Beslenmede Denge ve İrade (3)
Nefsimizle imtihan olduğumuz ve bizden irademizin hakkını vermemizin istendiği bir dünya hayatında, yüksek kalorili ve şişmanlık sebebi olan yukarıdaki gıdaların (yağ, karbonhidrat ve protein) emilimine tahdit konmamıştır. Hâlbuki gerçek besin maddesi sayılmayan fakat vücut için hayatî (sinir, kas ve kemik faaliyeti, bütün elektrolit dengeleri açısından) önemi olan minerallerin emilmesinde yine dinamik denge kuralları bizim irademiz dışında, Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve inayetiyle bağırsaklara yerleştirilmiştir. Meselâ demir, kanda alyuvarların içinde bulunan ve kana kırmızı rengini veren, oksijen taşımakla vazifeli hemoglobinin yapısında yer alır.
Vücutta demir fazlalığı olduğunda, karaciğer ve pankreas harabiyeti ve kalb yetmezliği gibi önemli organ bozukluklarına sebep olan hemosiderozis hastalığı ortaya çıkmaktadır.
Demir azlığında ise, demir eksikliği anemisi denen kansızlık hastalığı görülür. İşte bu sebeple, bizim irademize bağlanmadan bağırsaklarımıza çok hassas bir demir emilim dengesi konmuştur. Burada ilâhî rahmet ve inayet kendini çok açık gösterir. Akılsız ve şuursuz demir atomlarıyla, hücreler arasında mükemmel bir anlaşma görülür. Vücutta demir fazlalığı varsa, bağırsaklarımızda demir emilimi otomatik olarak azaltılır. Bu mükemmel mekanizmaya göre, kanda demir fazlalığı olduğunda, demir bağlayan protein olan transferin maddesinin bütün demir bağlama noktaları dolu olduğundan, bağırsaklardaki demir bağlanamaz; dolayısıyla demir kana geçmediğinden dışarı atılır. Demir eksikliğinde ise, bu mekanizma tersine çalışır. Bu durumda, bağırsaklardan demir emilim kapasitesi artırılır ve ihtiyaç giderilmiş olur. Aynı mekanizma, kalsiyum ve diğer başka maddeler için de geçerlidir.
Netice itibariyle, Kadîr-i Hakîm hem gıdaların israf edilmemesi, hem de insanın iradesinin öne çıkması gerektiğini ikaz etmektedir. Bu noktada, iman nimetinin, nefis tezkiyesinin, ruh ve irade terbiyesinin, dolayısıyla aileden başlamak üzere bütün bir içtimaî hayatın, çocukluktan itibaren kişinin yetişmesinde ve beslenme alışkanlıklarında ne kadar büyük önem arz ettiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, fıtrat dini olan İslâm'ın, cemiyetin bir bütün olarak sıhhati açısından getirdiği prensiplerin de ne kadar hayatî olduğu açıktır. Zenginlerin kendilerini fakirlerin yerine koymalarını da sağlayan zekât ve orucun farz olması, ayrıca her türlü sadaka ve hayır-hasenatın sürekli teşvik edilmesi, aslında sadece yeme-içmede israfın değil, nefse uymaktan kaynaklanan daha birçok aşırılığın önüne baştan geçmektedir. Oruçla iradelerimiz zorlanmakta ve dolayısıyla fakirler hatırlanmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz (sas) sofradan doymadan kalkmayı tavsiye ederek bize ne güzel bir rehberlik sunmuştur.
Bu mübarek beyandan, tokluk hissinin beyinde geç oluşmasından kaynaklanan yalancı iştahın önüne geçilmesi gerektiği anlaşılabilir. Nitekim, hepimiz tecrübeyle biliriz ki, sofradan az yiyip kalktıktan kısa bir müddet (on beş-yirmi dakika) sonra tokluk hissedilmekte, açlık hissi geçmektedir. Bu da, mevzunun alışkanlıktan kaynaklanan psikolojik yanının göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir.
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
Beslenmede Denge ve İrade (2) Beslenmede Denge ve İrade (1)