Çok yönlü yolculuk
İnsanı en iyi anlatan sıfatlardan biri de "yolcu" vasfı olsa gerek. İnsan sürekli yolculuk halinde.
Ömür, aslında, bir yolculuğun hikâyesi. Öyle bir yolculuk ki, içinde dört bir yana, değişik mesafelerde koşular saklı. Çocukluktan yaşlılığa uzun bu yolculuğun seyyahı insan, kelimelere yaslanarak duygularını, tecrübelerin anlatmaya çalışır. Her anlatış yarım bir başlangıç olarak kalır. Bütün tarih kitapları da, bu yüzden noksandır.
İlahi çağrı noksanlı insanı sürekli tarih üzerinde düşünmeye çağırır. Önceki devirlerde yaşayan insanların halleri, tavırları, yapıp ettikleri, sebep-sonuç ilişkileriyle detaydan bütüne yolculukla bize bildirilir. İnsana, bu çok yönlü yolculukta, rehberlik eden ilahi çağrı yanlışı; doğruyu ikaz ederek, düşünmeye ve ibret almaya çağırır.
İnsan, çok yönlü vasıfları ile canlı bir mekanizma olan hayat içinde mukayeseyi bir imkân olarak kullanır. Elde ettiği bilgi, bilginin boyutları ve derinliği mukayesenin sağlığı açısından büyük önem taşır. Mukayese önemli bir birikimin bilinçle yoğrulması ile yapıldığında, bilgeliğe kapı aralar.
İnsan "yetmezliği"nin farkında olarak, idrak yolculuğunu sürdürdüğünde, bilgiden hikmete yolculuk yapma lutfu ile karşılaşır.
İnsan, bilincini diri tutarak, dikkatini gözlem ve hikmet nazariyle yoğunlaştırdığında, yolculukların en zoru olan "kendinin yolculuğuna" da çıkmış olur. Hayat her yönüyle çok anlamlı, grift ve dinamik bir yapıya sahip. İnsan ilişkisi ile zamanı ve mekânı konu ettiğimizde, merakın itici gücü ile başlayan arayış, neticeye ulaşmayı zorunlu kılar. Neticenin çekiciliği, yolculuğun gerekçesini teşkil eder. Anlama ve anlamlandırma, inanma ihtiyacının etkenleri olarak aklı yolculuğa çağırır. Ve insanın fiziki dünyadaki bedensel varolmadan, anlam dünyasında doğmaya yönelir.
Varlık sorgulamasını kaçınılmaz kılan ölüm olgusu, insanı farklı kriterlerle düşünmeye sevk eder. Yolculuk ölümün itici gücüyle, doğruya isabet açısından önemli kazanımlara sahip olur.
Yolculuğun fiziki alanda yapılanı, ontolojik kaygılardan uzak yapılmadığı takdirde önem arzeder. Bu açıdan, her insan hakikate ulaşmak isteyen bir yolcudur. Yolun ölümle bittiğini söyleyen bile, bu yolculukta, yanlışı gösterme bakımından ibrete konudur. Yürünen sayısız yolların anlam dünyasında bir izdüşümü yoksa bu yürüyüş sadece ayakları ve kasları ilgilendirecektir ki, buna da diğer canlılar, daha başarılı bir şekilde yapabilmektedirler.
İnsanlar millet olarak, medeniyet olarak, toplu bir yolculuk içinde yürüseler de, neticeye yansıyan hasıla ferdidir. İnsanın tek başına bir alem oluşu, bu açıdan da, anlamlı çağrışımlar taşımaktadır.
Birikimini hikmetle oluşturan "yolcu"nun, aynı duyarlılıkla, farklı okumalar yapması mümkündür. Kitabı okumak, kâinatı okumak, olayları ve insanı okumak gibi…
İlahi çağrı, yeryüzünün okuması gereken bir kitap olduğunu ve harikuladeliklerin yanından umursamadan geçenlerin, aklını kullanamadıklarını bildirirken, vahyin sonsuz açılımlarla okunma imkânını vurgular. İmanı ve inkârı tetikleyen aynı işaretlerin varlığı, burada okumanın niyetle olan ilgisini ortaya koyması bakımından önem arz eder.
Bütün bu okumaların en çetini kendini okumaktır.
Yunus'un deyimiyle "kendini bilmek" olarak, alem içindeki yeri bilmekle ve kendine bahşedilen hesabı sığmaz değerlerin farkında olmakla mümkündür.
İnsan yaratılmışların öznesi olarak, kendisine kâinatın boyun eğdirildiği önemde bir varlıktır. Bu durumun farkında olmak, bu önemi hissederek, hal, duruş ve tavır üretmek, yolcunun hedeflerini ve onları belirleyen amacı doğru değerlendirmek olacaktır.
İnsanı sadece becerileriyle el almak, yolculuğu menfaat ekseninde değerlendirmek anlamına gelecektir. Bu itibarla, dünyalık mevkiler ve başarılarla sınırlı okumaların modeli, hakikat güzergâhlı yolculuktan çok farklı olacaktır. Salt dünyevi bir neticenin podyumundaki modeli, "süpermen"dir. Süpermen her türlü şartta, her yolu mubah görerek kullanabilen, rasyonel bir tiptir. Onun tek kutsalı vardır; kazanmak. Başarıya endeksli aklını, duygularından ayırarak kullanan süpermenin kavram dünyası ve sözlüğü ölümle sınırlıdır. Varlığı da "tesadüf"le ilişkilendirdiğinden, sorumluluğu kendi seküler algısı içinde bir yere oturtur.
Öte yandan, yaşamanın; bizatihi "varolmanın", şiddetli bir durum olduğunu düşünen ve kendine yaratıcı tarafından "tayin" edilen yeri arayan insanın modeli ise, "insanı kâmil"dir. İnsanı kâmil "oldum" demeyen/diyemeyen insandır. Algısı içinde, her türlü sonuca razı olmak vardır ve bu sayede hayatını kazanmak üzerine değil, hak eksenine konumlandırmaya çalışır. Çabasının hatadan uzak olmayacağını, her türlü başarısının şükür gerektirdiğini bilir. Her solukta yepyeni bir yaratılışla, sonsuz nimetlerle donatılmış bir kâinatın kendisine hediye edildiğini düşünür. Otururken, yürürken, ırmağa bakarken, dağı süzerken o yolculuktadır. Ona göre bu yolculuk özgürlüktür. Ona göre yolculuk; ruhun bedeni teskin ederek, hazların tasalludundan kurtarmakla başlar.
Ve ona göre yolculuk, ölümle bitmez…
Ahmet Mercan
Ölümle Başlayan Yolculuk
İran’a Yolculuk