‘Büyük Şeytan’, yeni entrikalar peşinde
Amerikan ve bütünüyle Batı medyasında, gün yok ki, Ortadoğu’yla ilgili olarak yüksek perdeden değerlendirmeler yapılmış olmasın..
Almanya’nın eski Dışbakanı Joschka Fischer geçen hafta, Suûd makamlarıyla yaptığı görüşmeden sonra, ‘Amerika’nın Irak’da hedeflerine varmadan geri çekilmesi halinde, bölgenin daha büyük çapta İran’ın etkisi altına gireceğinden, bu durumdan en fazla rahatsız olacak olan ülkenin Suudî rejimi olacağını’ söylüyordu..
Amerikan Temsilciler Mecl. Başk. Nancy Pelosi’nin de, Kongre’de, Irak ve Afganistan’daki Amerikan saldırılarının finansmanına ilişkin müzakereler sırasında değişiklik olacağını ve ‘Bush’un Irak’ta sonu gelmeyecek bir savaşta ısrar ettiğini; Demokratlar’ın ise, askerlerin, en kısa zamanda ve güven içinde evlerine dönmesini isteyen Amerikan halkının yanında yer aldığını’ söylemesi, 8 yıllık Başkanlık süresini sürekli saldırganlık ve savaşlar içinde geçirmiş olan Bush’un kendi halkı tarafından nasıl karşılandığının da önemli bir göstergesi.. Halbuki, aynı Amerikan halkı, ‘Irak’da nükleer ve kimyasal kitlevî imha silahları’ bulunduğuna dair iddialarla Irak’a saldırdığında, Bush’a yüzde 85’le destek vermişti.. Bugün ise, Bush, iktidarının son 8 ayına girmiş bulunuyor.. Ve daha şimdiden, ‘son yüzyılın, hattâ Amerikan tarihinin en kötü başkanı’ gibi değerlendirmelere muhatab oluyor..
Amerika’da başkanlar arka arkaya en fazla iki kez seçilebilir, yani 8 yıl başkan olabilir Amerikan başkanlarının ilk 4 yılda, ikinci 4 yılı kazanmak için çalıştıkları; son 4 yılda ise, ‘tarihe, problemsiz bir ülke bırakan bir başkan olarak geçme’ye dikkat gösterdikleri bilinir.
Ancak Bush bu noktada da bir istisna oluşturuyor.. Çünkü, o, Amerika’nın geleceğini de kendi ipoteğinde tutmaya çalışıyor. Daha doğrusu, o değil de, etrafındaki ve kısaca (neo-con) denilen (Yeni Muhafazakârlar) bu planın uygulayıcıları.. Büyük çapta Amerika’daki etkili yahudi lobisinin seçkinlerinden oluşan ‘Neo-Con’lar, ellerine bir daha böyle bir fırsat ve bu şekilde rahat güdebilecekleri bir başka ‘başkan’ın geçmiyeceğini düşünerek, Amerikan geleceğini de etkileri altına almaya özel bir gayret gösteriyorlar..
Nitekim, geçen hafta, Bush’un yeni bir ‘Gizli İran Planı’ açıklandı..
Amerikan yönetiminin, İran’ın ‘atom bombasına sahib olmasına asla izin vermeyeceklerini’ gerekçe göstererek hazırladığı bildirilen ve Amerikan yönetiminin iç ilişkilerini iyi bilen gazeteci Andrew Cockburn’un açıkladığı ve Amerikan askerî çevrelerinin ‘Daha önce bu kadar geniş kapsamlı bir direktife tanık olmadık’ dediklerinin bildirildiği, bu yeni entrika planına göre yapılması düşünülenler şunlar:
* İran’ın nükleer programında çalışan yüksek dereceli sorumlulara suikasdler,
* İran İslam Cumhûriyeti rejimine karşı silahlı mücadele veren ve İran’daki isimlendirmeyle ‘Halkın Münafıkları Örgütü’ne daha çok destek verilmesi.
* İran’daki Şiî ekseriyete karşı, Sünnî bölgelerde huzursuzlukları tahrik etmek,
* PKK’nın İran’daki ayağı olan PJAK isimli örgüte destek..
* Gizli operasyanlar ve muhalif örgütlere aktarılacak fonlar için 300 milyon dolar ayrılması.
Amerikan emperyalizmi, bu arada, Irak içinde de, hem Mâlikî Hükûmeti’nin İran’ın etkisinde olmasından tedirgin; hem de Muqtedâ es’Sadr’a bağlı güçlerin merkezî hükûmetle kapışması karşısında, merkezî hükûmeti destekliyor. Bu arada, Sadr’ın silahı bırakması halinde, Irak’daki siyasî sürece katılabileceğini de açıklıyor..
Yani, USA emperyalizmi bölgedeki hedefleri için herkesi tutabilir de, satabilir de..
Çünkü, Bush, İsrail’in mutlaka korunması gerektiğini, kendi dinî (evangelic christian) inancının bir gereği sayıyor.. Çünkü, bu grup hristiyanlar, öteki hristiyanlar gibi yahudilere düşman olmayıp, yahudilerle işbirliği yapılmasını ve Îsâ Mesîh’in dönmesi için, önce ‘Büyük İsrail’in kurulmasını şart görüyorlar, kısaca.. Ve ikibin yıl boyunca vatansız kalıp, hristiyanlar elinde nice büyük zulümlere mazur kalan yahudiler, işgal edilmiş, çalınmış Filistin’de İsrail adıyla kurdukları devletlerinin 60. yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyorlar, bugünlerde..
Amerika için, aslolan, Ortadoğu’daki, bu kanser tümörünün korunmasıdır ve bütün düzenlemeler de ona göre yapılmak istenmektedir.. Yani, Amerika’nın dostu yoktur; hedef ve menfaatleri vardır ve o hedefler için herkesi kullanmak ister, herkesi de satabilir, İsrail hariç.. Nitekim, 1991’de Saddam’a karşı ayaklanmasını istediği kürdleri sonra Saddam’ın eline bırakmış ve daha sonra da yine onların elinden tutmuştu.. Son zamanlarda, Talebânî ve Barzanî’nin, yine kullanılıp terkedilebilecekleri korkusuna kapılmaları ve Türkiye’ye yakın mesajlar vermeleri bu yüzdendir de.. Ve bu yakınlaşma, akıllıcadır da..
Bu noktada, ‘neo-con’un önde gelen isimlerinden olan ve geçmişte Tayyîb Erdoğan’ı ‘İslamo-faşist’ diye ağır şekilde eleştiren Michael Rubin’in Erdoğan’a saldırılarına yeniden başlaması ve Türkiye’de, AK Parti’nin katapılması sürecinde Amerika’nın nasıl bir tavır takınacağını açıkça ortaya koymaması da, aynı hedef ve menfaat hesablarıyla izah edilebilir. Hatırlanacağı üzere, AB çevreleri Türkiye’deki gelişmelere açıkça tavır koyarken, Amerikan çevreleri, ‘Türkiye iç hukuku içinde, kanuna uygun olarak yapılan gelişmeleri saygıyla karşılaşacağını’ açıklamakla yetinmektedir. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’deki bütün askerî darbeler de, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine göre, içhukuka uygun şekilde yapılır ve hiçbir askerî darbe de, USA silah sistematiğine ayarlanmış TSK’nın her tasarrufundan otomatik olarak haberdar olan NATO dolayısiyle, Amerika’dan izinsiz/ habersiz yapılamaz!.
DEMOKRATİK LAİKLİK Mİ, LAİK DEMOKRASİ Mİ?
Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn, ‘Türk demokrasisi (Dur-kalk demokrasisi) olmamalıdır..’ diyordu, dün, CNN’de.. ilginç bir yaklaşım.. Demokratik laiklik, yani sınırları, demokratik ölçülere, halkın iradesine göre belirlenecek bir laiklik.. Laik demokrasi ise, halkın iradesinin ancak, egemen güçlerin belirlediği bir laiklik çerçevesine göre geçerli olan bir demokrasi.. Bu önemli bir soru..
Ve Türkiyedeki laik uygulama, ‘vesayet-i askeriye’ altında olduğundan; Padişah’lığın sona ermesinden beri ve iktidarı ele geçiren ‘fiilî Ankara Sultanları’nca yönlendirilir. Bu ‘Ankara Sultanları’, gerçek iktidarlarını sürdürmek için, gerektiğinde diktatör ve gerektiğinde demokrat olurlar, gerektiğinde ulusalcı, (eskiden de marksist) ve hattâ, gerektiğinde halkın inancıyla aynı çizgideymiş gibi bir görüntü bile verebilirler..
Buna karşı, halkın kendi içinden gönderdiği ve kendi iradesini hâkim kılmalarını istediği temsilcileri ise, güç denemelerine, egemen güçlerin koyduğu kurallar içinde çıktıkları için, daha baştan yenilmiş olmayı göze alıyor durumdadırlar. Çünkü, biraz güçlü duruma gelir gelmez, egemen güçlerin kurallarına göre, hemen faullu sayılıp, puanların silinir ve hattâ oyun dışı bile bırakılabilirler.
Obama ve savaş edebiyatı 2
Amerikan Emperyalizminin Söylem Değişikliği (3)