Vahiy Ve Risalet (2)
Şüphesiz ki izah etmeğe çalıştığımız vahiy, Allah'ın, zaman içerisinde bütün nebîlerine gönderdiği ilm-i ilahîdir. Bu vahiy, kendisinden önce pek çok peygambere (rasule/nebîye) geldiği gibi, en son da Peygamber Hz. Muhammed'e gelmiştir. O'ndan sonra ise hiç kimseye, Allah'ın risaletini bildiren bir vahyi ilahî gelmemiştir. Kendilerine vahiy geldiğini vehmeden yalancı peygamberler ise sadece Kur'an'ı veya Hz. Muhammed'i taklit etmeye yeltenmişlerdir.
Kur'an'ın bildirdiğine göre Allah bir beşerle (peygamberle) ancak üç yoldan biriyle konuşur:
"Allah bir beşerle ancak vahiyle, yahut perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de O'nun izniyle dilediğini ona vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hikmet sahibidir." (42/51).
Bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla vahyin geliş şekillerinden birincisi kalbe doğan ilhamdır. Öyle zannediyoruz ki, vahyin üç geliş tarzından biri olan (doğrudan) vahiy, peygamberin, şuurunda ilahî bilgiyi bir biçimde hissetmesi, duymasıdır. Yani ilahî bilgi peygamberin şuuruna ilkâ ediliyordu, "ilkâ" kelimesi bir şeyi atmak demektir.
Kur'an'ın Müzemmil suresi 5. ayetinde Allahu Teala, Elçisi Muhammed'e,"Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız (ilkâ edeceğiz)" buyurmaktadır, ilkâ kelimesi değişik bir vezinle 27/6. ayetinde de kullanılmıştır.
Muhammed Abduh ve Hindistan ekolüne mensup bazı düşünürler, vahyi açıklarken, peygamberlerdeki bir peygamberlik melekesinden bahsederler. Peygamber çok keskin bir zekaya, yüce bir ruha ve asîl bir huya sahiptir. Buna göre, peygamberlik melekesinin yalnızca peygamberlere has olduğu ve bu melekeyi anne karnından taşıdıkları düşünülecektir. Şu var ki, Malik b. Nebi'nin ısrarla üzerinde durduğu gibi, vahiy, peygamberin şuuraltından şuur alanına çıkmış kişisel bir bilinç olayı olmadığı gibi, onu peygamberin kişiliğinden, benliğinden büsbütün alakasız zannetmek de doğru değildir. (1)
Bununla beraber, her ne tür yorum geliştirilirse geliştirilsin, nihayetinde ilahi vahyin, peygamberlerin yaşadığı bir tecrübe olduğunu, bu tecrübeyi yaşamayan bizlerin olayın künhüne vakıf olamayacağımızı teslim etmek zorundayız.
Vahyin ikinci türü "perde arkasından" yapılan vahiydir. Şüphesiz perde sözcüğü sembolik anlam taşımaktadır. Bizim bu kelimeden anlamamız gereken, Peygamberin, herhangi bir görüntü (vizyon) görmeden vahiy sesini algılaması, bir çeşit duyması olayıdır.
Elbetteki peygamberin işittiği ses fizikî, akustik özelliklere sahip bir ses değil, tabir caizse, "özel alıcı"nın, özel frekanslara göre uyarlanmış zihinsel bir sestir. O'nun zihninde gerçekleşmektedir. (2)
Vahyin üçüncü geliş biçimi ise Allah'ın elçi göndererek dilediği vahyi kendi izniyle peygamberine iletmesidir. Ayette (42/51) geçen "rasul"ün bir beşer olmadığı kesindir. Zira "elçi", vahyi beşer "elçi"ye getirmektedir. Bu durumda "elçi", Kur'an'ın diğer ayetlerinden anlaşıldığına göre Ruh, Rûhul Emîn, (26/193) ve Cibril'dir. Vahyi getiren elçiye "ruh" dendiği gibi, vahyin bizzat kendisine de "ruh" denmektedir, (emrimizden bir ruh...) (42/52).
Allahu Teala Kur'an'da "...emrinden olan ruh'u dilediğine indirir" buyurmaktadır (40/15). Bu ayette ruh, vahiyle eş anlamlı gözükmektedir. Mücadele suresinin 22. ayetinde de ruh, vahiy anlamında kullanılmıştır.
"O, melekleri kullarından dilediğine emrinden olan ruh ile (vahiyle) indirir." (16/2). Bu ayette meleklerin peygamberlere ruh getirdiği anlatılmaktadır. 97/4 Ayetinde de ruh, vahiy getiren elçidir.
Nahl suresinin 102. ayetinde Kur'an'ı Allah'dan Ruhul Kudüs'ün indirdiği bildirilir. Şuara 193'de de bu vazifeyi yapanın Ruhül Emîn olduğu kaydedilir.
Vahiy Ve Risalet (1)PEYGAMBERLER VE SEMAVİ DİN