Rukayye Bintü’l-Hüseyin
İmam Hüseyin’in (a.s) kızlarından olan Rukayye[1] (s.a) hakkında tarih kitaplarında geniş bir bilgi kayda geçmemiştir. Hatta Rukayye’nin varlığı dahi, ulema arasında ihtilaf konusu olmuştur. Şianın meşhur ulemasından Şeyh Mufid İrşad’da, İsa İrbilî Keşf’ul-Gamme’de, Taberî Delail’ul-İmame’de, İbn-i Şehr-i Âşub Menakıb’ta, Tabersî Îlam’ul-Vera bi-Âlâm’il-Huda’da Rukayye’den söz etmemişlerdir.
Çoğu muhaddisler İmam Hüseyin’in Sakine ve Fatıma adlarında iki kızının olduğunu kaydederken bazıları da Zeynep adında bir kızının daha olduğunu iddia etmişlerdir.[2]
İmam Hüseyin’in kızı Zeynep hakkında da pek fazla bir bilgi yoktur. Gerek Kerbela öncesi, gerekse Kerbela sonrası olaylarda tarih kitaplarında bu Zeynep’in adından söz edilmemiştir. Ancak İmam’ın kız kardeşi Zeynep ile ona Zeynebeyn (iki Zeynep) dendiği, İmam’ın kız kardeşine Zeyneb-i Kübra, ona da Zeyneb-i Süğra adı verildiği rivayetler arasındadır.
Geçmiş muhaddislerden sadece İsa İrbilî, Kemal’ud-Din’den naklederek İmam’ın altısı erkek, dördü de kız olmak üzere toplam on çocuğunun olduğunu rivayet etmiş ancak, isimlerini zikrederken o da Sakine, Fatıma ve Zeynep’i kayda geçmiş, dördüncü kızının adını belirtmemiştir.[3] Buna göre, dördüncü kızının Rukayye olma ihtimali vardır.
Allame Hairî Maali’s-Sıbtayn adlı eserinde başta Muhammed b. Talha Şafiî olmak üzere bazı Şiî ve Sünnî ulemasının İmam’ın dördü kız ve altısı erkek olmak üzere on çocuğunun olduğunu, kızlarının da sırasıyla Sakine, Fatıma Süğra, Fatıma Kübra ve Rukayye olduklarını kaydetmiş, ancak yazısının devamında Rukayye’nin 5 ya da 7 yaşlarında vefat ettiğini, annesinin de Yezdgird’in kızı Şah-ı Zenan olduğunu belirtmiştir,[4] ki bu rivayetin doğruluk derecesi çok azdır. Zira, İmam Zeynelabidin’in de annesi olan Şah-ı Zenan (Şehr-i Bânu), Kerbela hadisesinden yaklaşık 23 veya 24 sene önce, İmam Zeynelabidin’in (a.s) doğumu sırasında vefat etmiştir. Dolayısıyla, bu rivayete göre; 5 veya 7 yaşlarında Şam’da vefat ettiği iddia edilen Rukayye’nin Kerbela’daki Rukayye olması imkânsızdır. Ancak, annesinin Şah-ı Zenan olmadığını varsayarsak bu durumda doğruluk derecesi daha inandırıcı olabilir.
Meşhur görüşe göre Hz. Rukayye’nin annesi Ümmü İshak’tır.[5] Ümmü Cafer-i Kazaiye diyenler varsa da bu, zayıf bir görüştür.[6]
Kısaca, İmam’ın Rukayye adında bir kızının Şam Harabesi adıyla meşhur yıkıntı bir evde vefat ettiğine değinen en eski kaynak, Kâmil-i Bahaî[7] adlı eserdir. Merhum muhaddis Kummî Nefes’ul-Mehmum, Muntehe’l-Âmal ve daha bir çok eserinde Rukayye’den söz ederken bu kitabı kaynak göstermiştir.
Hz. Rukayye’nin elim vefatını kaydeden bir diğer eser de Mecma’ul-Bahreyn’in sahibi Şeyh Fahrettin Turayhî[8] tarafından kaleme alınan Muntahab-ı Turayhî adlı eserdir. Bu eserde Rukayye’nin adı ve özellikleri açıkça yer almaktadır.
Bu rivayetlere binaen, Kerbela faciasını kaleme alan tarihçilerin naklettikleri rivayetlere bakacak olursak, Hz. Zeynep ve diğer esirlerin başından geçen şu olay dikkat çekmektedir: Esirler Kûfe’ye götürülürken Hz. Zeynep mızrakların ucuna geçirilen kesik başlar arasında kardeşi İmam Hüseyin’in başını görünce gözyaşları arasında bir şiir okumuş, şiirinde küçük Fatıma’dan söz ederek şöyle demiştir:
Ey hilal! Kemale erdiğin şu saatlerde görüyorum ki ay gibi tutulmuşsun
Ey kardeşim! Şu küçük Fatıma’yla konuş; konuş ki hüznünden neredeyse kalbi duracak![9]
Bu durumda akla gelen ilk soru şudur: Hz. Zeynep’in dilinden nakledilen bu rivayetteki küçük Fatıma acaba kimdir? Kesinlikle Hasan b. Hasan’ın hanımı olan Fatıma değildir. Çünkü Hasan ile evlenen Fatıma, küçük yaşta değildi, hatta Kûfe’de halka karşı konuşabilecek kadar büyüktü. Buna göre, birçok tarihçinin de iddia ettiği gibi bu küçük kızın Rukayye’den başka birinin olması imkânsızdır.
Kerbela faciası sırasında Rukayye’nin annesi hayatta değildi. İmam Hüseyin, bu yüzden kardeşi Zeynep’ten onunla ilgilenmesini, bir başka deyişle de Rukayye’ye annelik etmesini istemişti. Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere İmam’ın ilgilenilmesini istediği küçük kızı, Rukayye’den başkası değildi.
Tüm bunlara rağmen, değerli muhakkiklerden merhum Muhammed Haşim Horasanî Muntahab’ut-Tevarih adlı eserinde bu küçük hatunun varlığını doğrulayan bir rivayet daha vardır ki, bu rivayeti mütalaa edenler ağlamaktan kendilerini alamazlar; merhum Horasanî eserinde şöyle der:
"Dimeşk (bugünkü Şam) ulemasının saygın şahsiyetlerinden olan Şeyh Muhammed Ali Şamî, Necef İlim Havzası’nda ilim tahsil ettiği dönemlerde bir gün bana şöyle anlattı:
«Anne tarafından dedem olan merhum Seyyid İbrahim Dimeşkî, değerli alimlerden Alem’ul-Huda Seyyid Murtaza’nın torunlarındandı. Dimeşklilerin oldukça sevip saydığı muhterem bir zat olan dedem, o sıralar doksan yaşının üzerindeydi ve sadece üç kızı vardı; erkek evladı yoktu.
Bir gece, büyük kızı rüyasında Hz. Rukayye’yi (İmam Hüseyin’in kızı) gördü; Rukayye ona hitaben "Babana söyle Dimeşk hükümdarına desin ki: Mezarımda su birikmiş[10] ve bedenim bundan oldukça rahatsızlık duyuyor; bir an evvel gelip mezarımı tamir etsinler!" diyordu. Büyük kızı, ertesi sabah bu rüyasını babası Seyyid İbrahim’e anlattı. Ancak Seyyid İbrahim Ehl-i Sünnet’in çokluğundan korktuğu için bu rüyaya aldırış etmedi.
O gece ortanca kızı da aynı rüyayı gördü. Ertesi sabah o da rüyasını babasına anlattı. Seyyid İbrahim, yine aldırış etmedi. Üçüncü gece küçük kızı da aynı rüyayı görüp babasına anlattı ve Seyyid İbrahim yine oralı olmadı. Dördüncü gece, bu kez de Seyyid İbrahim’in kendi rüyasında Hz. Rukayye’yi gördü. Azarlarcasına Seyyid İbrahim’e: "Niçin hükümdara haber vermedin?" diyordu.
Ertesi sabah Seyyid İbrahim erkenden hükümdarın karşısına çıkarak gördükleri ilginç rüyayı ona da anlattı, türbenin temizlenmesi ve tamir edilmesi için ondan yardım istedi. Hükümdar, Dimeşk’in en meşhur Şiî ve Sünnî ulemasını toplayarak gusül almalarını ve temiz elbiseler giymelerini, bunları yaptıktan sonra topluca Hz. Rukayye’nin türbesine gitmelerini, türbenin kilidi kimin eliyle açılırsa tamir işini de onun yapmasını istedi. Ulema bu istekleri tek tek yerine getirdi ancak kilit kimsenin eliyle açılmazken sadece Seyyid İbrahim’in eliyle açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte Seyyid İbrahim’in eşliğinde içeri girildi. Bir an evvel toprağı kazmaya çalıştılar ancak Seyyid İbrahim’in küreğinin dışında kimsenin küreği yere eser etmiyordu. Alimler bunu görünce türbenin içini boşaltıp Seyyid İbrahim’i yalnız bıraktılar. Seyyid, toprağı kazıp cenazeye vardı. Üzerindeki toprağı temizleyip minik cenazeyi kollarının arasına aldı ve mezarından çıkardı; ne kefeni eskimişti, ne de bedeni[11] ama, mezarın içi gerçekten de suyla dolmuştu.
Seyyid İbrahim, Hz. Rukayye’nin minik bedenini gözyaşları arasında üç gün dizlerinin üzerinde bekletti ve bu süre zarfında türbe tamamen yenilendi. Seyyid, üç gün boyunca sadece namaz kılmak için yerinden kalkar ve minik bedeni pak ve yumuşak bir şeyin üzerine koyar, namazdan sonra onu tekrar dizleri üstüne alırdı.
Bu minik hatunun kerametlerinden hatıra olarak geriye kalan şu olmuştu ki; Seyyid İbrahim, bu üç gün içerisinde ne acıkmış, ne susamış, ne de aptes ihtiyacı duymuştu. Defin sırasında doksan yaşındaydı ve erkek evladı da yoktu. Bu yüzden dua ederek Allah’tan bir erkek evlat istedi. Yaşlı olmasına rağmen Allah da ona bir erkek evladı nasip etti ve adını da Mustafa koydu.
O zamanlar Dimeşk, başkenti İstanbul olan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeydi) Bu olayın ardından Dimeşk hükümdarı hadiseyi Osmanlı padişahı Sultan Abdulhamid’e iletti. Bunun üzerine Sultan Abdul-hamid Hz. Zeynep, Hz. Rukayye, Hz. Sakine ve Hz. Ümmü Kulsum’un türbelerinin bakım işlerini Seyit İbrahim’e havale etti. Bu makam onun vefatından sonra oğlu Seyit Mustafa’ya, onun ardından da oğlu Seyyid Abbas’a geçti. Bu olay, büyük bir olasılıkla yaklaşık olarak 1280 (Hicrî) tarihinde gerçekleşmiştir."[12]
--------------------------------------------------------
[1]- Rukayye, Arapça bir kelime olup «terakki» ve «yükselme» anlamına gelir. Bu isim, İslam’dan önce de vardı. Resul-u Ekrem’in ikinci dereceden dedesi Haşim’in kızlarından biri de Rukayye idi (Bkz: Biharu’l-Envar; Allame Meclisî, c.15, s.39). İmam Ali’nin (a.s) Müslim b. Akil ile evlenen kızının adı da Rukayye idi. Diğer imamlardan da kızlarına bu ismi verenler vardı. Örneğin; İmam Hasan’ın bir kızı, İmam Kâzım’ın da iki kızı (Rukayye Kübra, Rukayye Süğra) bu isimle çağrılıyorlardı (Bkz: el-İrşad, Şeyh Mufid (Farsça tercümesi), c.2 s.16 ve 236)
[2]- Menakıb-ı Âl-i Ebi Talib, c.4, s.77; Delaiul’l-İmame, Taberî, s.74.
[3]- Keşfu’l-Gumme, c.2, s.214.
[4]- Maali’s-Sıbtayn, c.2, s.214.
[5]- Ümmü İshak daha önce İmam Hasan’ın (a.s) eşiydi. İmam Hüseyin (a.s), kardeşinin vasiyeti üzerine şehadetinin ardından onunla evlendi. Şeyh Mufid el-İrşad adlı eserinde İmam Hüseyin’in kızı Fatıma’nın da Ümmü İshak’tan olduğunu kaydetmiştir. (Bkz: el-İrşad; (Farsça tercümesi), c.2, s.137)
[6]- es-Seyyide Rukayye, Amir’ul-Huluv, s.42.
[7]- Mezkur kitap İsfahan sultanlarından Helaku Han’ın veziri Baha’ud-Din’in emriyle Şeyh İmaduddin Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali Taberî tarafından yazılmıştır. Kitabın yazımı Hicrî 675 senesinde tamamlanmıştır. (Bkz: ez-Zeria ila Tesanif’iş-Şia, c.17, s.252)
[8]- Merhum Şeyh Fahruddin Turayhî, 11. asrın tanınmış Fars alimlerinden olup Hicrî 1085 yılında Irak’ın Rumahiye beldesinde vefat etmiştir. Başta oğlu Safaddin olmak üzere Allame Meclisî ve Seyyid Haşim Bahranî gibi birçok Şia uleması ondan rivayet nakletmişlerdir. (Bkz: el-Kunâ vel-Elkab, c2, s.448)
[9]- Biharu’l-Envar, Allame Meclisi, c.45, s.114-115; Nefesu’l-Mehmum, Şeyh Abbas Kummî, s.221-222.
[10]- O dönemlerde Rukayye’nin türbesinin kenarında küçük bir nehir vardı.
[11]- Bu olay yaklaşık 1280 (Hicrî) tarihinde meydana gelmiştir. Buna göre, Hz. Rukayye’nin vefat tarihiyle (Hicri 61) bu olay arasında 1219 sene gibi uzun bir zaman farkı vardır.
[12]- Muntahabu’t-Tevarih, s.388.