İslam, hayatımızı şekillendirmiyecekse, niçin müslümanız?
*Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlenen bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-M. Mustafaoğlu (tevhidhaber.com’da) yazıyor: ‘M. Kemal laikliği getirmiş, ama bazıları yanlış anladı.. Suç yanlış anlayanlardadır.. O, din siyasete karışmasın, demiştir..’
*SEÇ: Hayır, o da ne istediğini biliyordu, onu takib edenler de, laiklikten neyi anladıklarını biliyorlar.. Bundan ilerisini konuşmaya ise gerek yok.. Çünkü, ‘aman, iyi saatte olsunlar, çarpabilir..’ Özgürce tartışılamıyan bir konuda söz söylemeye gerek yok.. Bir müslüman için, şu veya bu kişi ölçü olamaz.. Müslümanların ölçülerinin neler olduğunu, yine İslam belirler;
resmî ideolojiler değil.. İyiniyetliyseniz, bu gibi beylik laflardan kaçınmanız tavsiye olunur..
Din, hayatımızı, siyasetimizi belirlemiyecek ve o doğru olduğuna kesinlikle inandıklarımız ferdi ve sosyal hayatımıza yansımıyacaksa, o zaman din niçindir, bir de bunu düşününüz..
-Fatih Akgül yazıyor: ‘1920’ler sonrasını kitabında işleyen T. Özakman isimli bir yazara yazdıklarımın bir bölümünü sizinle de paylaşmak istiyorum: Ona, ‘Kitabınızda dikkat çektiğiniz hurafeciliğe bene de karşı çıkıyorum.. Bunlarla, sizin de belirttiğiniz gibi Allah adına, Allah’a iftira atılmaktadır. (…) Ama, siz de aynı yanlışlara düşmüyor musunuz? Bugün değişmez diye önümüze konulan o ilkeler ve bir kişinin kanunla korunması ne kadar doğrudur? Ya da, ikide bir, bir mezara gidip, oradaki deftere yazı yazmak, şikâyette bulunmak da hurafecilik değil midir? Türbelere gidenleri eleştirirken, aynı yanlışlara düşmüyor musunuz? Mekke müşrikleri de taşa değil, o taşın içindeki ruha taptıklarını söylüyorlardı.’ diye yazdım.’
*SEÇ: O kişiye de gönderdiğiniz bu seviyeli mektubunuzun, resmî ideolojiyi yüceltmekten başka derdi olmayan o gibi kişiler üzerinde fazla bir etkisini de beklememek gerekir..
-Kemal Baş Kıbrıs’tan yazıyor: ’27 Mayıs tarihli yazınızda, ’Devlet Bey"in, "Derin Devlet" içindeki hangi hassas birimlerle işbirliğinin olduğuna dair Türkeş"in bir elyazısı
mektubu’ndan da söz ediyordunuz.. O mektuba nasıl ulaşabilirim?’
*SEÇ: Bu konu yıllardır o kadar yaygındır ki.. Konu, basit bir siyasî kavga mıdır, bilemem; ama, bu ididalar yalanlanmamıştır. "Google"a girip, bu konuyla ilgili soru cümlesini yazarsanız, karşınıza yığınla dökümanla birlikte, o mektubun fotokopisi de çıkar.
-Bolat Kocamirza yazıyor: ‘Haksöz’ sitesinde, ‘Yargı İslamı yargılayamaz, Cübbeli darbeye direneceğiz’ başlıklı habere yazılan yorumlarda dile getirilenleri size aktarmak istedim..’
*SEÇ: Teşekkür. Ama, o söylenenler dışında, objektif olarak bilgim yokk.. Onun için..
-Cuma Özüsan Bursa’dan yazıyor: ’Bugün, mes’elenin bir partinin yanlış veya doğruları ötesinde, derin bir ideolojik saflaşma olduğu şeklindeki görüşlerinize katılıyorum.. Az-biraz dikkati olan herkes, böyle bir saflaşmada hangi tarafta yer alması gerektiğini bilir..’
-Mehmed Özyürek yazıyor: ‘4 Haziran yazınızda Prof. Şerif Mardin’in, ‘İmam Öğretmeni yendi.’ şeklinde yansıtılan cümlesine değinirken, onun bu sözünün de, ’mahalle baskısı’ sözü gibi tahriklere ’vesile’ olacağını’ yazdınız. ’Vesile’ kelimesini yanlış kullanıyorsunuz ve adetâ kulağım tırmalanıyor. ’Vesile’ sözcüğü olumlu, istenen, beğenilen durumlarda kullanılır.’
*SEÇ: ’Vesile’ kelimesine siz yanlış bir mâna vermişsiniz. O, nötr bir kelimedir, ona hangi mâna ve değeri yüklerseniz, onun rengini alır; onun taşınmasına vesile/ vasıta/ âlet olur.
-Erol Delice yazıyor: ‘Yazılarınızda, ‘derin devlet’ kavramını kullanıyorsunuz. Milletimiz devlet kavramına hassastır, ‘Derin devlet’ derken devletin eleştirildiğini düşünebilir. ‘Derin devlet’ yerine ‘oligarşi’ dense daha uygun olur. Kendimizi başkalarının terimleriyle ifade edemeyiz.. Oligarşi, devlet, cumhuriyet gibi sıfatlarla anlatılmamalıdır.’
*SEÇ: Kutsal olan herhangi bir devlet değildir.. Hak, adâlet ve hayır ölçü ve temelleri üzerinde kurulmuş olan sosyal organizasyon olursa, o devlet ile, harâmî çetelerinin devlet mekanizmalarını aynı değerde görülemez. Evet, kendi terimlerimizle konuşmalıyız..
-Ed-Dîn Sancaklı yazıyor: ‘Şeyh Estağfirullah, Podolsky veya Obama sendromu’ başlıklı yazınızda, İranlı olarak anılan İsviçre takımı oyuncularından Behramî, arnavuttur..
Ayrıca, Şerif Mardin‘in ‘İmam- Öğretmen’ konularını işlerken, ‘Bosna’lı müslümanların içinden çıkan ve komünistlerle işbirliği yapan ‘partizan’ların ‘Bizim İmamımız Tito’dur’ nakaratlı bir marşı boşnak sırbçasıyla mırıldandığını söylüyorsunuz. Boşnak sırbçası lafını hakaret sayarız. Sırbça ayrıdır, boşnakça ayrı.. Türkçe ile azerice gibi.. Boşnaklar müslüman olmadan önce, 500 yıl öncelerde, Bogomil mezhebindeyken de dilleri ayrıydı..’
*SEÇ: Yaptığınız düzeltme için teşekkür .. Ancak, boşnakça da sırbçanın ve daha genelde ise, slav dillerinin bir versiyonudur.. Türkçe ve azerîcenin de, kazakça, özbekçe ve kırgızcanın da temelde türkçe olması gibi.. Bir kavmin zulmüne olan nefret duygularımız, bizi onların diline düşmanlığa da götürmemelidir..
-Ahmed Yıldız (haksoz.net’te) yazıyor: ‘İki hanımkardeşimizin bir tv. kanalında yaptıkları konuşmalarla ilgili olarak önce kısa bir eleştiri yaptınız.. İçimde bir burukluk oldu.. Ama, dedikleriniz de doğruydu. Ama daha sonra, 17 Haz. günü yazdığınız yazıda o kardeşlerimizin dile getirdikleri doğruları etraflıca anlatarak alkışladınız.. Allah râzı olsun. Hataları olsa bile, kardeşlerimizin desteklenmesi gerekiyordu. Tabiî, özeleştiri de gerekli..’
-Mucahid, (habervaktim.com’da) yazıyor: ‘19 Haz. günlü yazınızda, ‘Afganistan neredeyse tekrar Talibân’ın avucuna düşmek üzere..’ diyorsunuz. Amerika’nın avucunda kalması size daha hoş geliyor gibi..’
*SEÇ: ‘Bir durum tesbiti yapmak için kullandığım o ifademden öyle bir mânayı nasıl çıkarabiliyorsunuz? Bırakınız müslüman bir halkı, müslüman olmayan halkların da işgalcilere karşı direnişini destekleyen birisine karşı bu sözünüz bir ağır bühtandır.
-F. Zehra (haksoz.net’te) yazıyor: ‘11 Haziran tarihli yazınızda, M.G.’den H. Ünal’ın, Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda, yaptığı ve ‘Türkiye’de müslümanların da temel hak ve özgürlükler konusunda problemleri var..’ şeklindeki konuşmasını eleştirirken, ‘27 Nisan e-muhtırası’ ile ilgili eski bir iddiayı da gündeme getirdiniz.. Ben o iddianın doğru olmadığını biliyorum.. Ayrıca, Sn. Ünal, prof. unvanını alalı epey oldu..’
*SEÇ: Benim o kişinin doç. veya prof. olmasıyla işim yok.. Bir takım hassas yerlerde ders verdiğine işaret ederken belirtmiştim akademik unvanını.. Mâdem ki, o kadar yakından tanıyorsunuz, benim o yazıda sözünü ettiğim hususlarda da yazmanızı beklerdim.. Bunları teyid mi ediyorsunuz? ‘27 Nisan e-muhtırası’nı onun yazdığını/ yazmadığını bilmiyorum, ama, yayınlandıktan sonraki günlerde, ‘müstehak olduğunuzu buldunuz..’ mânasında yazıp, zamâne yeniçerilerine alkış tutmamış mıdır ve keza, AK Parti’nin ‘kapatılması için’ dâva açıldıktan sonra da, aynı yönde, ‘ yargıçlar diktatöryası’ eğilimlerine destek vermemiş midir? Yazdıkları ortada.. Ancak, Recaî Kutan bey, parti kapatmalara karşı olduğunu çıkarken, onun gazetesinde bunların yazılmasını ilginç bulmuştum, mes’ele bundan ibaret..
Selahaddin Eş Çakırgil
Kaynak: Haksozhaber.net
Müslüman mı yetiştiriyoruz yoksa tebaa mı?
İslam ve Medeniyet