İşgal ve Direnişle Geçen 40 Yıl
5 Haziran, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgalinin 40’ıncı yıldönümüne rastlar. 5 Haziran 1967’de İsrail ani bir şekilde 3 Arap ülkesi Mısır, Suriye ve Ürdün’e savaş ilan etti. Operasyon tamamlandıktan sonra İsrail Mısır’da Sina yarımadasını, Suriye’de Golan tepelerini, Kudüs, Gazze ve Batı Şeria’yı işgal etmiş oldu. İsrail böylece Filistin topraklarının geri kalan kısmına da girmiş oldu. Zira 1948’de Filistin’in %48’lik bir bölümünü işgal etmişti. Haziran 1967 savaşı, genelde Arapların, özelde ise Filistinlilerin başına gelen ‘48 felaketinden daha azımsanır bir durum değildi. Çünkü Araplar ve Filistinliler sadece Filistin topraklarını kaybetmekle kalmadılar, Mısır, Suriye ve Ürdün topraklarının bir kısmını da kaybettiler.
Şimdi tamda böyle bir günde kendimize şu soruları sormamız uygun olur. Filistin devrimi Filistin’e ne kazandırdı? Birinci (1987) ve ikinci (2000) Filistin İntifadalarının Filistin davasına ne gibi bir getirisi oldu? İşgali sonlandırma ve başkenti Kudüs olan Filistin Devleti’ni kurma düşüne doğru daha fazla mı yaklaştık yoksa aksine uzaklaştık mı? Onsuz siyasi alandaki isteklerimizi gerçekleştiremeyeceğimiz Filistin Milli Birliği’nin gidişatı ne olacak? Ve böyle acı bir günde bir Filistinlinin sorabileceği daha binlerce soru var.
1967’de topyekun Arap halklarını sarsan bu depreme rağmen Filistin halkı küllerin altından çıkan Anka kuşu gibi İsrail işgaline karşı direnmek için ayaklanma ve intifada başlattı. Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistin halkı, Arap halklarının uğradığı bu felaket ve yenilginin büyüklüğünden duyduğu şaşkınlığa rağmen ve İsrail’in Filistin topraklarını kendi zimmetine geçirip orada Yahudi göçmenlerine yerleşim yeri kurarken; Filistin halkı işgale ve onun hegemonyacı siyasetine direnmek için fırsatı değerlendirmesini bildi. Onurun savaşı 21 Mart 1968’de idi. İşgalci kuvvetlerin Gazze’yi gündüz kendilerinin, gece Filistin mekanizmalarının yöneteceğini açıklaması ise 70’lerin başlarındaki olaylardandı. Birkaç sene geçmeden 1978’de Lübnan’da Filistin direniş hareketi başladı. 1982 Beyrut savaşı Filistin kurtuluş örgütünün (FKÖ) 88 gün havadan, karadan ve denizden İsrail saldırı ve ablukalarına direndiği bir savaştı.
Beyrut’tan çıktıktan sonra Filistin halkının önünde Yahudi göçü ve işgali karşısında Aralık ‘87’de ilk intifadayı başlatmaktan başka bir çıkar yol kalmamıştı. İntifada, FKÖ kuvvetlerinin Lübnan’dan çıkışının ve oradaki silahlı gücün varlığının sona erişinin Filistin halkının bağımsızlık, hürriyet ve yurda geri dönmeye yönelik istek ve ümitlerine son vereceğini zanneden işgalci zihniyete bir cevap niteliğinde idi.
İntifada, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerin dört bir yana dağılmış diğer Filistinlilerden ayrılmasının imkânsız olduğunu teyit ediyordu. Filistin’in siyasi liderleri, 15 Kasım 88’de Cezayir’de 19’uncusu düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi’nde bağımsızlık bildirisini sunarak bu İntifada’dan yararlandılar. 6 sene süren bu İntifada, FKÖ ile İsrail arasında siyasi görüşmeler yapılmasına zemin hazırladı ve sonunda 13 Eylül 1993 ilkeler bildirisi Oslo Antlaşması ile taçlandırıldı. Bu anlaşma her ne kadar Filistinlilerin bağımsızlık, hürriyet ve dönüş ümitlerine merhem olmasa da Filistin davasını, Filistin topraklarına geri iade etti. FKÖ 1967’den beri İsrail işgali ile olan savaşını Filistin toprakları dışında sürdürüyordu. Şimdi ise işgalcisi ile olan savaş, Filistin topraklarına intikal etmiştir.
Zamanla İsrail’in Oslo anlaşması ile güttüğü hedefleri gün yüzüne çıkmıştır. Filistin’in milli değerlerini gerçekleştirecek, uluslararası yasal kararlar temelinde Filistin–İsrail mücadelesine siyasi çözüm getirme amacı taşımayan hedeflerdi bunlar. Oslo Antlaşması’nın imzalanmasına rağmen İsrail’in göç siyaseti bir an olsun hızını kesmedi ki antlaşma taraflardan hiç birinin – amacı İsrail/Filistin anlaşmazlığının nihai çözüme kavuşturulması için görüşmeleri hızlandırma olan – tek taraflı adım atamayacağını vurguluyordu.
93–2000 yılları arasında Yahudi göçmenlerin sayısı iki katı oranında arttı. Yahudi göçü, dolambaçlı yolların inşası ve Şaron’un Temmuz 2000’de ikinci Camp David müzakereleri fiyasko ile sonuçlandıktan sonra Mescid-i Aksa’ya yaptığı ziyaret esnasında emrivaki siyasetini yürürlüğe koymaya çalışması; bütün bunlar 28 Eylül 2000’de Aksa İntifadası’nın patlak vermesine sebep oldu.
Aksa intifadası milli değerler ve haklardan feragat etmeye hayır deme ve siyasi çözümün bir parçası olarak Kudüs’e olan bağlılıklarını göstermek adına yapılmıştır. Filistin halkı bu intifada esnasında Yahudi işgalcinin beklentilerinin çok çok üzerinde direniş ve mücadele alanında yüksek düzeyde örnekler sunmuştur. Filistin direniş güçlerinin oluşturduğu tartışma ortamına rağmen Filistin İntifadası, işgalci ile olan savaşı işgalcinin kendi topraklarına nakledebilmiştir. İsrail’in askeri teorisi; yıldırım saldırıları düzenleyip savaşın en kısa zamanda Arap ülkelerine sıçramasını sağlamaktı. Ama Aksa intifadası hiçbir kritere uymuyordu. Filistin’in insani, ekonomik ve ruhsal kayıplarının büyüklüğüne rağmen Filistin halkının mücadelesi ve direnişteki sebatı bütün beklentileri boşa çıkardı ve Filistin İntifadası bugün bütün dünyanın izinden gittiği bir örnek oldu.
Geçen seneler boyunca Filistin halkının yaptığı fedakârlık ve gösterdiği gayretleri takdir edip onlara saygı duymakla beraber şunu vurgulamak gerekir ki Filistin milli birliği, Filistin halkının bekası ve karşı duruşu için emniyet kapakçığı durumundadır. Açıkça söylemek gerekir ki iç olay ve çatışmalar Filistin’in mücadelesine çok zarar vermiştir. Daha da vahim olan bu tarz olayların devam etmesi durumunda Filistin Milli Projesi’nin geleceğine yönelik çok tehlikeli oluşumlara sebebiyet vereceğidir. Filistin halkı bugün saflarını sıkılaştırmaya, iç savaşı terk etmeye ve Filistin davası üzerine bir karabasan gibi çöken tehlikelerle yüzleşmeye ihtiyaç duymaktadır. Çünkü İsrail işgali ile olan mücadelemiz daha uzun süreceğe benziyor.
Dr. Muhaymer Suud Ebu Sa’de
Filistin Enformasyon Merkezi