Hz.Zeynep Ve Annesinin Üstünlükleri
Resmi Tıkla
İslam âleminde insaniyet açısından, üstünlükler açısından birbirlerine o kadar benzeyen başka bir ana kız meydana gelmemiştir daha. Dünya kadınlarının seyyidesi Fatıma Zehra (s.a) ve kızı Zeynep-i Kübra gibi bir ana-kız henüz görülmemiştir insanlık tarihinde.
Üstünlükleri iki yönlüdür.
Neseb açısından Zehra Hatem’ül Enbiya’nın kızı idi. Zeynep de vasilerin efendisi, Allah’ın galip aslanı Ali bin Ebi Talib’in kızıdır.Fatıma Zehra’nın annesi müminlerin annesi Hatice-i Kübra’dır. Zeyneb’in de annesi kadınların efendisidir, tertemiz bir süt emmiştir. Zehra peygamberin terbiyesi altında büyümüştü. Zeynep de Allah’ın büyük velisi, Muhammed’in varisi yani Muhammed’in nefsi olan Emir’ul Mü’minin’in terbiyesi altında büyümüştü. Zehra’nın Hasan ve Hüseyin diye iki çocuğu vardı. İkisi de Allah yolunda şehit olmuştu. Zeyneb’in de Avn ve Muhammed diye iki çocuğu vardır. Onları Allah yolunda kurban etti ve Aşura gününde öldürüldüler.
İlim ve amelle olan hasbi şereflilik
Hasbi şereflilik ve zati şereflilik yönünden nefsi faziletler iki şey üzerinde seçilmiştir. Bu iki şey de ilim ve ameldir. İlmi ve ameli güç, iki kanat üzerinde yer eder. Şerefli insani ruh için bu iki güç her kimde daha fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü ve şerefliliği de daha fazla olur.İlim açısından da bazı dereceler vardır. İlimden maksat ilm’ul-Yakin ve Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Bu konu yeri geldiğinde geniş bir şekilde açıklanacaktır.Yakin’in de dereceleri vardır, fiili, sıfatı ve zati tevhitten ibaret olan ilahi tevhide yakin ilim denir ve yakin için var olan makamdan daha yüce değildir.Miadla ilgili ilmin de hakk’ul-yakin derecesine ulaşıncaya kadar dereceleri vardır. Zira Zeynep’in babası Emir’el-Mü’minin şöyle buyurmuştur: “Eğer perdeler kaldırılacak olsa yakinim artmaz.Zeynep de annesi Zehra gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
Fiillerde ve davranışlarda ameli güç
Ameli bir güç olan ikinci yön; davranış durum, gidiş ve amellerde ilim ve yakinle mutabıktır. Yani onun amel merhalesindeki ilim ve yakinin etkisinden nefsanî olgunlukları ortaya çıkar.Örneğin yakin derecesinin etkilerinden olan ibadet ve ubudiyyet her yakin ölçüsünün daha fazla artması halinde kalbin. Âlemin Rabbi için olan tevazu ve huşusu daha da artacaktır. Annesi Fatıma Zehra’nın (Allah’ın selamı üzerine olsun)’ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Zeyneb (s.a) için de nakledilmektedir. “Reyahin-i Şeria” adlı eserde şöyle nakledilmiştir: “Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır.
İmam Seccad şöyle diyor:
“Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.” Diğer bir rivayetinde de; “Halam Zeynep, Kerbela’dan Şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk etmedi.” Demektedir. Yine bir başka rivayette bu mübarek zat şöyle demektedir: İmam Hüseyin kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmağa geldiğinde şöyle buyurdu:
“Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
Örneğin sabır, ilim ve yakinin bir parçasıdır. Sabır derecesine de sahiptir. Sabrında dereceleri vardır. Onun yakin gücü her ne kadar çoksa sabrı ondan daha çoktur. Tıpkı Rıza derecesine sahip olduğu gibi gerçek zühd, cesaret, mürüvvet, cömertlik, sabır, sevgi, şefkat, rahmet… Bunların tümü ameli güçtür ki yakin derecesinin gereklerindendir. Nitekim Allah’u Tela’ya karşı gösterdiği ubudiyet derecesinde çok iyi bilindiği ve büyüklüğüne yakin ettiği için onun tevazu ve huşuunun çokluğu ve ilmi dereceye olan bağlılığındandır.
Zeynep’teki ameli güç çok yüksek bir derecede idi. Zeynep’te var olan sabrın âlem de bir benzeri yoktur. Ebi Abdullah Hüseyin’in mukaddes mekânını ziyaret esnasında söylenen sözün, Zeynep konusunda da söylenmesi mümkündür. O söz şudur:”Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile hayretler içine girmektedirler”Gerçekten Zeynep için söylenenler de aynıdır. Geçmişte kendisi üzerine söylenen şeyleri bilmelisiniz. Mazlum Hüseyin’in Aşura günü ilan ettikleri tamamlandı. Fakat Zeynep böyle miydi acaba? Onun Aşura gecesinde taşıdığı ağırlıkları bir düşünün. Kendisinde var olan sıkıntı, keder ve elemlerle birlikte onu bir değerlendirin. Aşureden bir sonraki gecesinde o mübarek ve değerli insan ne tür hengâmelerle karşı karşıya idi. Karşı karşıya bulunduğu zorlukları, esareti bir hesap edin. Açlık, susuzluk, yağmalanma, eziyet, işkence, tüm bunlarla birlikte o baş döndürücü çölün ortasında bir arada toplatılan perişan çocuklar ve onların gözetim altında tutulmaları. Evet, Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin.Allah, ona ne güçlü ruhi bir kuvvet vermiştir ki ilmi gücün gereğinden olan ameli güç derecesinde boş bırakmamıştır.
Yakin derecesinde bir benzeri olmadığı gibi yakinin gerekleri konusunda da benzersizdir. Bu muhterem ve değerli hanımefendinin ruhani makamını anlayabilecek kim var?
Zeynep’te gerçek zühdü arayın
Eğer sabrı bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlükleriyle karşı karşıya geliriz. Zühd gibi, onun zühdü de ameli güce yöneliktir.Gerçek zühd odur ki Allah’tan başkasından kopuk olsun. Kalbinin ilgisi sadece Allah ile olmalı. O’na yönelik olmayan her şey, heva, heves ve arzular bir kenara itilmeli. “Ben” ve “Benlik” ortadan kaldırılmalı, sadece Allah kalmalı. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan bir şey aranmamalı, ama zahitliğin manası dünyayı istememek de değildir, ya da mala sahip olmamak demek değildir. Aksine gerçek zahitlik kalbi bir şeydir, bu da Allah’tan başka her şeye karşı göz kapamaktır. Allah’tan başkasına gönül bağlamamak, ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına yöneliktir. Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır.Ondan sonra da Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Zeynep’in ruhaniyetinden bizler pek haberdar değiliz. Fakat onun zühd makamında nasıl olduğunu anlıyoruz.
Allah’tan başkasından, dünyalık istek, arzu, süs ve güzelliklerden uzaklaşmak.
Zeyneb’in eşi Abdullah bin Ca’fer-i Tayyar Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin Ca’fer’in evinde yaşıyordu.Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük sermayedarlarındandı. Sahip olduğu serveti de Peygamber (s.a.a)’in yaptığı bir duanın sonucundaydı. Babası Ca’fer-i Tayyar öldürülünce peygamber (s.a.a) çocuğuna karşı bağışlanma ve lütufta bulunma dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir davranıştan dolayı Allah Resulü (s.a.a) onun için duada bulundu. Şöyle dedi: “Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Ca’fer’e, yaptığı bu davranışın dan dolayı bereketini bağışla”. Peygamber (s.a.a)’in duasının bereketiyle Abdullah en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Bir o kadar da cömertlik ve keremde söz sahibi idi. Zira Medine’de bir darb-ı mesel olmuştu onun cömertliği. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.Bütün rahatlıklardan vazgeçiyor ve…
Zeynep öyle bir evde yaşıyor ki saltanat gücü onun elindedir. Var olan tüm imkânlardan en güzel bir şekilde yararlanmakta, her şey kendisi için hazır bir vaziyette, köleler, hizmetçiler, cariyeler ve rahatlatıcı her türlü vasıtalar onun için her an hazır beklemektedir. Yani hiçbir sıkıntı ve kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ansızın Hüseyin (a.s)’in hareket etmek istediğini görüyor. O da bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini sıkıntı, elem ve rahatsızlıklar okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir zahitliktir? Gerçekten çok hayret verici bir şeydir. Eğer nelerin olabileceğini bilmemiş olsaydı önemli değildi. Fakat daha o günün gecesinden itibaren korku ve endişeyle Medine’den kaçtıkları ve Mekke’ye doğru hareket ettikleri Receb’in 28 gecesinde dedeleri Allah Resulü (s.a.a)’nün, babalarının ve annelerinin de haber verdikleri musibetlerle karşılaştılar.
Kısacası, gerçek ve görünürdeki bir sultanın kızı ve Abdullah gibi birisinin eşi olan Zeynep gibi birisinin bunca ilme, bu yakin ve manaya sahip olmasına karşın belaların içine bile bile dalması, esaretin olduğu bir mekâna doğru ilerlemesi, çöllerde başıboş gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca musibetlere katlanması beklenir miydi?
İbn-i Abbas ve Zeynep’in hareketinin engellenmesiİbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçti ve şöyle dedi: “Mademki sen gitmek istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme” Zeynep, mahmelden başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas, sen benim ve kardeşim Hüseyin (a) arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”Allah’u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzurun gölgesinden çıkmış bela, şiddet, elem ve rahatsızlıklarla dopdolu olan bu çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu nasıl bir ilgidir? Bu ne tür bir ruhaniyettir. Bu nasıl bir maneviyattır. Yüce âlemle nasıl bir irtibattır? Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan ruhaniyetin aynısı Zeynep’te de mevcuttur.Evlatlarını Allah yolunda bağışlıyor(kurban ediyor)Bundan daha yüce olan ameli güçten olan cömertlik ve kerem konusudur.
İnsanlığın fazilet ve iftiharlarından olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve imam’da en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve keremden bir parça bulunur. Zeynep’teki cömertlik en yüksek bir derecede idi. Kardeşi Hüseyin’in ameli gücünde var olan cömertlik ve keremin aynısı muhterem ve değerli Zeynep’te de mevcuttu.
Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve Allah yolunda vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna karşılık; evlat çok değerli ve yüce bir şeydir der. Gönlün meyvesi, ömrün neticesidir. İki âlemin değerli insanı Zeynep, kendi malından geçmekle beraber iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda verip, Hüseyin (a)’a feda etti. Acaba bundan daha büyük ve daha yüce bir cömertlik ve kerem düşünülebilir mi? Subhanallah’il Azim.
Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…
İnsanın, Zeynep’in anılarından çıkarabileceği bir başka incelik de bu mübarek insanın ne temiz bir nur olduğudur.Olayı duymuşsunuzdur: Onun iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve öldürülüp şehit oluyorlar. Ebi Abdullah’il-Huseyn (a) onların ölülerini çadıra doğru getirince Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun aksine Hüseyin (a) onların ölülerini çadıra doğru getirince Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun aksine Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in ölü bedeni üzerinde acı çığlıklar atıyor, ağlıyor ve “ Eyvah Anana!” diyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi, onun annesi gibi ağlıyordu.O ne idi ve bu nedir? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği acaba bu şaşırtıcı davranışla belli olmuyor mu?
Halis ameli önemli görmüyor
Göz önünde bulunan iki incelik var:
Birincisi bu davranış Zeynep’in sonsuz derecedeki samimiyetini halisliğini ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah rızası içindi. Allah yolunda ve onun dostluğunu kazanmak için bir davranışta bulunan bir kimsenin amelini görmemesi nefsini öne çıkarmaması, kendisini önce görmemesi bir iş yaptığını zannetmemesi onun samimiyetinin gereğidir. Zeynep’in bu davranışı samimiyettir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat çadırından çıkmamış, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani insan, Allah yolunda verdiği şeyi artık hatırında tutmaz.
Sonsuz derecedeki keremle birlikte taşıdığı hayâ
Diğer bir incelik te şudur: Zeynep sahip olduğu bu samimiyet ve halislikle birlikte başka bir olgun sıfata da sahiptir. Bu sıfat, bağışlama hayâsı olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük ve tevazu onun nefsindedir.
Hüseyin (a)’in dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı” olarak adlandırılmaktadır.Cimri olan verdiği o kapkara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir, sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir vermemiştir diye hayâ duyar.
Zeynep de iki evladını veriyor, yine de hayâ ediyor. Buna rağmen; “Ne yazık ki Hüseyin(a)’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık ve hayâsını belirtiyor. Fakat Hüseyin (a)’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkat duyguları kabarıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. Öyle sevgi ve şefkat gösterdi ve gönlü o kadar kırıktı ki Husyen (a) onu Ali Ekber’in ölüsü üzerinden zar-zor kaldırabildi.Burada onun sahip olduğu bir başka üstün sıfatı ortaya çıkıyor. O da merhamet ve şefkattir. Hüseyin’le dert ortaklığı yapmaktadır. Aşura gecesi şöyle buyuruyordu: “Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul etselerdi.Zeynep’in isminin anıldığı ve onun iftihar dolu sıfatlarının konuşulduğu şu anda bunu işiten aziz dinleyiciler, Allah’tan bu değerli hanımefendiye verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini onun ameli gücünün üstünlüklerinden olan şeyleri bize de bağışlamasını dileyelim.
Ayetullah Şehit Dastgayb
Hz. Zeyneb (sa)
Hz. Zeynep (sa)’nın Mübarek Veladeti
Zeyneb (a.s)
YÂ ZEYNEP