Din’e Karşı Din’in Hesaplaşması: “Kerbela”
“Yarının İslam’ı Mefatih-ul Cinan’ın gelenekçi) İslam’ı değil, Kur’an İslam’ıdır. Yarının Şiiliği artık Şah Sultan Hüseyin Şiiliği değil, İmam Hüseyin Şiiliği (taraftarlığı)dır. Yarının Dini artık cehalet, zulüm, taassub, avam, köhnecilik, telkin, gelenek, tekrar, ağıt, zaaf, zillet değil; şuur, adalet, bilinç, özgürlük, devinim, devrimci hareket, yapıcılık, ilim, medeniyet, sanat, edebiyat, toplum, sorumluluk, ilerleme, yeni düşünme, geleceğe bakış, zamana, tarih yazgısına egemen olma dinidir… Hüseyniye bir yer, bir olay, bir grup, bir toplantı değil, bir “akım”dır. Zamanın ihtiyaç ve zaruretinden doğan bir varlıktır. Topluma ve zamana hakim ilahi yasalar, “Teslis İslamı”nı ve “Kara Şiiliği” ortadan kaldırıp “Tevhid İslamı”nı ve “Kızıl Şiiliği” yerleştirme görevini yerine getirmesi için yaratmıştır onu.” (Şehid Dr. Ali Şeriati, Ba Muhatabhay-i Aşina/Aşina Yüzlerle, Türkçesi Fecr. Yay. 2007 sf.140-141)
Takvimlerimiz 10 Muharrem’i gösterdiğinde hep bir hüzün rüzgarı eser coğrafyamızda. Kur’an’da “Eyyamullah” olarak tanımlanan önemli günler ve anlar bulunmaktadır. Zaman İslami dünya görüşünde ancak Tevhid ve Adalet ilkeleri için ortaya konan Salih kimi amellerle anlam kazanır. Bu bağlamda baktığımızda Rabbimizin günleri onun adının yüceltildiği, tarihe şahitliğin ve şehitliğin kazındığı bayraklaşan, birer şiar halini alan günlerdir. Bunun için Kur’an’da zikri geçen günler, aylar ve geceler elbette Allah’ın yegane mübarek kıldığı zaman dilimleri değildir. Çünkü tarih akışını sürdürmekte geçmişten anlatılan kıssalara bugün yeni kıssalar eklenmekte ve bu birikim yarının kıssaları beklemektedir. Kur’an’ın nüzulunun son bulmasından sonra da tıpkı nüzul döneminde ve öncesinde olduğu gibi Tevhid ve Adalet mücadelesi devam etmiş hakkın taraftarlarıyla batılın taraftarları farklı zaman dilimlerinde farklı kimliklerle de olsa aynı çartışmanın tarafları olarak yerlerini almışlardır. İşte 10 Muharrem’de yaşanan Kerbela Kıyamı da Kur’an’da yeralmayan ama Kur’an’ın anlattığı kıssaların bir tekrarından ibarettir. Hz. Hüseyin dedesinin getirdiği Kur’an mesajının bir karşı devrim darbesiyle ters yüz edilmesine karşın son çare olarak silahlı mücadeleye başvurmuştur. O’nun ortaya koyduğu bu işaret fişeği hakkı ve adaleti haykırmaktan başka bir şey değildi. Kerbela’yı bir feda harekatı olarak ta tanımlayabiliriz. Kerbela’nın mesajını doğru anlamanın yolu onun ayakta tutmaya çalıştığı Kur’ani mesajı doğru anlamaktan geçiyor. Kur’an’ın bütünsel dünya görüşü Tevhid, Adalet ve ahlaki kaygı üzerine bina edilmiştir. İlahi vahyin tüm amacı bu üç temel esası ayakta tutmak ve bu üç temel esas ekseninde bir şahsiyet ve toplum inşa etmektir. Müslümanlara düşen görev ise bu amaca uygun bir yaşam tarzı ortaya koymaktır. İman ve Salih amel olarak tanımlayabileceğimiz bu görevi Hz. Muhammed (sav) hakkıyla yerine getirmişti. Ancak ondan sonra gelişen beşeri zaaflar Cahiliyye’nin yeniden hortlamasına sebebiyet vermişti. İşte Hz. Hüseyin bu karşı-devrim ifsadına karşı kendisini feda etmiştir. Bu feda eylemi ile de Gerçek İslam’a karşı üretilen Sahte İslam’ın gerçek yüzünü ifşa etmiştir. Kerbela hadisesi bu sebeple herhangi bir mezhebin başka bir mezhebe isyanı değil Tevhid ve adaleti savunanların hurafelere ve zulme karşı koyuşunun simgesidir. Ali Şeriati’nin de isabetle söylediği gibi Hz. Hüseyin bugünkü anlamıyla bir şii değildi ve bugünkü Şiilik için de savaşmamıştı. Hz. Muhammed de Sünni değildi. Hz. Peygamber de Hz. Hüseyin de katışıksız birer Hanif idiler ve “Tevhid-Adalet-Ahlaki kaygı” uğruna mücadele ediyorlardı. Onlar herhangi bir taassup ve mezhepçilik için değil, dünyevi bir hırs ya da çılgınlık sonucu değil sadece ve sadece Kur’ani gerçeklerin unutulmaması için yola çıkmışlardı. Bazen bir hakikatin ayakta kalması için insanın canıyla malıyla ailesiyle kendisini feda etmesi gerekir. İşte bu şahitlik bilinci bir ömür boyunca Kur’an’ın ilkelerini yaşamlaştırma çabasının şehitlik tacıyla sonlanmasını sağlar. Peki ne olmuştu da Hz. Hüseyin bu denli önemli bir fedakarlıkla tarihi sarsmış ve nesilden nesile anlatılacak olan bu önemli direnişi başlatmıştı? Ümeyyeoğulları kabilesinin Nebevi Sünnet’e karşı fitne dönemiyle başlayan itaatsizliği saltanatı ihdas etmeleriyle devlet erkini ele geçirmeleriyle zirveye ulaşmıştı. Müslümanlar yukarıdan aşağıya doğru Kur’an’ın onlara kazandırdığı bilinci kaybetmeye başlamışlar, Muhammed (as)’ın örnekliğiyle kurulan İslami yapı çözülerek, İslam öncesi cahili anlayışa geri dönme süreci başlamıştı. Öz, Muhammedi Sünnilik yani Hz. Peygamber’in sünnetini takip etme yolu Emevilerin resmi Sünniliğine dönüştürülüyordu İşte Hz.Hüseyin’in itirazı bu resmi saray Sünniliğine karşı yükseltilen Nebevi Sünnetin/Sünniliğin savunusundan ibaretti. Bu durumu, Nebevi Sünnet’in tarafı anlamına gelen Ali’nin tarafında yeralmak (Ali Şiası) olarak ta tanımlayabiliriz. Ali Şeriati’nin ifade ettiği gibi bu bağlamda Muhammedi Sünnilik ile Ali Şiası aynı şeydir. Tıpkı mantık olarak Emevi Sünniliğiyle Safevi Şiasının aynı şey olması gibi… İşte Hz. Hüseyin Kur’an’da muvahhidlik, haniflik, Müslümanlık olarak tanımlanan Nebevi Sünnetin/Ali Taraftarlığının mesajını yani Kur’an’ın mesajının sesiydi…
Kur’an’ın çağındaki şahidi olan Hz. Hüseyin, tarihi kaynaklarda geçtiğine göre, Yol arasında gözü Kufe tarafından gelen iki kişiye takıldı, onlarla konuşmak için durdu. Onlar kendisinin Hz. Hüseyin olduğunu anlayınca yollarını değiştirdiler. Hz. Hüseyin de, onların konuşmak istemediklerini anlayarak yoluna devam etti. Daha sonra geride kalan ashabından biri yolda onları görünce onlarla konuştu. Onlar Muslim'in ve Hâni'nin şehadeti gibi Kufe'de olup biten acı olayları kendisine anlattılar ve dediler ki: "Vallahi biz bu haberi Hz. Hüseyin'e vermeye utandık." O adam kendisini Hz. Hüseyin’e ulaştırarak İmam'ın bulunduğu çadıra girdi ve dedi ki: "Sizin için önemli haberlerim var; dedi ve devam etti: "Dün görüp konuşmak istediğiniz, sizi tanıyınca da yollarını değiştiren iki kişiyle konuştum; onlar olup bitenleri anlattılar. Onlar Kufe'nin, Yezid'in askerlerinin eline düştüğünü, Muslim ve Hani'nin şehid düştüklerini haber verdiler. Hz. Hüseyin bu haberi duyunca gözlerinden yaşlar aktı ve sonra şöyle dedi: "Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi ahdini gerçekleştirdi (şehid oldu), kimi de (sıraları gelsin diye) beklemektedir. Onlar (verdikleri sözü) hiç bir değiştirme ile değiştirmediler."
Hz. Hüseyin bu cevabıyla yola sadece Kufe’nin siyasal çağrısı için çıkmadığını aksine Kur’an merkezli bir ıslah çağrısının ana hedef olduğunu vurgulamaktadır. Muslim’in de kendi sorumluluğunu yerine getirerek Kur’ani şahidliğini yerine getirmiştir ve her Müslüman önder de bu şahidliği göze alabildiği ölçüde hakkın davetçisi olabilir.
Hz. Hüseyin dünyevileşen ve zulme, haksızlığa karşı ılımlılaşan din anlayışına "Gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm insanlara yakışır. Yakub Yusuf'u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum." Diyerek neşter vurmuştur. Onun ortaya koyduğu bu örnekliğin günümüz açısından da güncelliğini koruyor olması dikkate değer. Bu duruş şu ayetin de aslında hayattaki bir yansıması oluyordu: “Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. (Al-i İmran 3/157)
İğreti hayatı âhiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda çarpışsınlar. Allah yolunda çarpışıp da öldürülen yahut galip gelene biz, yakında, büyük bir ödül vereceğiz. (Nisa 4/74)
Yine bütün ashabı öldürüldüğü ve sadece kendisi kaldığı halde, deniz gibi dalgalanan, her birinin elinde mızrak ve sırtında kılıç olan otuz bin kişinin karşısında durarak şu anlamda bir mesaj verdi: "Şu rezil oğlu rezil, şu haramzade oğlu haramzade (emir ve komutanınız olan Ubeydullah b. Ziyad) bana kılıçla (ölümle) zillet arasında seçenekli olduğumu haber verdi; Hüseyin nerede, zillet nerede? (Heyhat min ez’Zille!). Hz. Hüseyin’in bakışı Kur’an’ın nazil olduğu evde yetişmesiyle olgunlaşmıştı. O dedesinin ve babasının eğitiminden geçmiş, ilk Kur’an nesli’nin simgelerinden biriydi. Nebevi sünnetin inşa ettiği Muvahhid bir şahsiyet olarak Hüseyin İslam’ın değişmez, değiştirici değerlerinin verdiği izzeti taşıyordu. Ölüm korkusu ve dünyalık geçim sıkıntısı ile tehdit edilerek İslam’ın değerlerinden vazgeçmesini iseteyenlere karşılık Müslüman bir öncünün ortaya koyması gereken örnekliği sergiliyor ve tüm Müslümanlara gerektiğinde en değerli şeylerinden İslam için vazgeçilmesi gerektiğini bizzat kendisi uygulayarak öğretiyordu. İşte gerçek irşad ve gerçek mürşid böyle olmalıydı. Hz. Hüseyin herhangi bir dinsel hiyerarşi, din kurumu ya da kisvenin, otoritenin adamı olsaydı, saraylarda sıcak ortamlarda güzel güzel fetvalar verir ve hem makamını korur hem de kalabalıklar gözünde riyakar bir din adamı olabilirdi. Oysa Hz. Hüseyin’in karşısında duranlar din’e karşı böylesi kurumsallaşmış resmi bir din’i çıkartıyorlardı öne. İşte bu karşılaşmada Hz. Hüseyin dedesinin getirdiği mesajı haykırıyordu: Kur’an’ın Dini ancak Tevhid ve adalet için insanları dinsel, siyasal ve ekonomik baskıdan kurtarmaya gelmiştir, Zulmün kanatları altında korunan dinsel otoriteler ise tıpkı Musa (as)’a karşı örgütlenen Firavunun sihirbaz rahipleri, İsa (as)’a karşı duran Yahudi Hahamları, Muhammed (as)’a karşı duran Hristiyan Rahipleri ve Mekke Şirk dininin sarıklı cübbeli din adamları gibi her zaman uyuşturucu etki yaparlar. İşte bu tabloda Kur’an ve Sünnet Dinine karşı Saltanat ve Saray dinini temsil edenlerin karşı bir Islah mesajıdır Kerbela!
Nebevi Sünnetin korunması için yani gerçek sünnilik için bayrağını yükselten Hz. Hüseyin Medine'den hareket ettiği gün kardeşi Muhammed b. Hanifiye'ye yazdığı vasiyetnamede şu şekilde ifade ediyor amacını: "(Dünya insanları bilsinler ki) Ben makamperest, mevkiperest, bozguncu, müfsid ve zalim bir kişi değilim. Benim böyle hedeflerim yok. Benim kıyamım ıslah etmek içindir. Dedem Muhammed ümmetini ıslah etmek için kıyam ediyorum. Ben marufu emretmek ve münkeri nehyetmek istiyorum."
Sonuç olarak Kerbela Kıssasından alacağımız ders bu kıssanın da bir masal olmadığını, bir destan olmadığını anlamak olacaktır. Kerbela’nın şehadet ve feda örnekliği onu ağlanıp sızlanma, duygu sömürüsü ve kerbela edebiyatı yapıp saray imalatı uyuşturucularla yaşamaya devam etmek değildir. Kerbela da sadece her 10 Muharrem’de yas tutmakla hatırlanamaz. Doğrudur yasımız büyüktür ama gözyaşlarımızı diriltici bir ders çıkartmaya yönelik bir motivasyon olarak değerlendirdiğimiz ölçüde anlamlıdır yasımız…
Hüseyin Kerbela Yolunda
Kerbela Faciasından Önce Vuku Bulan Olaylar
ŞEHADET BİLİNCİ
KERBELA BİR MEKTEPTİR
FARKLI YÖNLERİYLE HÜSEYNİ KIYAM
Hüseyin'in (a.s) şanlı destanıdır Kerbelâ...
Hüseynî Kıyamı yaşatan unsurlar
Muharrem, Matem ve Mühasebe Ayı
Hüseynî Kıyamın Mahiyeti
Peygamber yadigarı
Peygamberimizin (s.a.a) Ailesine Ne oldu?
KERBELA SEHITLERININ ARDINDAN
KERBELA ŞEHİDLERİNE AĞLAMAK
Kerbela'da Peygamberin Atı
MUHARREM AYI’NA GİRDİĞİM ZAMAN
MERSİYYE-Yİ İMÂM HÜSEYİN
ŞEHÎD-İ KERBELÂ
FÂTIMA GÜL GONCALARI