Gilan ve Mazenderan halkının bir çoğu Müslüman oldu. Orada bir çok cami yaptı ve İslam'ın yayılması için çalışmalarda bulundu. Nasir-i Kebir H. 301 yılında Mazenderan'a girdi Bağdat halifelerinin uşağı olan Saman Emirleriyle savaştı. Onları Mazenderen'dan çıkararak burada Şia mezhebini yaydı. H. 303 veya 304 yılında İran'ın Amul şehrinde vefat etti ve orada defnedildi. Nasır-i Kebir ayrıca fıkıh, kelam ve hadis ilimlerinde de bir çok kitap yazmıştır. Örneğin; fıkıh dalında yazdığı Sed Mesele (yüz mesele) kitabını zikredebiliriz. Torunu ve aynı zamanda Seyit Razi'nin büyük kardeşi olan Seyit Murteza'da bu kitabı şerhetmiş ve son zamanlarda basıldığı şekliyle Mesail-i Nasiriyat diye adlandırmıştır. Seyit Razi'nin annesi Fatıma asrındaki büyük faziletli kadınlardan biri sayılmaktaydı. Büyük Şia alimlerinden Şeyh Müfid de kadınlara özgü bilinmesi gereken konuların yer aldığı Ahkam'un-Nisa kitabını onun isteği üzere yazmıştır.
İbn-i Ebi'l-Hadid-i Mutezili Şerh-u Nehc'ul-Belağa kitabının en sonunda şöyle yazmaktadır: Tarihçilerin yazdığına göre Şeyh Müfid bir gün rüyasında Hz. Fatıma'yı gördü. Hz. Fatıma oğulları Hasan ve Hüseyin (a.s)'ın elinden tutarak yanına getirdi. Selam verdikten sonra şöyle dedi: Ey Şeyh bunlar benim çocuklarımdır, onlara fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğret. Şeyh Müfid uykudan uyandı ve bu ilginç rüyanın ne anlama geldiğini düşündü. Ertesi gün her zamanki gibi Bağdat'da Şiilerin oturduğu Kerh mahallesindeki camide ders verirken aniden vakarlı bir kadının iki çocuğunun elinden tutarak camiye girdiğini gördü. Kadın selam vererek şöyle dedi: Ey Şeyh bu ikisi benim çocuklarımdır, onlara fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğret. Bu vakarlı kadın şeyh Müfid'in rüya aleminde gördükleri sözlerin aynısını ifade etmişti. O kadın Hasan b. Musa Alevi'nin eşi Fatıma idi. Çocukları Seyit Murteza ve Seyit Razi'yi Şeyh Müfid'in yanına getirmiş ve kendilerine fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğretmesini istemişti.
Şeyh Müfid o rüya ve bu tabir karşısında şaşkınlığa düşmüş, ağlamıştı. O kadına ve iki çocuğa saygı göstererek yerinden kalktı onları selamladı ve kendilerine gördüğü rüyasını anlattı. Ardından büyük bir arzu ve ihlas ile o iki çocuğu terbiye görevini üstlendi. Onların yüksek ilmi ve ameli makamlara ulaşması hususunda büyük bir çaba harcadı. Böylece o iki kardeş zamanının büyük alimlerinden ve dahilerinden sayıldılar. Annesi Fatıma H. 385 yılında vefat ettiğinde Seyit Razi 26 yaşındaydı. Seyit Razi gam ve hüzün dolu bir şiirinde onun hakkında şöyle demiştir: Bütün anneler senin gibi iyi olsaydı çocukların babaya ihtiyacı kalmazdı.
Büyük kardeşi Alem'ul-Hüda Seyit Murteza Ali b. Hüseyin b. Musevi H. 355 yılında Bağdat'ta dünyaya geldi. Şeyh Müfit ve diğer büyük alimlerden ders aldı. Böylece Şia ve hatta kendi asrındaki alimlerin en büyüğü, mütekellimi ve fakihi oldu.
Seyit Murteza akli ve nakli ilimlerde, fıkıh, usul, kelam, tefsir, hadis, şiir ve edebiyat dalında çok çeşitli kitaplar kaleme almıştır. Şeyh Tusi gibi bir çok büyük insan yetiştirmiştir. Aynı zamanda da büyük bir şairdi ve şiir divanı iki cilt halinde basılıp yayınlanmıştır. Seyit Murteza H. 436 yılında Bağdat'ta vefat etti. Özetle Seyit Razi'nin ailesi İmamiye Şiasının dini ve ilmi büyük ailelerinden biri olmuştur. Soyu baba tarafından beş göbekten İmam Musa Kazım (a.s)'a ve anne tarafından ise dört göbekten İmam Zeynul Abidin (a.s)'a ulaşmaktadır.
Seyit Razi
Seyit Razi diye meşhur olan Muhammed Hüseyin Musevi Bağdadi, Seyit Murtaza'nın doğumundan dört yıl sonra H. 359 yılında gözlerini dünyaya açtı.
Seyit Razi kendi asrının şairlerinden sayılıyordu. Görüş sahipleri onu Ebu Talib soyunun en büyük şairi kabul etmişlerdir. Seyit Razi dini ilimlerde bir çok kitaplar ve nefis eserler kaleme almıştır. En meşhur eserlerinden biri olan Nehc'ul Belağa tarihe geçmiş, ebedileşmiştir.
Seyit Razi Şii Ali Buye ve Abbasi halifeleri tarafından zamanında büyük bir makam sayılan Seyit ve Alevilerin başkanlığına tayin edilmişti. Aynı zamanda adliye başkanlığına getirilmiş ve bütün İslam dünyasından gelen hacıların başkanlığını üstlenmiştir. Bütün bu makamlar akıl ve tedbirinin yanı sıra İslami ilimlerde de büyük bir üne sahip olan bu alimin sorumluğuna verilmişti. Seyit Razi'nin vefatından sonra bu makamlar büyük kardeşi Seyit Murtaza'ya verilmiştir.
Seyit Razi Dar'ul İlm diye bilinen bir okul kurarak, öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, onlara aylık veriyordu. Büyük bir kütüphane kurmuş ve tam donanımlı bir anbar tesis edip talebelerin her birine birer anahtar vermişti. İsteyen herkes anbara gidiyor ve istediği her şeyi oradan alıyordu. Dar'ul İlm medresesinin anbar sorumluluğunu ise coğrafya ilminde büyük bir üne sahip olan Ebu Ahmet Abdusselam b. Hüseyin Basri'ye vermişti ama, herkese anbardan istediğini alma hakkını da tanımıştı. Dar'ul İlm medresesi Seyit Razi'den sonra bu kuruluş kardeşi Seyit Murteza tarafından idare edildi. Seyit Razi'nin tesis ettiği Dar'ul İlm medresesi, Hace Nizam'ul Mülk Tusi tarafından tesis edilen Nizamiye medreselerinden yüz yıl önce tesis edilmiştir. Sonunda Seyit Razi bütün bu kıvanç dolu hayat ve üstünlüklerden sonra çok çabuk gelen ölüme yenik düştü ve 47 yaşında H. 408 yılında Bağdat'ta vefat etti.
Salebi Yetimet'ud- Dehr kitabında şöyle yazmıştır: Şerif Razi on yaşında şiir söylemeye başladı. Bugün de asrının en büyük şairi, Irak'ın ileri gelenlerinin en soylusu, hasep ve nesebi bulunan şerafet sahibi birisi, üstün bir edep apaçık bir fazilet ve bütün güzellikleri haiz biridir.
Seyit Razi'yi gençlik yıllarında gören Hatibi Bağdadi Tarih-i Bağdat adlı kitabında çeşitli yerlerde onun adını zikretmektedir. Örneğin vefat yılında (408) şöyle demiştir. Seyit Razi büyük bir fazilet, edep ve ilim sahibiydi. Ahmet b. Amr b. Ruh şöyle nakletmiştir: Seyit Razi çocukluk yıllarında Kur'an'ı öğrendi çok kısa bir sürede Kur'an'ı hıfzetti.Sözlerine şöyle devam ediyordu: Seyit Razi Kur'an'ın anlamı hususunda çok az bulunur eşşiz kitaplar yazmıştır.
H. 598 yılında vefat eden İbn-i Cevzi'de Tarih'ul-Muntezem adlı kitabında detaylı bir şekilde Seyit Razi'yi anmakta ve büyük şahsiyetini överek şöyle demektedir: Seyit Razi fıkıh ilmi ve dini farizeler hususunda büyük bir makama sahipti. Seyit Razi fazilet sahibi bir bilgin, yazar, şair, temiz bir ruh sahibi, yüce bir himmet ehli ve dinine çok sıkı bağlı bir insandı.
İbn-i Ebil-Hadid ise Şerh-u Nehc'ul-Belağa adlı kitabının önsözünde şöyle demektedir: Seyit Razi edip bir bilgin ve söz ehli bir şairdi. Şiirleri oldukça bu güzel uyumlu ve hoştu. Hiç kimseden ödül kabul etmezdi. Hatta babasının ödülünü bile almamıştı. Bu da onun ruh şerafetini göstermeye yeterlidir. Al-i Buye sultanları kendisine her ne kadar hediye vermek istediyse de o asla kabul etmedi.
Seyit Razi ve Ebu İshak Sabi
Ebu İshak Sabi Seyit Razi'nin çağdaşı olan güçlü bir yazardı. Saltanatın bütün önemli mektupları onun kalemiyle yazılıyordu. Aynı zamanda da büyük bir şairdi. Seyit Razi ile dost olmuş ve aralarında karşılıklı olarak çeşitli mektup ve kasideler yazmışlardır. Sa'lebi ise Seyit Razi ve Sabi arasında karşılıklı yazılan ilmi ve edebi mektupları tam üç cilt halinde bir araya gelmiştir.
Ebu İshak H. 384 yılında 91 yılında vefat ederken Seyit Razi onun mateminde yazılmış olduğu kaside bir darb-ı mesel haline gelmiştir.
Şu tabutlarda kimi götürdüklerini bildin mi?
Gördün mü nasıl da meclis ışıkları sönüverdi?
Bağdat Şiileri Seyit Razi'yi kınayarak neden onun gibi kafir biri hakkında böylesine kaside yazdığını sordular. Seyit Razi onlara şöyle cevap verdi: Ben onun fazilet ve kemalini övdüm bedenini değil.
Seyit Razi o zamanlar henüz 25 yaşındaydı. Bu da onun üstün zekasını ve nitelendirilmesi zor duygularını göstermektedir. O genç yaşında Ebu İshak gibi yaşlı biriyle yazışıyor, Müslümanların başkanı olduğu halde Müslüman olmayan birini ilim ve fazileti sebebiyle övüyor, vefatından dolayı büyük bir üzüntü duyuyordu.
Ebu İshak Kur'an-ı ezberlemiş ve yazışmalarında Kur'an ayetlerine yer veren biriydi. Seyit Razi 7 yıl sonra H. 393 yılında bir grup ile birlikte Bağdat Şunize mezarlığından geçerken gözü Ebu İshak'ın mezarına ilişti ve ona hitaben şu kasideyi okudu:
Eğer yanımdakiler senin yanında durmamı kınamasalardı
Yüksek bir sesle mezarını selamlardım ey Ebu İshak
Seyit Razi ve Abbasi Halifeleri
Abbasi Halifeleri de Emevi Halifeleri gibi İslami hilafeti gasb etmiş kimselerdi. Onların çoğu hilafeti ele geçirdikten sonra Ehl-i Beyt ve Seyyitlere karşı düşmanlık hususunda Emevilerden de kötü idi. Elbette onlardan bir kaçını istisna olarak kabul etmek etmek gerekir. Seyit Razi zamanında yaşayan Ettayilillah ve Elkaimbillah adlı iki halife bu istisna halifelerden idi.
Seyit Murtaza ve Seyit Razi'nin bu halife ile araları oldukça iyiydi. Ayrıca bu halifeler Haşimi soyundan idiler ve Alevi Seyyitler ile kendilerini aynı soydan kabul ediyorlardı. Hilafet sarayını eline geçiren Şii Al-i Buye sultanlarının sultası sebebiyle de bu ilişkiler daha da güçlenmiş idi.
Sözü edilen halifeler de Al-i Buye sultanları gibi Seyit Murtaza ve Seyit Razi'ye büyük bir ilgi duyuyorlardı. Onlara saygı gösterme hususunda ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu yüzden her iki kardeşin de iki halife hakkında söylediği bu kasideler kendi divanlarında da yer almıştır. Onlar halife ile kurdukları bu ilişki sayesinde Şia camiasını korumayı amaçlıyorlardı. Halifeler ile şahsi bir alış verişleri yoktu.
Seyit Razi'nin Değerli Eseri Nehc'ül-belağa
Daha önce de Nehc'ül-Belağa'nın Seyit Razi'nin ebedi eserlerinden biri olduğundan söz etmiştik. Seyit Razi büyük bir edebiyatçı ve yüce bir şair olup daha kırk yaşlarında iken H. 400 yılında bu değerli eseri kaleme almıştır.
Seyit Razi o zamana kadar, Şii ve Sünni âlimlerin kitaplarında yer alan müminlerin emiri Ali (a.s)'ın sözlerini seçerek üç bölüm halinde bir araya topladı. Birinci bölümde hutbe ve emirleri, ikinci bölümde kısa ve uzun mektupları, üçüncü bir bölümde ise hikmet ve öğütleri yer almıştır.
Seyit Razi oldukça güzel bir tabirle Nehc'ül-Belağa'nın önsözünde şöyle demektedir: Dostlar benden Emir'el-Mü'minin Ali (a.s)'ın hutbelerini, mektuplarını, öğütlerini, hayat tarzını belirten ifadelerini bir araya getirmemi istediler. Onlar bu esas üzere yazılacak bir kitabın fesahat ve belagat açısından eşsiz bir eser olacağını dini ve dünyevi sayısız sözleri barındıracağını biliyorlardı.
Bu sözler başka hiçbir yerde bulunmayacak, hiçbir kitapta görülmeyecekti. Müminlerin emiri Ali (a.s) fesahat ve belagat açısından kaynak durumdadır. Belagat ondan vücuda gelmiş, ondan türemiş ve kanunları ondan alınmıştır.
Her konuşmacı konuşmalarında ondan istifade etmiş, her güçlü hatip onun sözlerinden güç almıştır. Buna rağmen hiç kimse belagat ve fesahat açısından ona ulaşamamıştır. Hz. Ali (a.s)'ın sözleri ilahi ilmin bir örneğidir ve ondan Peygamber-i Ekrem (s. a. v)'in sözlerinin kokusu gelmektedir.
Seyit Razi bu kitabını Nehc'ül-Belağa olarak adlandırmıştır, gerçekten de adıyla ayan söyleyen bir kitaptır. Bundan daha iyi, daha çekici ve daha uygun bir isim hiç kimsenin aklına gelmemiştir.
H. 573 yılında vefat eden büyük fakih ve mütekellim Kutbuddin Ravendi Şerh-i Nehc'ül-Belaga'nın sonlarında şöyle diyor: Seyit Murtaza'nın kızı Nehc'ül-Belağa'yı amcası Seyit Razi'den dinlemiştir. Yani Seyit Razi Nehc'ül-Belağa'yı kardeşinin kızına ders olarak vermiştir. Onun Arapçayı çok iyi bildiğini ve Nehc'ül-Belağa'daki derin anlamları kolayca anladığını görünce ona başkalarına da ders verebilmesi için izin vermiştir. Oysa bu ders ve izin o zamanlar ne erkekler ve ne de kadınlar arasında görülmemiş bir şeydi.
Bu da İslam toplumu için çok değerli bir anlam ifade etmektedir. Bundan bin yıl önce Avrupa ortaçağ karanlığında yaşarken İslam'da ilmin ulaştığı yüce zirveye bakın. Bir kadın Nehc'ül-Belağa'nın ilk ravisi olarak tarihe geçmektedir. Bundan da ilginci Biyografi âlimlerinin yazdığına göre H. 548 yılında vefat eden kardeşinin oğlu Bağdadi de Şiraz'da Seyit Murtaza'nın kızından Nehc'ül-Belağa'yı rivayet etme hususunda izin alan birisiydi.
Nehc'ül-Belağa'nın Meşhur Şerhleri
Şii ve Sünni alimlerin çoğu H. 6. asırdan günümüze Arapça veya Farsça olarak Nehc'ül-Belağa'ya bir çok şerh yazmışlardır. Bunlar yaklaşık 350 şerh olup günümüzde de hala devam etmektedir.
Zamanımızda en meşhur olanı ise Ehl-i Sünnet âlimlerinden olan İbn-i Ebil Hadid'in Şerh-u Nehc'ul-Belağa kitabıdır. İbn-i Ebil Hadid H. 655 veya 656 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. Bu değerli eserini son Abbasi halifesi Mu'tasım'ın Şii veziri olan İmad'ud-Din İbn-i Alkame için 20 cilt halinde şerh etmiştir. Buna Nehc'ül-Belağa'nın en iyi şerhi olarak kabul etmişlerdir. İkinci olarak da İbn-i Ebil Hadid'in çağdaşı olan büyük Şii âlimi İbn-i Meysem Behrani'nin yazdığı şerhtir. Ayrıca da Mısır el Ezher üniversitesinin reisi olan Muhammed Abduh'un yazdığı şerhtir. Muhammed Abduh daha çok Nehc'ül-Belağa'nın zor kelimelerini açıklamaya çalışmış ve çok da güzel bir önsöz yazmıştır. Ayrıca Mirza Habibullah Hui de 14 cilt halinde Nehc'ül-Belağa'yı şerh etmiştir.
Günümüz alimlerinden Hacı Şeyh Muhammed Taki Şuşteri de Behc'us-Sebağe adında 14 cilt halinde Arapça olarak Nehc'ül-Belağa'yı şerh etmiştir. Bu şerh araştırma, yenilik ve buluşlar açısından Nehc'ül-Belağa'nın diğer şerhlerinden daha üstündür.
Geçen çeyrek asırda İran'da Nehc'ül-Belağa'nın yaygın bir şöhret elde etmesine neden olan şey Merhum Cevat Fazıl'ın yazdığı, Sohenan-i Ali adlı serbest bir uslub ile yapılmış tercümedir. Nehc'ül-Belağa'nın bu tercümesi defalarca basılmıştır. Ayrıca Merhum Seyit Ali Naki Feyz'ul-İslam'da Nehc'ül-Belağa'yı tercüme ve özel bir şekilde şerh etmiştir. Feyz'ul-İslam'ın bu tercüme ve şerhi diğer Farsça tercüme ve şerhlerden daha meşhurdur. Bu güne kadar milyonlarca cilt basılmış ve satılmıştır. Bu kitaptaki Merhum Hacı Tahir Hoşnivis-i Tebrizi'nin hattı da kitaba ayrı bir güzellik katmıştır.
Mısır'ın çağdaş alimlerinden, el-Ezher üniversitesi mezunu, Lübnan'da yaşayan ve orada Üniversite üstadlığı yapan doktor Suphi Salih'in Nehc'ül-Belağası da bu sahada yapılmış son işlerden biridir. Nehc'ül-Belağa'yı bu vesileyle evrenselleştirmiş ve özellikle Arapça bilenler arasında yaygın hale getirmiştir. Süphi Salih'in Nehc'ül-Belağa'sı özel bir öneme sahiptir. Yıllarca süren bu çalışması neticesinde Nehc'ül-Belağa için çok kapsamlı bir fihrist hazırlamıştır. Hiç kimse onun kadar güzel ve derin bir çalışma ortaya koyamamıştır.
Nehc'ül-Belağa'nın ve Şerhlerinin Vakfedilmesi
Bir çok tarihi kaynaklarda ve dini kitapların fihristinde de görüldüğü gibi bazı hayır sahiplerisürekli Nehc'ül-Belağa ve şerhlerinin nefis hat nüshalarını bazı medreselere veya oradaki talebelere vakfetmişlerdir. Kur'an'dan sonra bu tür vakfedilen kitapların başında Nehc'ül-Belağa gelmektedir. Bu gerçekten de övülecek ve takdir edilecek bir şeydir.
Çünkü o zamanda hatta bu gün bile bir çok medrese, mescit ve kütüphaneleri kitap alımı konusunda yeterli bir bütçeye sahip değildir. Hayır sahiplerinin katkı ve yardımlarını beklemektedir. Dolayısıyla ilim ehlinin Kur'an, Nehc'ül-Belağa, Sahife-i Seccadiye ve şerhlerine olan ihtiyacını bilen hayır sahipleri isteyen herkes faydalansın diye onu gerekli yerlere vakf ediyorlardı. Böylece hem kitapları korunuyor ve hem de vakfedenler sevap kazanıyorlardı.
Özel bir geçmişe sahip olan Nehc'ül-Belağa'nın nüshalarının çoğu bu vakfedilen nüshalardır. Bu da hayır sahiplerinin dini eserleri koruma düşüncesinde ne kadar hassas olduklarını, İslami kültür ve ilmin yayılması için çalıştıklarını göstermektedir. Bu övülmesi gereken düşünce tarzının toplumumuzda da yaygın hale gelmesini ümit ediyoruz.
NEHC'ÜL-BELÂĞA VE ŞİÎ DÜŞÜNCE
Nehc'ül Belâğa Bir Şaheserdir
NEHC’ÜL-BALAĞA’DA HİTABETİN ROLÜ
Nehc'ül Belağa’nın Şerhleri