İslam"ın Ekonomik Düzeni-6
Hâlbuki şimdiki asırda insanın yerini alan tezgâh ve makine, insanın fikir, irade ve gücünün ve toplumun tekamülünün mahzarıdır ve insanlık tarihinin medeniyetinin oluşumudur ve yine insanın binlerce yıllık düşünce çabasının ürünüdür. Makine, toplum ve insanla hiçbir ilişkisi olmayan bir ferdin tabii şuurunun özelliği olan bir bıçak gibi değildir. Çalışan bir makine gerçekte, fikrî kas ve aletlerle iş yapan bir bilginin, hatta bir toplumun beynidir. Bilahare yüzlerce yıl boyunca tezgâh ve makine şekline gelen ve iş yapan, bu toplumdur.
İmam ve Velayeti fakih, devlet vasıtasıyla, toplumsal adalet icat etmek için topluma ait olan bu çeşit makine ve edevatların, muhteri, bilgin, sermayedar ve fertlerin tekeline geçmesinin önünü alabilir. Alim ve mucidin yaşamını temin etmekten ilave, ödül ve teşvik unvanıyla, ilim, keşif ve buluşlarını bir grup menfaatçi ve sermayedara satmaya mecbur olmamasından dolayı keşifleri için bir hak gözönünde bulundurabilir.
Nitekim İmam Humeynî (r.a) Tahrirü'l-Vesile kitabının Mesail-i Müstahdese (yeni ortaya çıkan meseleler) bölümünde şöyle yazıyor:
1- Sanatı, onu icra edenin adına yazıp başkalarını onun taklit ve teksirinden menetmek, şeriat açısından hiçbir eseri yoktur; başkalarını onun taklit ve ticaretinden engellemek de caiz değildir.
3- Böylece bazı eşyaların bir müessese veya ticarethanenin tekelinde olması şeriat açısından esersizdir ve başkalarını (herkes için) helal olan ticaret ve sanattan menetmek ve onu bazı kişilere münhasır kılmak da doğru değildir.
4- İmam (a.s) ve valisi, Müslümanların salahına olan her şeyi yapabilirler. Mesela sabit bir fiyat tayin edebilir veya bir sanatı deftere kayıt edebilir, nizam ve toplumun salahına olan ticaret vs. şeyleri mahdut kılabilirler.”[1]
Elde Edilen Kaynakları Kontrol Etmekten Bir Örnek
Topluma ait olan medrese ve okulların mahsulü, -hiçbir kimsenin, ister o kimse bilgin olsun, ister sermayedar olsun, isterse bir işçi olsun-, onların tekelinde olmamalıdır. Bu metot eskilerde, tabip ve İslam âlimleri arasında yaygındı. Onun açık örneği, ilmi havzalarda talebe ve âlimler arasındaki metottur; şimdi de o metot medreselerde hâkimdir.
İslamî havzalar, talebelerin oturma yerini, yaşam ve tahsil masraflarını zaruret miktarınca Beytü'l-maldan temin ediyorlar. Onların, tahsil ettikten sonra, tahsillerini Beytü'l-malın parasından yaptıkları için şahsi istifadeler etmeye veya ilimlerinin mahsulünü sermayedarlara, altın ve gümüş sahiplerine satmaya hakları yoktur. Onlar tahsil ettikten sonra Allah için halka ve İslam’a hizmet etmekle muvazzaftırlar. İşte bundan dolayı ilmiye havzalarının ustalarını, hiçbir para almaksızın bir fariza olarak tedrise başladıklarını görmekteyiz. İrşad, tebliğ, bir camiyi idare etmek ve halka imamlık yapmak için muhtelif yerlere gittiklerinde hiçbir kimseden para istememelidirler. Sadece zaruret miktarınca, halkın İslami toplumun maslahatı için verdiği Beytü'l-maldan istifade etmelerine izin verilmiştir.
Gerçi böyle bir metodun su istifadeye sebep olması da düşünülebilir. Ama bir taraftan çevreye hâkim olan adalet, takva, iman ve diğer taraftan da halkın gözetimi bu su istifadelerin önünü alıyor. Görüyoruz ki eğer bir âlim zaruretten fazla Beytü'l-maldan istifade etmek isterse ve refahlı bir yaşama koyulursa, itibar ve adaleti halkın arasında yok oluyor ve artık hiçbir kimse ona yönelmiyor.
[1] - Tahrirü'l-Vesile, c.2, s.626
İslamın Ekonomik Düzeni-5
İslamın Ekonomik Düzeni-4
İslamın Ekonomik Düzeni-3