• Nombre de visites :
  • 1798
  • 9/9/2008
  • Date :

Ayetullah Cafer Subhanî  İle Söyleşi

ayetullah cafer subhanî

    Ayetullah Subhani Ehli Beyt mektebinin hayatta olan büyük ve seçkin alimlerinden biridir . 1929 yılında Tebriz’de dünyaya gelmiştir . İlk tahsilini beş yıl süresince Tebriz’de yapmış sonra Kum şehrine hicret etmiştir. Kum’da ilim ve fazilet örneği olan Ayetullah Burucerdî, Ayetullah Hüccet Ayetullah İmam Humeyni Allame Tabatabai gibi büyük rabbani alimlerin  huzurunda ilim ve fazilet tahsil etmiş; onlardan aldığı dersleri tahrir ederek yazılı hale getirmiştir . Şu anda Ayetullah Subhani’nin kendisi Kum İlim Havzasının büyük üstatlarından sayılmaktadır. Fıkıh, usul, tarih, kelam vb. birçok ilim dalında önemli eserleri İslam dünyasına takdim eden üstat, çalışmalarına devam etmektedir .

     Ayetullah Subhani ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide kendisine Hz. Ali (a.s ) ile ilgili sorular yönelttik . Şimdiden Hz. Ali (a.s)’ın doğum gününü bütün okuyucularımıza tebrik ederek kendilerini bu söyleşiyi okumaya davet ediyoruz . 

     Ehli Beyt Öğretisi: Muhterem üstat Allah (C.C.) Hz. Muhammed’i (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beyt’ine olsun) ilahî mesajı yani Kur’an’ı ve İslam mektebini İnsanlara ulaştırmak için seçmiştir. Onun seçkin kızı Hz. Fatma’nın da Müslüman kadınlara örnek olmasını istemiş ve Peygamber’in soyunun bu kızı vasıtasıyla devam etmesini irade buyurmuştur. Bu  bağlamda Hz. Ali (a.s)’ın İslamî inançların ve İslam şeriatının halka tebliğ edilip açıklanması yönünden konumu nedir? 

     Ayetullah Cafer Subhani: Bismillahirrahmanirrahim. Beyefendilere Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a yani İslam mektebinin ilk öğrencisi ve yetiştirdiği ilk  insana olan ilgilerinden dolayı teşekkür ediyorum. Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s.)’ın İslam mektebindeki konum ve mevkisini şöyle açıklayabiliriz:

Resulü Ekrem (s.a.a.)  İslam dinini kurdu, vahyin muhatabı Peygamber (s.a.a.) idi. Dinin kurucusu ve felsefi tabirle “illet-i muhdise” (oluşuma sebep olan ) o Hazret idi. Ancak Peygember (s.a.a.)’den sonra şeriatın baki kalması, varlığını sürdürmesi “illet-i mubkiye” (devam ettirici sebep) ister.

    Bir teşkilatı kurmak üzere olan bir müdür iki şeyi düşünmek durumundadır: Birincisi kuruluş için gerekli olan plan programı, ikincisi ise kuruluşun kesintiye uğramayıp hatta kurucunun kendisinden sonra nasıl devam ettirilmesi mevzusudur, bu kuruluş nasıl  devam edecektir? Bir müdür eğer sadece kuruluş aşamasını düşünür de devamı konusunda tedbir almazsa böyle bir müdür başarısız sayılır.

    Vahyin yetiştirmiş olduğu Hz. Resulü Ekrem (s.a.a.) Allah’ın inayetiyle her iki işi de yerine getirmiştir. Hem yönetici, kurucu ve müdürdür, şeriatı usulü (dinin temel ilkeleri) ile ve furu’u (dinin ayrıntı sayılabilecek hükümleri) ile o getirmiştir, hem de bu şeriatın bekası için Yüce Allah’ın emriyle bir yönden kendisi gibi olan bir insanı kendi yerine seçmiştir. Öyle bir insanı seçmiştir ki ilmini ve şecaatini Peygamber (s.a.a.)’den almıştır. Peygamber (s.a.a.)’de ne özellik varsa onda da vardır; ancak Peygamber (s.a.a.)’e vahiy nazil oluyor ama ona değil, Resulü Ekrem (s.a.a.) peygamberdir, Allah’ın mesajını insanlara ulaştırıyor ama o değil. Fark buradadır. Peygamber (s.a.a.)’in vefatından sonra onun vazifelerini üstleneceği içindir ki Peygamber (s.a.a.)’de bulunan  üstünlükler kaçınılmaz olarak yerine geçecek olan fertte de mevcut bulunmalıdır. 

    Emir’ul-Müminin Hz. Ali’nin konumunu şöyle tarif edebiliriz: Bir kurucu kendisinden sonra layık olan bir ferdi, kurduğu teşkilatı devam ettirmesi için seçiyor. Bu yüzdendir ki “Yevm’uddar” hadisinde anlatılmaktadır ki, Peygamber (s.a.a.) Haşim oğullarını davet ediyor ve buyuruyor ki: Sizin hanginiz bu iş üzerine benim yardımcım olacak? Ta ki benim kardeşim, vasim ve halifem olsun. Daha o ilk günlerden beri Peygamber (s.a.a.) onu bu iş için yetiştirmekteydi. O mecliste Ali (a.s.)’ın dışında kimse ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Peygamber: Sen benim vezirim ve halifemsin diye buyurdu.  [113] 

    Demek ki Hz. Ali’nin İslam dini ve İslam kanunlarındaki yer ve konumu o kurucunun ardından başa geçen ikinci yöneticinin konumudur. Peygamber (s.a.a.)’in bütün vazifelerini yerine getirmekte, ancak nübüvvet makamına sahip olmamaktadır. Peygamber (s.a.a.) resmi bir yöneticiydi, hem memleketin güvenliğini hem de halkın geçimini düşüyordu, Allah’ın hudutlarını icra etmesi gerekirdi. Kısacası bir devlet başkanı olarak memleketin tüm önemli işlerini yürütmesi gerekiyordu. Bunlardan daha önemli görevleri de vardı. Peygamber (s.a.a.)’in Kur’an’ın geçek manasını ve İslam’ın hükümlerini açıklaması gerekiyordu. Peygamber’den sonra bütün bu görevlerin Emir’ul-Müminin Ali tarafından  yürütülmesi gerekiyordu.

    Peygamber(s.a.a.) ortaya çıkan soruları cevaplandırıyordu. Hz. Ali de ortaya çıkan sorulara cevap veriyordu.

Peygamber-i Ekrem şüphecilerin ortaya attığı tereddütlere cevap vermekteydi. Hz. Ali (a.s.) da şüphelere ve tereddütlere cevap vermekteydi.

Peygamber(s.a.a.) hak ve batıl ölçüsüydü, yani her kim Peygamber’in yanında bulunsa hak; her kim karşısında bulunsa batıl sayılıyordu; bunun aynısı Hz. Ali için de geçerlidir.

  Başka bir takım vazifeler de mevcut ki şu an için fırsatımız yok.

  Ehli  Beyt öğretisi: Birçokları Hz. Ali (a.s)’a seçkin bir sahabe dahası dördüncü halife gözüyle bakılması gerektiğini düşünüyorlar. Sizce bu düşünce doğrumudur?

     Ayetullah Subhani: Bu görüş Ehli Sünnet’e ait olan görüştür. Biz diyoruz ki: Ali (a.s) bundan daha yüksek bir makama sahiptir. Tabi ki seçkin bir sahabedir, Müslümanların halifesidir, ancak “bila-fasıl” (Peygamber (s.a.a.) ile arasında başkası olmaksızın) halifedir. Peygamber (s.a.a.) birçok yerlerde Ali (a.s)’ın hilafetini açıklığa kavuşturmuştur. Birisi sözü geçen “Yevm ud-Dar” hadisindedir ki daha Peygamber (s.a.a.)’in nübüvvetinin başlamasından üç yıl bile geçmemişti. Bütün tebliğleri gizliydi, yeraltından çalışma yapmaktaydı. Kur’an’ı Kerim buyuruyor: “Ve en yakın hısımlarını korkut” [1] Yavaş yavaş yer altından çık ve yakınlarını uyar. Bu emir üzerine işte Peygamber davetini açıklamanın yanı sıra kendinden sonraki vasi ve halifesinin de kim olacağını açıkça bildiriyor.

  Yine Peygamber Tebük savaşında buyurdular:

“Ey Ali senin benim yanımdaki konumun ve menziletin Harun’un Musa (a.s) yanındaki konum ve menzileti gibidir. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir”.[2] 

  Bütün bu tebliğler gayri resmi açıklamalardı, zemine hazırlamak içindi.

subhanî

    Resmi açıklamanın yapılışı Gadir-i Hum’da ve bütün Müslümanlara ve dünya halkına karşı gerçekleştirilmiştir. Seksen bin dolaylarında büyük bir toplulukta, ateş gibi sımsıcak bir havada minbere çıktı ve “evleviyyet” meselesini ortaya attı. “Ben size karşı sizin kendinizden daha “evla”değil miyim?” diye buyurdu. Bu “evla” olma Ahzab suresinde geçen “vilayet”in aynısıdır. Ahzab Suresi’nde şöyle gelmiştir:

“Peygamber insanlar üzerinde onların kendilerinden daha ziyade tasarruf ve vilayet sahibidir.[3]

   Bu “evla” olma meselesine değindiğinde herkes “evet” sen daha evlasın”diye cevap verdiler. Sonra “tevhidi ve kıyamet inancını ortaya attı:

    Acaba sizler bir tek Allah’tan başka hiç ilah olmadığına tanklık ediyor musunuz? Herkes evet, dedi.

    Acaba sizler cennetin ve ateşin hak olduğuna tanıklık ediyor musunuz? Herkes evet dedi!

    Böylece dinin esaslarını saydıktan sonra buyurdu:

“Ben her kime karşı daha evla isem Ali de ona karşı daha evladır. Allah’ım onu seveni sev, onunla düşmanlık edene karşı düşman ol.” [4]

    Bu hadisin metninde geçen “mevla” hutbenin başında geçen “evla” kelimesinin aynısıdır. Arap dilinde “mevla” evla anlamında kullanılmıştır. Hadid Suresi’nde şöyle geçer: ”Artık bugün ne sizden, azaptan kurtulmanız için bir şey alınır, ne kafir olanlardan ve yurdunuz ateştir sizin, o size mevladır” [5] Buradaki mevla “evla” anlamında kullanılmıştır.

     Ehli Beyt Öğretisi: Sonuç olarak Ali (a.s)’ın dinin  öz metninde sahabi ve halife olmasının özel  bir yeri vardır demek istiyorsunuz.

     Ayetullah Subhani: Muhakkak! Mektebin yöneticisi olarak, Peygamber (s.a.a.)’in halifesi olarak, ve Peygamber (s.a.a.)’in bütün vazifelerini yerine getiren bir vasi olarak. Hilafetin kendisi Ali (a.s)’ın vazifelerinin sadece birisidir.

Ehli Beyt Öğretisi: Hz. Ali (a.s)’a İslami ölçüler çerçevesinde değil de bütün beşeriyetin ortak değerleri açısından bakarsak ne diyebiliriz?

     Ayetullah Subhani: Müminlerin emiri ilahi bir terbiyenin sayesinde birtakım haslet ve faziletlere sahipti ki kendine has ve benzersizdir. Kelam ve felsefe kürsüsüne geçip, yaratılış sırlarından, söz ederken, ilahî öğretileri anlatırken sanırız ki bu insan bütün ömrünü kelam, felsefe ve ilahî ilimleri tahsil uğrunda sarf etmiş. Sanki ilim okumaktan başka hiçbir iş görmemiş. Hükümet ve siyaset kürsüsüne geçtiğinde, yöneticinin ve hükümetin şartlarını, ülke idaresini anlattığında - Malik-i Eşter’e yazdığı mektupta görüldüğü gibi- sanırız ki bütün gençliğini siyasetle geçirmiş ve siyasetten başka bir işle uğraşmamış. Bir başka yerde insanoğlunun azgın istek ve arzularını hidayet etmek ve insanları arındırmak için ahlak kürsüsüne geçtiğinde, sanırız ki bu insan hep kendini arındırmak için ömrünü hep inzivada ibadetle geçirmiştir. Örneğin takvalıların özelliklerini sayan konuşmasına bakın!

“Onlar Cennetti görüp de onda nimetlerden faydalananlar gibidirler, onlar cehennemi görüp onda azap çekmekte olanlar gibidirler...”[6]

   Bir başka yerde de savaş meydanına girdiğinde öyle cengaver öyle kahraman bir savaşçı görüyoruz ki sanırız bu insanın bütün işi gençliğinden bu yana sadece savaşmakmış izlenmini uyandırmaktadır.

     Böyle birbirine zıt sıfatlara -ki çoğunlukla bir insanda toplanmazlar- sahip olmak Emir’ul-Muminin Ali (a.s)’ın özelliğidir. 

     Ehli Beyt Öğretisi: Sizce İslam Dünyası ve özellikle Ehli Beyt mektebi takipçileri Hz. Ali’yi gerektiği gibi tanımışlar mıdır?

     Ayetullah Subhani: Hz. Ali’nin ve peygamberlerin misali evren ve tabiat misalidir. Nasıl ki insan evren ve tabiat üzerinde ne kadar çalışsa  sürekli önceden keşfetmiş olmadığı sırlar ve bilgilere ulaşabilir Peygamberler de böyledir,  bir anlamda uçsuz bucaksız, sahili görünmez denizlerdirler. Ne kadar çok söz edilse değer.

     Emir’ul-Muminin hakkında tabii ki çok fazla çalışmalar yapılmıştır. Bunlara rağmen yine bu büyük insanın makamı hakkında yeni çalışmalar yapılmalıdır. Müslüman olmayanlar tarafından da çalışmalar olduğunu görüyoruz . Çünkü onlar Ali (a.s)’ın bir kâmil insan olarak bütün insanlık topluluğuna ait olup İslam’a münhasır olmadığını düşünüyorlar. Hıristiyanlardan Ali (a.s) hakkında araştırma yapanlar olmuştur . “İnsanlık adaletinin sesi “ diye bir kitap vardır. Bu kitabın yazarı Lübnanlı tanınmış bir Hıristiyan düşünürdür.

    Ben üzgünüm ki neden Ehli Sünnet kardeşler Ali ( a.s. )’ın bırakıp gittiği değerli sermayenin şu an elimizde bulunan Nehc’ül- Belağa dan faydalanmıyorlar.

     Ehli Beyt Öğretisi: Bize ayırdığınız vakitten ve

değerli sohbetlerinizden dolayı teşekkür ediyoruz.

Ayetullah Subhanî: Ben de teşekkür ediyorum.

Ahmed Mutlu


[1] -Şüera:214

[2] -Bu hadis için bkz: Sire-i İbn-i Hişam C:2 S:520

[3] -Ahzab:6

[4]- Menakib-i İbn-i Meğazili S:24, Şevahid üt-Tenzil C:1 S:190, Fusul ul-Muhimme S:27

[5]- Hadid:15

[6]- Nehcül Belağa’nın takva ehli insanların vasıflarını anlatın “Hemmam”  adlı hutbesi.

Hz. Ali (a.s)'ın Hayatıla İlgili Soru Ve Cevaplar

VARLIK GÜLÜ

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)