EHLİBEYT'İN SEÇKİN MAKAMI
"Onlar, O"nun (Allah"ın) soyu, sırrının yeri, dininin sığınağı, bilgisinin heybesi ve hikmetlerinin merciidirler. Kitaplarının konduğu, korunduğu yerdir onlar; dinin dağ-larıdır onlar; dinin beli (bükülürse) onlarla doğrulur; eli ayağı (titrerse) onlarla dincelir, dertten kurtulur..."
"Bu ümmetten hiç kimse Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem"in soyuyla kıyaslanamaz; daima onların nimetlerine ulaşan kişiyle hiçbir zaman onlar eşit olamaz. Onlar dinin temeli, tam inancın direğidirler; ileri gidenin dönüp (orta ve doğru yolda giden) onlara katılması, geri kalanın da gelip onlara uyması gerekir."
"Onlarda toplanmıştır velâyet (Müslümanlara önderlik) hakkının özellikleri elbet, onlardadır vasiyet (Peygamberin onların velâyeti hakkındaki tasrihatı) ve verâset (Nebevî kemâllere vâris olma). Şimdi hak ehline döndü; yerine geldi; sâhibini buldu." (Hutbe, 2.)[1]
Bu birkaç cümlede, Ehlibeyt"in fevkalâde bir maneviyata sahip olduğu, bu maneviyatın onları normal üstü bir seviyeye yükselttiği ve bu seviyede hiç kimsenin onlarla mukayese edilemeyeceği göze çarpmaktadır. Peygamberlik konusunda başkalarının Resulullah"la (s.a.a) mukayese edilmesi yanlış olduğu gibi, hilafet ve imamet konusunda da yüksek bir seviyeye ulaşmış insanlar olduğu sürece di-ğerlerinden bahsetmek, başkalarını bu makama layık görmek boştur.
"Biziz nübüvvet ağacı, vahyin indiği mahal; meleklerin inip çıktıkları yer. Biziz ilim mâdenleri, hikmetlerin kaynakları."[2]
"Nerede o kişiler ki bizden -Ehlibeyt"ten- ayrı olarak kendilerini ilimde derinleşmiş sayarlar, hem de yalan olarak, Allah"ın bizim derecemizi yüceltip, onlarıysa alçaltmış olması; bize ihsan edip vermesi, onlarıysa mahrum bırakması; bizi haremine alması, onlarıysa oradan çıkarması için bizi kıskanarak bu zanna kapılırlar?! Oysa ki hidayet ancak bizimle istenebilir, körlük bizimle giderilebilir. Bilin ki İmamlar Kureyş"ten, hem de Kureyş"in Hâşimî soyundandır. işler onlardan başkasıyla düzene girmez, başkaları da böyle bir liyakate sahip değillerdir."[3]
"Oysa ki biziz Rasûlullâh"ın libâsı, gerçek dostu. Biziz hazînesinin hazînedarları ve kapıları. Evlere kapılardan girilir ancak, kapılarından girmeyenlere hırsız denir muhakkak."[4]
"Kur"ân"ın yücelikleri, övgüleri onlaradır. Onlar, Rahmân"ın defineleri, hazineleridirler. Söylerlerse doğru söylerler, susarlarsa kimse onları geçemez."[5]
"Onlar ilmin hayatıdır, bilgisizliğin ölümü. Hilimleri (ya da verdikleri hükümler, açıkladıkları görüşler), ilimlerinden haber vermede; susuşları, konuşmalarındaki hikmetleri bildirmededir. Hakka karşı durmazlar, onda ayrılığa düşmezler. Onlar İslâm"ın direkleri ve halkın sığınaklarıdır; hak onlarla yerini bulur; batıl, onlarla yerinden ayrılır; dili kökünden kesilir. Onlar, dini, onun hükümlerini kavramak, onlara riayet etmek suretiyle anlamışlardır; duymak, rivayet etmek yoluyla değil. Çünkü ilmi rivayet edenler çoktur; ona riayet edenlerse pek o kadar yoktur."[6]
Nehc"ül-Belâğa"nın kısa sözler bölümünde şöyle geçer: Kumeyl b. Ziyad-ı Nehaî der ki: Emir"ül-Müminin Ali (Kufe"deyken ve hilafet döneminde) elimi tuttu ve birlikte şehrin dışındaki mezarlığa doğru yola koyulduk. Issız bir çöle vardığımızda, uzun bir "ah" çekip konuşmaya başladı:
"Ey Kumeyl! Âdemoğullarının kalpleri kaplar gibidir; kapların en iyisi içine bırakılanı en iyi şekilde koruyandır, o hâlde söylediklerimi kaydet."
Hz. Ali (a.s) bu nisbeten uzun konuşmasında insanları hakkı izleme açısından üç gruba ayırmakta, daha sonra göğsünde sakladığı bol bol sırları emanet edebileceği liyakatli insanlar bulamadığı için yakınmakta, özlemini dile getirmektedir. Fakat sözlerinin son bölümünde buyuruyor ki, elbette yeryüzü Ali"nin arzuladığı Allah adamlarından boş da değildir; hayır, her zaman ve sürekli böyle insanlar az da olsalar varolacaklardır:
"Allah"ım, evet; yeryüzü, Allah için delil ve hüccet olan, onun için kıyam eden birisinden boş kalmaz; (o, ilmi ve dini ayakta tutar) ama meydanda olur, bilinir, tanınır yahut (hikmete mebnî) korkar, gizlenir. Allah"ın hüccetlerinin, Allah"ın apaçık delillerinin batıl olmaması için hüküm budur, böyledir. Ama bunlar kaç kişidirler ve nerededirler? Andolsun Allah"a ki onların sayıları azdır; Allah katındaki dereceleri ise pek büyüktür. Allah delillerini, onlara bezeyenlere ısmarlayıncaya, kendi benzerlerinin gönüllerine ekinceye kadar onlarla korur. İlim tam bir basiret üzere onların kalbine akın eder, onlar yakin ruhuyla birleşmişler. Varlıklı kimselerin zor olarak gördüğü şeyler, onlar için kolaydır; bilgisizlerin kaçındıkları, hoş görmedikleri şeyler hoş görünür onlara. Ruhları en yüce makamda olduğu hâlde, bedenleriyle dünya ehlinden görünürler, onlarla görüşüp konuşurlar. İşte bunlardır Allah"ın yeryüzündeki halifeleri, dininin davetçileri. Âh, âh! Onları görmeyi ne kadar da arzuluyorum."[7]
Bu cümlelerde Ehlibeyt"in ismi işaretle de olsa geçmemiştir; ancak Nehc"ül-Belâğa"da Ehlibeyt hakkındaki benzeri cümlelerden, bu sözlerle de kesinlikle Ehlibeyt İmamlarının kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu bölümde Nehc"ül-Belâğa"dan aktardığımız sözlerin tamamından anlaşılan şudur: Nehc"ül-Belâğa"da, siyasi konularda Müslümanların önderliği ve hilafet meselesinin yanısıra, Şia"nın "hüccet" diye kabul ettiği özel anlamıyla imamet meselesi de işlenmiş, apaçık bir şekilde beyan edilmiştir.
-------------------------------------------------
[1]- Velâyet ve vasiyet, Hz. Peygamberin (s.a.a) yerine geçen zâtın, Allah"ın emri ve Hz. Peygamberin (s.a.a) tebliği ile ümmetin İmamı ve Peygamberinin vasisi olup din ve dünya işlerinde ümmet içinde veliyy"ül-emr oluşudur ki, bu inanç "İmamiyye" yahut on iki İmamın velâyet ve imametine inandıkları için "İsnâ-Aşeriyye" denen; diğer mezhepler, İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve oğlu İmam Cafer Sâdık"ın (a.s) zamanında çıktığı ve Ehlibeyt"e uyanların İmam Cafer"e (a.s) uydukları için "Caferiyye" diye de anılan mezhebi, diğer mezheplerden bilhassa ayıran inançtır. (Abdulbaki Gölpınarlı)
[2]- Nehc"ül-Belâğa, hutbe, 107.
[3]- Nehc"ül-Belâğa, hutbe, 142.
[4]- Nehc"ül-Belâğa, hutbe, 152.
[5]- Aynı.
[6]- Nehc"ül-Belâğa, hutbe, 237.
[7]- Nehc"ül-Belâğa, hikmetli sözler, 147.