Hafız ve Sadi´nin şehri: Şiraz
Hamdi Mert
İran’ın "Şiraz" şehrini Türkiye’ye tanıtan birden çok sebep var. Önce Yahya Kemal’in Şiraz’ı ve "Hafız-ı Şirazi" efsanesini anlatan "Rindlerin Ölümü" adlı nefis şiiri:
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rind’e
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
Türk kamuoyu Hafız’ı ve Şiraz’ı Abdülbaki GÖLPINARLI ve "Hafız Divanı" ile de tanıyor.
Şiraz’ı bize tanıtan diğer isim "Şeyh Sadiy-i Şirazi" ve O’nun Türkçe’ye birden çok kere çevrilen "Gülistan" ve "Bustan" adlı eserleri..
"Sadi" deyince, O’ndan da bir deyişi yazmadan olmaz:
"Allah’a itaatkâr olmayan Han/Hakan
Ülkenin başında yönetici olarak bulunmasın!."
ŞİRAZ’A ´KUR’AN KAPISI´NDAN GİRDİK
Isfahan’dan sonra Şiraz’a, bir akşam namazı vaktinde "Kur’an Kapısı"ndan girdik. Isfahan güzergâhından gelenler için bir güzel fırsat!. Eskiden istese de, istemese de herkes bu kapıdan girmek zorunda imiş. Bugün eski girişe paralel gidişli-gelişli yeni bir yol yapılmış. Böylece Kur’an Kapısı´ndan girmek, yolcuların tercihine bırakılmış.. Böylesi daha güzel olmuş..
Biz, taa uzaklardan kendini belli eden ve bir "Tak-ı Zafer"i andıran kapıdan "Tekbir"lerle geçtik.. Geçtikten sonra ise dönüp yeniden dualara ve tefekküre dalmaktan kendimizi alamadık.
Şiraz, İran’ın kültür başkenti; bizim İstanbul gibi.. Bu kutlu şehre geldiğimiz gecenin sabahında ilk ziyaret ettiğimiz yer "Hafızıye", yani Hafız’ın "Serin serviler altındaki kabri" ve içinde yer aldığı "Bahçe" oldu.. Yahya Kemal BEYATLI’nın ruhu şadolsun, bir kısa şiirde burayı ne güzel anlatmış?!. Rind-meşreplerin sadeliğini yansıtan mütevazı kabri; kabrin içinde olduğu bahçeyi; kanayan rengiyle her gün yeniden açan gülü; ağaran vakte kadar ağlayan bülbülü; bülbülün eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengini bulmak ve doya doya soluklamak bizim için zor olmadı. Buradan, Hafız’ın şiirlerini yazdığı karşı tepelerdeki bağ ve bağ-banları da..
Şiraz’da ziyaret ettiğimiz ikinci ulu mekân, Şeyh Sadiy-i Şirazi’nin huzurları oldu. İranlılar buraya da "Sa’diye" demişler.. Çok sayıda fikri/tasavvufi eserin sahibi; sadece İran’ın deyil, Şark’ın bu ulu mütefekkiri bu gösterişsiz, sade kabre nasıl sığmış anlamak zor.. Geniş bahçe içerisine serpiştirilmiş süslü mermerler üzerindeki şiir ve deyişlerini okurken ise, O’nun gerçekte yerin altında deyil, hayatın içinde ve yaşıyor olduğunu anladık..
Şiraz’daki üçüncü ziyaretimiz ise 12 İmam’ın 8’incisi İmam Rıza’nın kardeşi "Şah-ı Çerağ"ın anıt-mezarı oldu. Kum kentindeki "Fatıma-i Ma’sume" külliyesinin daha da büyütülmüşü; gezmekle bitiremediğimiz bir büyük oluşum ile karşılaştık. "Oluşum" tabirini, geniş mekânların ziyaretçilerle buluşmasındaki görkemli görüntü için kullanıyorum.
ŞİRAZ İRAN’IN ÇUKUROVASI
Şiraz’ın, İran’ın kültür başkenti olması yanında bir özelliği de sulak ve bitek ovaları.. Bu sebeple ona "İran’ın Çukurovası" demekten kendimizi alamıyoruz.
Şehre yaklaştıkça size sağlı-sollu göz alabildiğine uzanan ve -mevsim gereği- hasat yapılan ovalar eşlik ediyor.. Kaldığımız otelin bahçesinde yediveren portakal ve limon çiçeklerini kokluyoruz. Odamızın penceresine uzanan kızarmaya yüz tutmuş portakalları ise –koparmaya kıyamadığımızdan- ellerimizle okşuyoruz.. Narenciye Şiraz’ın sanki doğal bitkisi.. Hafız ve Sadi ziyaretgâhları; şehrin cadde ve sokakları biteviye turunçgillerle bezeli..
Şiraz’dan uçakla Tebriz’e geçeceğiz, ama galiba gönlümüz bu tarihi kültür başkentinde kalacak.. Tıpkı buraya gelirken, gönlümüzü Isfahan’da bıraktığımız gibi...
Persepolis
Bazar-e Vekil (Vekil Pazarı)
Taht-ı Cemşid