Gençlik Ruhu
Toplumlar gençlik ruhuyla canlılıklarını korur, onunla gelişir ve onunla ihtişama ulaşırlar. Bu ruhu kaybedince de, kılcalları kesilmiş çiçekler gibi pörsür, dökülür ve ayaklar altında kalırlar.
Delikanlılık çağında ve mektep sıralarında iken hemen her genç, millete hizmet aşkı ve vatan sevgisi gibi duygularla sık sık gerilir, toplumun yaralarını sarmadan, bu ülke ve bu ülke insanını yükseltmeden dem vurur; hissizliğe ve hareketsizliğe ateşler püskürür durur...
Ne var ki, böyle yüksek duygularla şahlanan bu gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçdikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar, ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde de bir çölleşme başgösterir. Daha sonra ise, tamamen cismani ve bedeni hayatın tesirinde kalan böyle bir genç, o güne kadar gönülden bağlı bulunup toz kon durmadığı yüksek ideallerinden uzaklaşa uzaklaşa tamamen sefil duyguların, pes menfaatlerin zebunu haline gelir. Bir kere de o acayip ve öldürücü turnikeye girdi mi, gayri semavi bir inayet olmazsa, geriye dönmesi bütün bütün imkansızlaşır ve bir zamanlar ateş püskürüp durduğu şeylerin azad kabul etmez kölesi olur çıkar. 0 kadar esirleşir ki; vazife ve mesuliyetleriyle alakalı bir kısım hususlarda, vicdanının ihtarlarından dahi rahatsız olmaya başlar.
Bundan böyle o, bütün düşünce ve kabiliyetlerini elde etdiği mevkii muhafaza ve amirlerinin teveccühünü kazanma gibi çok defa insan ruhunu alçaltan pes şeylerde kullanır ve bütün bütün sefilleşir. Bir de elde etdiği makam itibariyle yükselme istidadı gösteriyorsa, artık başka şeyleri görüp gözetmesi imkansızlaşır ve biricik totemi olan makamını kaybetmemek için, her türlü zillete katlanır. İcabında vicdanına ters, imanına muhalif işlere girer; fayda umduğu herkes karşısında iki büklüm olur; dün ak dediğine bugün kara demeye başlar; birgün önce göklere çıkardığı kimseleri, ertesi gün rahatlıkla yerin dibine batırabilir.
Ve hele, onun başkalarına, başkalarının da ona riya ve tabasbusları, zaten yaralanmış ruhunu ve hırpalanmış iradesini öylesine sarsar ve darbeler ki; bundan böyle onun hayır ve fazilet adına birşey yapması mümkün değildir. Ne acıdır ki o, dumura uğrayan hissiyatı, körelen zekası, bağlanan basiretine rağmen, hala kendini en iyi düşünen, en isabetli kararlar veren, en faydalı işler yapan biri gibi görme maraz ruh haleti içindedir!
Bu duruma düşmüş herhangi bir kimseye hatalarını hatırlatmak, ya da ikazda bulunmak oldukça zordur. Böyle hodbin ruhlar, hata ve yanlışlarını gösteren hemen herkese karşı gizli bir kin ve nefret duyduklarından ve en büyük yanlışlarına dahi sevap urbaları giydirerek kendilerini haklı görmeye alıştıklarından kimseden nasihat almak istemezler.
Evet, her insanda bir kısım zaaflar vardır ve bu zaafların belli iklim, belli atmosfer, belli şartlar altında hortlayıp ortaya çıkması da bir bakıma tabiidir.
Ancak, daha önceden bazı şeyler yapılarak, ruhun bu zaaflar girdabında boğulup gitmesini önlemek de her zaman mümkündür.
Öyle zannediyorum ki, her gençte, sağlam bir inanç düşüncesi, yüksek bir diğergamlık hissi, sönmez bir millet-vatan sevgisi uyarılabildiği.. sabah-akşam mukaddes mefkuremiz etrafında ahd-ü peymanlarla bir araya gelinebildiği.. serazat gönüllerin hayattan kam alma arzularına karşı tahşidatlar yapılıp, izzet ve şeref gibi değerler üzerinde durulduğu ve mukaddes düşüncelerimiz açısından ülke ve millete hizmet sayılmayan her iş ve meşgalenin bir abes ve bu türlü abeslerle meşgul olmanın da, zaman nimetine karşı affedilmez bir nankörlük olduğu kanaati, onların kafa ve gönüllerine yerleştirildiği ölçüde, kalbi, ruhi dağınıklığa düşmeyecek ve özlerini koruyacaklardır.
Aksine, makam sevgisi, şöhret hissi, hayat endişesi ve tama duygusu gibi insanın iç dünyasını karartan hastalıklarla, her gün ümit semamızdaki yıldızların kayıp kayıp gittiğini görecek ve iç burkuntularıyla iki büklüm olacağız.