MÜSLÜMAN KADIN
Sadr-ı İslam"da kadın, savaş ve cihad meydanlarında hazır bulunuyor ve İslam ile amel etme yolundaki kahramanlığı ile kendi insanlığının esaslarını ortaya koyuyordu. İslam"ın ona teslim ettiği ve de kendi hakkı olan risaletle İslam"ı savunma yolunda işlerlik kazandırıyordu.
Müslüman kadının tarihinde onun kahramanlığı, büyük cesareti, bunalım ve buhran anındaki sebat ve mukavemeti hakkında bir çok örnekler sergilenmiştir.
Bu örneklerden birisi Ka"b b. Ömer-i Ensari"nin kızı "Nesibe"dir. Nesibe çok değerli, himmetli, kalbi güçlü ve inkılap ruhuna sahip biriydi.
Nesibe İslam güneşinin doğduğu ilk anlarda İslam"ı kabul edenlerden idi. Kocası Gazye b. Amr ve oğulları "Habib" ve "Abdullah" ile birlikte Uhud savaşında Peygamber"in yanında hazır bulunmuş ve eşsiz fedakarlıklarda bulunmuştu. Amansız bir şekilde savaşıyor ve büyük bir aşk ile faaliyet gösteriyordu.
Savaş meydanlarında Nesibe"nin bu amansız faaliyetleri, o günün şartlarında oldukça önemli ve de göz alıcı bir şeydi. Zira daima İslam askerlerine su ulaştırıyor, yaralıları pansuman ediyor, hasta olanları tedavi etmeye çalışıyordu.
Nesibe bir gün her zaman ki gibi öğle vakti çadırından çıkmış İslam askerlerine su götürüyordu. Yol esnasında ashab arasında bulunan ve düşmanlarla savaşmakta olan peygamberi gördü. Oradan geçip her zamanki gibi yaralıları tedavi etmeye ve susamışlara su vermeye koyuldu ve daha sonra geri döndü. Peygamber ve İslam ordusunun galip olduğunu gördü. Ama bu galibiyet uzun sürmedi. Sonunda bir grup nöbetçinin gafleti yüzünden düşmanın saldırıya geçme fırsatı doğmuş ve sonunda da müslümanların yenik düşmesine sebep olmuştu.
İşte bu durumda Nesibe kılıcını, ok ve yayını alarak İslam ordusuna katıldı ve Peygamberin yanında savaşmaya başladı. Halbuki aynı sıralarda İslam ordusundan bir çoğu savaştan kaçmış ve Peygamber az bir grupla savaşı sürdürmeye çalışıyordu.
Nesibe şiddetli bir şekilde savaşıp mukavemet gösterirken düşman ordusu tarafından omuzuna ağır bir darbe indi ve yaralandı.
Durum oldukça tehlikeliydi. Bazı müslüman askerlerin kaçması ve Resulullah ile birlikte savaşan müslümanların azlığı sebebiyle durum düşmanların lehine gelişiyordu. Peygamberin bir çok ashabı şehadet şerbetini içtiler. Düşman git gide galip gelmeye başlamıştı. Düşman askerleri meydana çıkarak "Muhammed nerede?" diye nara atıyorlardı.
Düşman askerlerinden biri olan İbn-i Kumeye: "Muhammed nerede? Onu bana gösterin. Ben sağ olduğum müddetçe onun elimizden kurtulmasına izin vermeyeceğim" diye feryat ediyordu.
Mes"ab b. Umeyr ve yanındakiler ona itiraz mahiyetinde cevap verdiler. Hakeza onların yanında savaşan Nesibe de İbn-i Kumeye"ye saldırarak ona ağır darbeler indirdi.
Ama o iki zırh giymiş olduğundan Nesibe"nin darbesi fazla etkili olmadı ve düşman böylece Nesibe"nin elinden kurtulmuş oldu.
Uhud savaşından sonra Nesibe bu macerayı başkalarına anlatırken şöyle diyordu: Savaş meydanında müslümanlar Peygamber"in etrafından dağılmıştı. Peygamber"in yanında kalıp mukavemette bulunanlar on kişiyi geçmiyordu. Müslümanlar gruplar halinde kaçıyordu. Ben, kocam ve çocuklarım Peygamberin yanında hazır bulunuyorduk. Var gücümüzle Hazreti korumaya çalışıyorduk. Bu esnada Peygamber benim savaştığımı ama ok ve yayımın olmadığını görünce ok ve yayı olan askerlerden birine "okunu yere at da hiç olmazsa savaşanlardan birisi kullansın" dedi. Ben de ok ve yayı alarak Resulullah"ı düşmanlardan korumaya çalıştım.
Nesibe, bu konuşmasında Uhud savaşındaki durumunu, Peygamber"in ona karşı tutumunu ve sayı ve teçhizat azlığına rağmen göstermiş olduğu fedakarlıklara verdiği ehemmiyet ve önemini beyan etmektedir.
Evet savaş meydanlarında Nesibe"nin asıl görevi susuzlara su vermek, hastaları tedavi ve yaralıları pansuman etmekti. Ama yeri geldiğinde de eline kılıcı alıyor ve kahramanca düşmana karşı savaşıyordu.
Bir ara ona oğlu Ubeyd"in yaralandığını haber verdiklerinde Peygamber ona "Git oğlunu bul" diye buyurdu. Nesibe oğlunun yanına vardı ve önceden hazırladığı kumaş parçalarıyla oğlunun yarasını sardı. Peygamber de bu manzarayı seyrediyordu. Nesibe oğlunun yarasını sardıktan sonra ona şöyle dedi: "Kalk, harekete geç ve düşmana saldır."
Resulullah o zaman şöyle buyurdu: "Nesibe kim senin kadar kudretli ve mukavim olabilir?" O esnada oğlunu yaralayan düşman askeri yaklaşınca Peygamber, "Oğlunu yaralayan düşman askeri budur" diye buyurdu. Nesibe hemen bir arslan gibi o düşman askerine saldırdı ve bir darbeyle ayağını uçurarak onu yere serdi.
Resulullah bu kahramanca sahneyi görünce gülerek şöyle buyurdu: "Ey Ümm-i Amare (Nesibe) intikamını aldın nihayet. Seni galip getiren Allah"a şükürler olsun. Allah senin gözünü düşman yenilgisiyle aydın kıldı ve intikam kanını gözlerinle gördün."
Bir başka beyanda Resulullah"ın şöyle buyurduğu yer almıştır: "Uhud gününde Nesibe"nin makamı falan ve falanın makamından daha hayırlı idi."
İslam Peygamberi Uhud savaşında Nesibe"nin kahramanca yaptığı cihad ve mukavemetini müşahede ediyordu. O kahraman kadının örtüsünü beline bağlayarak savaştığını görüyordu. Bu savaşta tam on üç yerinden yaralanmıştı. Bu yüzden Peygamber onun şehamet ve şecaatini anıyordu. Hatta İbn-i Kumeye"den aldığı bir omuz yarası sebebiyle üzülüyor, esefleniyordu.
Nesibe"nin omuzundan aldığı yara oldukça derin ve büyük bir yaraydı. Öyle ki tam bir yıl boyunca onu tedavi etti. Ama bu ağır yara bile onun savaşlara katılmasına engel olmuyordu. Peygamber Hemra-ul Esed savaşına giderken Nesibe de omuzundaki yarayı sararak orduya katıldı. Ama cerahat ve kanama o kadar şiddetliydi ki onu savaşa iştirak etmekten alıkoydu. Sonunda o da meyus oldu ve tedavi olmak için yatağa düştü.
Evet Peygamber"in bu mücahit ve kahraman kadına duyduğu ilgi ve Resulullah"ın onun bu ilahi ameline verdiği değer o kadar büyük idi ki hazret savaştan dönünce evine varmadan önce Abdullah b. Ka"b"ı hal hatır sormak için onun yanına gönderdi. Onun iyi olduğu haberini öğrenince de çok sevindi ve memnun oldu.
Evet Peygamber bu mücahit ve kahraman kadının yerinin ordu içinde boş olduğunu görüyordu. Hal ve hatırını sorması da onun selamette olduğundan mutmain ve emin olması içindi. Peygamber bu davranışıyla onu teşvik etmek ve onun hedefini yüce göstermek istiyordu. Hakeza Peygamber bu davranışıyla büyük kalbi ve semavi risaletinin o mücahit kadınla ilgisinin olduğunu ve kalbini İslam"a vakfeden kimselerden yardım aldığını göstermek istiyordu. Nesibe onca cihad ve telaşıyla Allah ve Resulü indinde büyük bir makam elde etmiş, iyiler ve mücahitler safına katılmıştı.
Peygamber buyuruyordu ki:
"Uhud savaşında sağ ve soluma nereye bakıyor idiysem hep Nesibe"yi görüyordum. Nesibe benim yanımda ve İslam dininin ihyası için savaşıyordu."
Bu, Nesibe"nin sadr-ı İslam"daki destanıydı. Bu da onun kahramanlık ve eşsiz şahsiyetinin delilleri, Peygamber nezdinde gösterdiği cihad ve mukavemet nişanesi ve halis tevhid inancı yolundaki müdafaa ve savunması. İslam Peygamberinin müslüman kadına gösterdiği ilgi ve müslüman kadının İslam ve Peygamber karşısındaki tavrı.
Nesibe"nin kalbindeki bu iman ateşi ve kahramanlık duygusu Peygamber"in vefatından sonra da sönmedi. Kalbi daima İslam ve peygamberin mektebi için O"nun semavi hedefini takviye ve yaymaya duyduğu eşsiz bir aşk ile çarpıyordu. Bu yüzden yalancı peygamber "Müseylemet-ül Kezzab" ile Yemame"de yapılan savaşa iştirak etti. İslam ve inancı uğruna var gücüyle savaşıyor, mukavemet gösteriyordu. Nesibe bu savaştan da başarıyla çıktı. Tam on bir yerden yaralanmış ve elini kaybetmişti. Oğullarından biri de şehid olmuştu.
Nesibe zorluklarla nasıl savaşılmasını çok iyi biliyordu. Asla gevşemiyordu. Nasıl gevşeyebilir ve ihmal edebilirdi ki? Oysa ki o İslam güneşinin doğduğu andan risalet seyriyle birlikte hareket etmiş, yoldaş olmuştu. "Rızvan" merasimine de katılarak her türlü zorluk ve fedakarlığa hazır olduğunu simgelemişti.
Nakledildiğine göre günün birinde Nesibe Peygamber"in huzuruna vararak şöyle dedi: "Bizim duyduğumuz ve gördüğümüz her şey erkekler hakkındadır. Kadınlar hakkında bir şey denilmiyor." İşte bu münasebetle şu ayet nazil oldu:
"Şüphe yok ki müslüman erkeklere ve müslüman kadınlara, inanan erkeklere ve kadınlara, doğru söyleyen kadınlara ve erkeklere, sabreden erkeklere ve kadınlara, Allah"tan korkan erkeklere ve kadınlara, sadaka veren erkeklere ve kadınlara, Allah"ı çok anan erkeklere ve kadınlara Allah onlara yargılanma ve büyük bir mükafat vaadetmiştir." (Ahzab/35)
Kur"an-ı Kerim bu beyan ile İslam"da müslüman kadının da tıpkı erkek gibi büyük bir makam ve mevkie sahip olduğunu sabit kılmıştır.
Nesibe İslam"ın, hayatın tüm dönemlerinde kadına bir hak tanıdığına, insani düzeyde kadın ile erkek eşitliğini tazmin ettiğine ve insanlık esası üzere olan kahramanlığın yol ve adabını kadın için de tersim ettiğine inanmamış olsaydı ve inkılabı savunma ve büyük fedakarlıkları asla gösteremezdi.
Evet Nesibe bir kadın idi ve Kureyş"in kadınları da birer kadın idiler. Müslüman olan Nesibe"nin de kafir olan Kureyş kadınlarının da gönlünde kadın duyguları vardı ve kadın kalbi taşıyordu. Her ikisi de savaş meydanlarına gelmişlerdi. Kureyş kadınları kendi kocalarıyla birlikte savaşa katılmışlardı. Ama onlar kocalarının yanında tef çalıyor ve onları düşmanlık, kin ve kan dökücülüğe davet ediyordu. Hilekarlık ve tuzağa çağırıyordu. Kocaları az bir şey gevşeyince hemen onları tahrik etmek için "Siz kadın mısınız" diyorlardı.
Bazen de onları tahrik ve teşvik için cinsel meseleleri hatırlatıyor ve koro halinde şöyle diyorlardı:
"Biz Tarık kızlarıyız
Değerli halılar üzerinde yürürüz.
Eğer düşmana sırt çevirirseniz
sizden ayrılırız .
Ve eğer onlara karşı savaşırsanız
biz de sizinle yatarız."
Bu kadınlar savaş meydanlarında dans ediyor ve şarkılar söylüyorlardı. Şehvet ve kan dökücülük şiarlarını yükseltiyorlardı. Ama Nesibe ve diğer müslüman kadınlar, her zaman Allah yolunda cihad ediyorlardı. Hasta ve yaralıları tedavi ve pansuman ediyorlardı. Erkekler korktuğunda ve firar ettiklerinde Nesibe ve diğer savaşçılar mukavemet gösteriyor, kahramanca savaşıyorlardı.
Nesibe diyor ki: "Düşman ordusu Uhud savaşında yenilgiye uğrayınca kadınları da atlara binerek onlarla birlikte kaçmaya başladılar. Bazen de atlardan yere düşüyorlardı. Ama müslüman kadınlar mukavim ve sabit bir şekilde savaşıyorlardı."
İşte burada insan kendi kendine şöyle soruyor: "Nesibe"yi İslam davetçisi bir müslüman ve Peygamber"in yanında savaşan kahraman bir mücahide kılan bu ruhiye neydi? Öyle ki Peygamber"den sonra da cihad etti, yaralandı ve hatta savaşta elini dahi kaybetti!"
Acaba Kureyş kadınları nasıl bir ruha sahip idiler ki savaş meydanlarında tef çalıyor, ama İslam ordusunun saldırıya geçtiğini görünce firar ediyorlardı?
Bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki; Nesibe"yi hareket ve telaş göstermeye zorlayan İslam ruhu idi. Allahü Teala böyle bir yüce ve manevi ruhiyeyi müslüman kadınlara ihsan etmiştir. Allah Nesibe"nin makamına azamet bağışlamış ve ona ebedi bir makam ile celal vermişti.
Biz de Allah"tan, böylesi kadınların hidayet ve eserlerinden nasiplenmeyi arzu ediyoruz. Allah bugünkü İslam toplumlarımızı asil İslamî toplumlar kılsın ki, müslüman bir kadın da gerçek bir müslüman kadın gibi kendi insani vazife ve sorumluluğunu hakkıyla eda edebilsin. Çağdaş müslüman kadının hayatı da sadr-ı İslam"daki anneler gibi İslam"a davet, himayet, mesuliyet ve Kur"anî değerleri koruma esasları üzere şekillensin.
KADININ MEDENİ ŞAHSİYETİ
ERKEK KADIN SAYESİNDE MİRACA YÜKSELİR