İSLAM DA KADIN HAKLARI
23.10.1997 tarihine rastlayan Hz. Fatıma (s.a.)’nın Doğum Günü ve Kadınlar Günü münasebetiyle Ayetullah Uzma Hamenei, kadın hakları üzerine bir konuşma yaptılar. Kadın haklarıyla ilgili İslam’ın görüşünü açıklamak yönünden önemli noktaları içerdiğinden dolayı bu konuşmayı tercüme ederek yayınlıyoruz:
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam efendimiz Hz. Muhammed’e ve onun hidayet meşaleleri olan temiz ve seçkin Ehl-i Beyt"ine olsun.
Nur ve Marifet Kevseri olan Hz. Fatıma (s.a)’nın kutlu doğum gününü bütün Müslümanlara ve sizlere tebrik ediyorum.
Bu mübarek doğum günü büyük İslamî bayramlardan biridir. Çünkü Hz. Fatıma (s.a) İslam’ın, hatta insanlık tarihinin önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Resulullah (s.a.a)’ın Hz. Fatıma’ya hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Acaba âlemdeki tüm kadınların en üstünü olmak istemez misin?
Yani, sen âlemdeki bütün kadınlardan üstünsün. Hz. Meryem nasıl? diye sordular. (Çünkü Kur’an’da Hz. Meryem’in âlemdeki kadınların arasında seçkin kılındığı açıklanmıştır.) Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu :
Meryem kendi zamanının kadınlarından üstündü; ama sen geçmiş-gelecek tüm kadınlardan üstünsün.
Eğer Hz. Fatıma (s.a)’nın şahsiyetini kavramak bizim sınırlı ufuklara sahip görüş ve fikrimiz için mümkün olsaydı, biz de onun âlemdeki tüm kadınlardan üstün olduğunu tastik ederdik. Hz. Fatıma (s.a) peygamber ve imam olmamasına rağmen kısa süren ömründe, ancak peygamberlerin ve velilerin ulaşabildiği ilmî ve manevî makamlara erişebilmiştir. Hz. Fatıma (s.a), İmamet yıldızlarını içine alan yüce gök kubbesidir.
Ehl-i Beyt İmamları, anneleri Hz. Fatıma"ya karşı özel bir saygı besliyorlardı. Bu saygıyı bir başkası hakkında görmek mümkün değildir.
Bu yüzden bugün İslamî bir bayramdır ve bir insanlık bayramıdır.
Kadınların toplumsal ve ferdî yönden istenilen mevkiye ulaşabilmeleri için yürütülen kültürel ve hukuksal faaliyetler için iki türlü hedef düşünülebilir:
1- Kadının kendi varlık kemaline ulaşmasını sağlamak için çalışıp faaliyet göstermek. Yani, kadının toplumda gerçek insanî haklarına kavuşarak yeteneklerinin filizlenmesi için uygun ortamın oluşmasını ve sonuçta insanî kemaline erişmesini sağlamak. Bu durumda kadın, insanlığın ve toplumunun gelişmesi için yardımcı olabilir ve dünyada adalet ve huzurun egemen olması için katkıda bulunabilir.
2- Erkeklerle kadınlar arasında rekabet ve ayrılık esasına dayalı olan bir dünya oluşturmak ve bu iki sınıfın bazı çıkarlarda birbirleriyle mücadele halinde olduklarını düşünerek kadının bu arada daha fazla bir pay alması için çalışmak.
Görüldüğü gibi bu tür faaliyet veya hareketler için iki türlü düşünebiliriz. Birinci hedef, İslamî hedeftir. Ama ikinci hedef, batı kaynaklı faaliyetlerde daha çok kendini göstermektedir.
Üzerinde durulması gereken ikinci nokta ise şudur: Bizim kadın konusundaki faaliyetlerimizdeki hedefimiz neden ibarettir? Bu konuda da İslamî metot, batılıların ortaya attığı slogan ve faaliyet metotlarından farklıdır.
Batının bu konuda gündemdeki sloganı kadının hürriyetidir. Onların sürekli tekrarladıkları sloganları herkesin bildiği üzere kadın özgürlüğüdür. Özgürlük ise kapsamı çok geniş olan bir kavramdır. Esaretten özgürlüğü kapsadığı gibi, ahlaktan özgür olmayı da kapsamına alabilir. Çünkü ahlak da, birtakım bağlayıcı ve sınırlayıcı ilkelerden ibarettir. Bu kavram, patronların kadınlara az maaş vermek gibi haksız uygulamalarına son vermenin gerekliliğini ifade edebileceği gibi, kadının aile çerçevesinde birtakım kanunlara bağlı kalmasının reddi anlamına da gelebilir. Evet, özgürlük, bütün bu manaları içerebilir. Nitekim, kadın ile ilgili bu tür sloganları ileriye süren kimseler tarafından ortaya atılan talepler arasında bu tür çelişkili isteklerin birlikte yer aldığına şahidiz.
Ne yazık ki batıda özgürlük kavramına yanlış ve zararlı bir mana yüklenmiştir. Özgürlüğü, aile kurumunun gerektirdiği şartların dışına çıkma, hatta evlenip aile kurarak çocuk yetiştirme yerine geçici şehvetlere yönelebilme şeklinde yorumluyorlar. Bu kavramı doğru bir şekilde kullanmıyorlar. Örneğin; batıda kadın özgürlüğü adına gündeme getirilen meselelerden birisi de, hamile kadınların çocuk aldırma özgürlüğüne sahip olması meselesidir. Dış görüntü itibarıyla çok basit ve sade gibi görünen bu söylemin altında çok büyük bir tehlike yatmaktadır. Kadın özgürlük hareketleri, eğer doğru bir sistem ve sahih bir mücadele yöntemine sahip olmak istiyorlarsa, bu tür yıkıcı hedeflerden kesinlikle uzak olmalıdırlar. Çünkü bu hedeflerin bir kısmı faydalı olmasına rağmen, bir kısmı da kesinlikle kadınlar için zararlıdır. Bundan dolayı, daha doğru ve problemleri halledici sloganlar ve söylemler bulmalıdırlar.
Her toplumsal hareketin başarıya ulaşması, o hareketin, doğru teşhisler ve gerçek maslahatlara dayalı olmasının yanı sıra, birtakım sahih aklî temellere oturtulmasına bağlıdır. Kadın haklarını savunma adına gerçekleştirilen bütün hareketlerde bu ilkeye riayet edilmelidir. Yani, kadın ve erkeğin tabiatları iyice tanımlanmalı, kadın ve erkeğin kendilerine has sorumluluk ve uğraşları belirlenmeli ve buna ilave olarak bu iki cins arasındaki ortak yönler de göz önünde bulundurularak taklitçilikten uzak bir şekilde kadından yana hareketler oluşturulmalıdır. Eğer bir hareket, taklit ve gelişigüzel alınmış birtakım kararların neticesinde oluşursa, kesinlikle zararlı olur.
Eğer bizler batılılardan geri kalmama kastıyla kadın haklarını savunmaya kalkışır ve sırf batılılar bize kötü gözle bakmasınlar diye bu işe girişirsek, hareketimiz asla doğru bir sonuç doğurmaz. Eğer onların bu alanda doğru bir yol katettiklerini sanarak bu meydana girersek, o zaman kesinlikle doğru olana ulaşamayız. Evet, batılılara ait niyet ve hedeflerle bu işe kalkışmamalıyız; çünkü onlar yanlış temellere dayalıdır.
Ne yazık ki, bugün kadın hakları adına söylenen birtakım sözlerin tamamen taklit ürünü olduğu görülmektedir. Eğer bizler kadın haklarını savunma adına aynı sözleri söyler ve aynı yolu katedersek aldanmışızdır. Bizler âlemdeki hakikatleri bulmaya çalışmalıyız; ki bu hakikatler İslam"ın öğretilerinde mevcuttur.
İslam, insanın tekâmülünü hedef edinmiştir. Bu açıdan da kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. İslam açısından önemli olan kadınlık veya erkeklik değil, tekâmüldür. Kadın ve erkek beşeriyetin iki temel unsurunu teşkil etmeleri nedeniyle, İslam’da bazen kadından ve bazen de erkekten söz edilmekte; bazı münasebetler dolayısıyla kadın övülmekte ve bazı diğer münasebetler dolayısıyla da erkek övülmektedir. Bu iki cins arasında insan olma açısından hiçbir fark yoktur. Bundan dolayı da Kur’an iyiler ve kötülere örnek vermek istediğinde kadından örnek veriyor. Kötüler için şu örneği zikrediyor:
“Allah, kâfir olanlara, Nuh’un karısıyla ve Lut’un karısıyla örnek getirmektedir.”[1]
İyiler, yani iman edenler için de şu örneği getiriyor:
“Ve gene Allah, inananlara, Firavn’un karısını örnek getirmede.”[2]
Görüldüğü gibi hem doğru yol ve hem de yanlış yol örneği, kadınlardan getirilmektedir. Başka bir yerde de erkeklerden bahsediliyor.
İslam’da önemli olan, kadınlık veya erkeklik değildir. İslam’da söz konusu olan, insanın insan oluşu, yeteneklerin eğitilmesi ve herkesin, ister kadın, ister erkek olsun, vazifelerini yapmasıdır; ki bunun için kadın ve erkeğin tabiatlarının iyice tanınması gerekmektedir. İslam’da kadın ve erkeğin tabiatı güzel bir şekilde açıklanmıştır. İslam’da asıl önemli olan şey, dengedir. Yani, fertler arasında, ister kadın olsun, ister erkek, adaletin sağlanmasıdır. Bundan dolayı da bazı konularda kadınlarla ilgili olan hükümler erkeklerinkinden farklı olabilir. Çünkü tabiatları itibarıyla da kadın ve erkek arasında birtakım farklılıklar söz konusudur. İslamî öğretide kadın ve erkek türü arasındaki fıtrî ayrıcalıklar, gerçekçi ve mükemmel bir tarzda belirlenmiştir.
İslam’ın bu konudaki görüşüne geçmeden önce batı kültürünün önemli bir çıkmazını huzurlarınıza arz edeceğim: Batılılar geçmişten beri kadının tabiatını tanıma ve kadının toplumdaki yeri konusunda ifrat ve tefritlere düşmüşlerdir. Batı düşüncesinin kadına bakış açısı, eşitsizlik ve dengesizlik temeli üzerine oturtulmuştur. Siz batılıların atmış olduğu sloganlara bakmayın; bu sloganlar, anlamsızdır ve gerçekleri yansıtmamaktadır. Batı kültürünü bu sloganlar aracılığıyla tanımak mümkün değildir. Batı kültürünü batı edebiyatında aramak gerekir. Avrupa’daki edebiyat, şiir, roman ve tiyatroyla ilgilenenler, Avrupa’da Orta Çağ"da, Orta Çağ öncesinde ve ta son zamanlara kadar kadına ikinci derece bir varlık olarak bakıldığını bilirler. Bunun dışındaki iddialarının hepsi yalandır. Sizler, şu meşhur İngiliz yazar Shakespeare’in eserleri ve diğer edebî eserlere bir göz atın da kadına nasıl bir gözle bakıldığını görün. Batı edebiyatında erkek, kadının sahibi ve vekilidir. Bu anlayışın bazı örnekleri hâlâ varlığını korumaya devam etmektedir.
Bugün bile bir kadın bir erkekle evlendiğinde, kendi soyadını bırakıp kocasının soyadını almaktadır. Kadın, kendi soyadını taşıma hakkına sadece bekâr olduğu müddetçe sahiptir. Kadın evlenir evlenmez kendi soyadının yerini erkeğin soyadı alır. Bu batılılara ait bir kültürdür; bizim ülkemizde şu anda böyle olmadığı gibi, önceden de böyle değildi. Kadın, kendi hüviyetini evlendikten sonra da korumaktadır. Batıdaki soyadı değiştirme meselesi, erkek kadının sahibidir anlayışından kalma bir nişanedir.
Batıda mal varlığına sahip bir kadın, bir erkekle evlendiğinde sadece vücudu o erkeğe ait olmayıp babasından kalma bütün mal varlığı da kocasına ait bir duruma gelmekteydi. Bu, batılıların inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Batı kültüründe kadın kocasının evine gittiğinde, gerçekte onun yaşam hakkı dahi kocasının tasarrufu altına geçmekteydi. Bundan dolayı sizler, bazı Avrupa roman ve şiirlerinde kocanın, karısını kötü bir davranışından dolayı öldürdüğünü ve kimsenin de onu bundan dolayı kınamadığını görüyorsunuz. Babasının evindeyken de durum aynıydı ve kız hiçbir seçim hakkına sahip değildi.
Elbette o zamanlarda dahi batıda kadın-erkek ilişkileri belli bir hadde kadar serbestti. Ama evlilik konusunda koca seçimi, tamamen babaya ait bir haktı. Daha önce değindiğim batı kaynaklı edebî eserlerde de bu gerçek yansıtılmaktadır. Evliliğe mecbur edilmiş bir kız, kocası tarafından öldürülen bir kadın, bu eserlerde çokça görülmektedir. İşte batı edebiyatı budur. Ta içinde bulunduğumuz asrın ortalarına kadar bu anlayış varlığını korumaktaydı. Elbette on dokuzuncu yüzyılın sonralarından itibaren kadın haklarını arama adına birtakım hareketler başlamıştır.
Bu alanda düşünmek isteyen değerli kadınlarımız, özellikle de genç kadınlarımız, iyi dikkat etsinler. Avrupalıların kendi sosyologlarının yaptıkları dakik incelemelere göre, Avrupa’da kadınlara mülkiyet hakkının verilme nedeni, modern teknolojinin gelişmesiydi. Batıda sanayi yavaş yavaş gelişmeye başlayıp fabrikalar kurulunca, işçiye ihtiyaç duyuldu. Büyük oranda işçiye ihtiyaçları vardı, ama işçi azdı. Düşük ücretle çalıştırabilecekleri kadınları fabrikalara çekip onların iş gücünden yararlanabilmek için kadınların da mülkiyet hakkına sahip olduğunu ilan ettiler. Avrupalılar kadınlara mülkiyet hakkını yirminci yüzyılın başlarında verdiler. Bu tavırlar, batılıların kadına olan ifrat ve zulme dayalı anlayışlarının neticesidir.
Bu ölçüdeki bir tefrit, tabii olarak aynı ölçüde bir ifratı (aşırılığı) doğurdu. Kadın hareketleri böyle bir ortamda başlayınca, doğal olarak birtakım ifratları beraberinde getirecektir. Bundan dolayı sizlerin de gördüğü gibi çok kısa bir sürede kadın-erkek ilişkilerindeki serbestlik dolayısıyla batıda fesat öyle bir hadde ulaştı ki, bu hızlı değişim batılı düşünürlerin dehşete kapılmasına neden oldu. Şu anda batı toplumunun ıslahını kendine dert edinen akıllı insanlar, mevcut şartlardan dolayı çok rahatsız bir durumdalar; ama bu gidişatın önünü alacak güce de sahip değiller. Batılılar, kadına hizmet adına onun hayatına çok büyük bir darbe indirdiler. Çünkü bu sorumsuzluk, fesat ve kadın-erkek ilişkilerindeki ölçü tanımazlık aile kurumunu yerle bir etti. Toplumda cinsel arzularını istediği gibi tatmin etme hakkına sahip bir erkek, hiçbir zaman iyi bir koca olamayacağı gibi, istediği zaman istediği erkekle hiçbir engelle karşılaşmadan ilişki kurabilen bir kadın da hiçbir zaman iyi bir eş olamaz. Bundan dolayı da batı toplumlarında aile kurumu anlamını yitirmiştir.
Bugün batı toplumunu çok ciddi bir şekilde tehdit eden ve onları hiç de hoşa gitmeyen bir vaziyete sürükleyen en önemli problemlerden birisi de, aile kurumunun düşmüş olduğu durumdur.
Bu yüzden de bugün batıda kim aile kurumunun kutsallığı sloganını ileri sürüyorsa, batılıların, özellikle de batılı kadınların gözünde istenilen ve sevilen bir şahıs konumundadır. Bunun nedeni, o kişilerin aile kurumunun çökmesi dolayısıyla çekmiş oldukları acılardır. Batıda, fertler için ve özellikle de kadınlar için güven ortamı olan aile kurumu ne yazık ki anlamını yitirmiştir. Birçok aileler dağılmıştır; birçok kadın hayatının sonuna kadar yalnız yaşamaktadır; birçok erkek kendisine uygun bir eş bulamamaktadır; evliliklerin birçoğu daha ilk yıllarında sona ermektedir.
Müslüman toplumlarda var olan köklü ve sağlam ilişkilere dayalı aile yapısına bugün batıda çok az rastlanmaktadır. Büyük baba, büyük anne, torunlar, akrabalar, amca çocukları ve diğer yakınların birbiriyle irtibatlı olduğu aile tipleri batı toplumunda çok çok azdır. Eşler arasındaki samimiyet gerekli düzeyde değildir. Batı toplumunun ve özellikle de batılı kadının başına gelen bu büyük bela birtakım yanlış davranışlar ve geçmişteki baskılara tepki olarak ortaya çıkan karşı hareketlerin aşırılığının bir neticesidir.
Batıdaki kadın haklarını savunma düşünce akımları, gerçekte mantıksız, cehalete dayalı, ilahî sünnetlere ve kadın ile erkeğin tabiatlarına aykırı birtakım temelsiz fikirler etrafında odaklaşmıştır. Netice olarak da bu akımlar, herkesin zararına olmuştur. Hem kadının ve hem de erkeğin, özellikle de kadının zararına olmuştur. Bu yüzden, bu akımlar taklit edilemeye değer değildir. Bu akımlar, Müslüman toplumlardan atılmalıdır. İslam ülkesinde yaşayan fertlerin bu akımlardan öğrenebileceği kayda değer bir şey yoktur.
Elbette İslamî toplumda da kadınların haklarının muhafazası için birtakım hareketlerin oluşturulması gerekmektedir. Ancak bu oluşumlar, İslamî temel ve hedeflere dayandırılmalıdır. Bazıları bu tip oluşumlara itiraz edebilir ve kadının bizim toplumumuzda böyle bir sürece girmeye ihtiyacı olmadığını söyleyebilirler. Ama gerçek şu ki, bütün toplumlarda kadın birtakım haklardan mahrum bırakılmakta ve zulme uğramaktadır. Bu mahrumiyetlerin giderilmesinden kastımız, kadının sorumsuzlaştırılması değildir. Maksadımız, ilmî ve ahlakî boyutlarda kadınların yeteneklerini ortaya koyabilecekleri fırsatların artırılmasıdır. Bu ihtiyacın temin edilmesi gerekmektedir. İslam’ın üzerinde durduğu hak, işte budur.
Eğer İslam toplumu, kadınlarına Hz. Fatıma (a.s) ve Hz. Zeynep (a.s) gibi örnek şahsiyetleri ideal kadın olarak benimsetebilir ve bu vesileyle dünyayı ve tarihi kendi tesiri altında alabilecek büyük kadınlar yetiştirebilirse, işte o zaman kadın gerçek makamına ulaşmıştır demektir. Kadın, ilahî sistemin, kadın-erkek ayrımı yapmadan insan için belirlediği ilmî ve manevî kemallere ulaştığı takdirde, daha iyi çocuklar terbiye edebilecek, daha sıcak bir aile ortamı oluşacak, toplumsal gelişim artacak, hayattaki problemler daha kolay çözülecek ve kısacası, kadın ve erkek mutlu olacaktır. Bu hedefe ulaşmak için çalışmak gerekir. Hedef, kadınları başka bir safa çekip, onları erkeklerle düşmanca bir rekabete sokmak değildir. Hedef, kadınların ve erkeklerin doğru bir eğitimden geçerek büyük insanlar olabilmelerini sağlamaktır. İslamî tecrübeler, bu hedefin mümkün olduğunu ispatlamıştır.
Şunu iyi biliniz ki, kadın hangi zaman ve mekânda olursa olsun ve hangi aileye mensup bulunursa bununsun, eğer belirtilen şekilde kendisini yetiştirmeyi başarabilirse, azamet ve büyüklüğe ulaşır. Bu durum sadece asr-ı saadete mahsus değildir. Sıkıntılı zamanlarda, hatta küfrün hakim olduğu dönemlerde dahi bu mümkündür. Herhangi bir aile, kızını bu tarzda terbiye etmeyi becerebilirse, kızına ve topluma en büyük hizmeti etmiş olur.
Eğer batıdaki kadın hakkındaki düşünceler, doğru ve isabetli olsaydı, aradan geçen yetmiş-seksen seneden sonra bugünlerde gündeme gelen yeni kadın hareketlerini oluşturma ihtiyacını hissetmezlerdi. Son on beş-yirmi yıldır batıda kadın haklarını savunma adına yeni kadın hareketleri oluşturulmuştur. Eğer batıda yaklaşık olarak yüz yıl önce kadın haklarını savunma adına başlatılan hareketler hakikate dayalı olsaydı, bugün sesler yeniden yükseltilmez ve yeni kadın hareketleri oluşturma yoluna gidilmezdi. Demek ki onların bir önceki hareketleri hatalıydı ve şimdikinin de bir öncekinden farkı yok. Onların savundukları yeni yöntemler de kadın ve erkeğin, özellikle de kadının problemlerini arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İslam, bu konuda daha farklı bir yönteme sahiptir. İslam’da kadın haklarını savunmaktan maksat, daha önce de belirtildiği gibi, kadınların zulme uğramasını önlemektir; erkeğin, kendisini kadının hakimi pozisyonunda görmesinin önünü almaktır. İslamî anlayışta, aile içerisinde adalet temeline oturtulmuş kadın ve erkeğe ait birtakım haklar vardır. Elbette bizim maksadımız, İslam adına uydurulmuş birtakım yanlış tavır ve tutumlar değildir. Biz, ne o anlayışı savunuyor ve ne de kabul ediyoruz. İslamî aile hukukunda kadın ve erkek arasındaki ilişki, denge oluşturma temeli üzerine oturtulmuştur. Bu anlayış, İslamî hükümlerde net ve açık bir şekilde görülmektedir.
Bakınız, Kur’an kadın ve erkek hakkında -özellikle de aile içindeki kadın ve erkek hakkında- ne buyuruyor? “Ve delillerindendir ki sizin cinsinizden eşler yaratmıştır size.”[3] Yani, Allah-u Teala’nın yeryüzündeki kudret nişanelerinden biri de erkek için kadını ve kadın için de erkeği bir eş olarak yaratmasıdır. “Min enfusikum” (sizin cinsinizden) buyurmasından, bu iki cinsin farklı rütbelere sahip olmadıkları ve aynı cevherden yaratıldıkları anlaşılmaktadır. Elbette kadın ve erkek, misyonlarının farklılığı nedeniyle bazı farklı özelliklere de sahiptirler. Ayet şöyle devam ediyor: “Onunla huzur bulasınız diye.” Demek ki beşerin iki ayrı cins olarak yaratılmış olması büyük bir hedeften dolayıdır. O hedef, huzura kavuşmaktan ibarettir. Yani, kadın ve erkek evlilik vasıtasıyla bir araya gelerek huzura kavuşurlar. Bir erkek için evin sakin ortamında sevdiği bir hanımla birlikte olmak, büyük bir mutluluk olduğu gibi, aynı şekilde bir kadının da, sevebileceği ve ona dayanarak kendisini güvende hissedebileceği bir kocaya sahip olması, onun huzurlu olmasına neden olacaktır. İşte aile ortamı, bu huzuru her iki taraf için de temin ediyor. Öyleyse hem kadın, hem de erkek aile ortamında huzura ulaşabilmek için birbirlerine muhtaçtırlar.
Beşerin ihtiyaç duyduğu en önemli şey, huzurdur. İnsanın saadeti, ruhî çalkantılardan kendisini kurtararak huzura ermesindedir. İşte aile muhiti, hem erkeğe ve hem de kadına bu saadete ulaşma imkânını sağlamaktadır. Ayetin devamında çok güzel bir tabir kullanılarak şöyle buyruluyor: “Ve aranızda sevgi ve merhamet bırakmıştır.” Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin gerçek niteliği, sevgi ve merhamettir. Hem birbirlerini sevmeliler ve hem de birbirlerine karşı merhametli olmalıdırlar. Kabalığı beraberinde taşıyan bir sevgi yeterli olmadığı gibi, sevgisiz merhamet de yeterli değildir.
Kadın ve erkeğin yaratılışları, sevgi ve merhamet bağıyla birbirlerine bağlanmalarını gerektirmektedir. Eğer erkek kadına kendi mülküymüş gibi davranarak onu istismar ederse, bu davranışıyla ona zulmetmiştir. Ne yazık ki birçokları bu zulmü işlemekteler. Yine eğer kadın, toplumda güven içinde ders okuyacak, çalışacak ve dinlenecek ortamları bulamıyorsa, bu da bir tür zulümdür. İslam toplumu ve kanunlar, bu zulme neden olanların önünü almak zorundadır.
Bazıları, kadının probleminin, büyük görevleri üstlenmemiş olmasında olduğunu sanıyorlar. Oysa kadının problemi bu değildir. Hatta büyük işlere sahip kadınların dahi, güvenli bir aile ortamına, kendilerini seven bir kocaya ve güvenilir bir ruhî ve duygusal dayanağa ihtiyaçları vardır. Kadının tabiatından kaynaklanan bu ruhî ve duygusal ihtiyacın karşılanması gerekmektedir.
Kadınlarla ilgili diğer bir problem de, bir mesleğe sahip olup olmama meselesidir. İslamî açıdan kadının meslek ve mesuliyet sahibi olmasının, bazı istisnai durumlar hariç, -ki bu istisnaların da bir kısmı hakkında ulema arasında görüş birliği yoktur- herhangi bir sakıncası yoktur. Ama kadının asıl problemi, bir meslek sahibi olup olmadığı değildir. Kadının asıl meselesi; kendini güvende hissedebileceği bir ortama sahip olması, yeteneklerini açığa çıkaracak şartların oluşması, toplumda, babanın evinde, kocanın evinde ve diğer ortamlarda haksızlık ve zulme uğramamasıdır. Kadın haklarıyla ilgili çalışma yapan kişiler, daha çok yukarıda belirtilen noktalar üzerinde durmalıdırlar.
Şimdi de üzerinde durulması gereken birkaç önemli noktayı huzurlarınıza arz edeceğim:
Evvela; kadınların manevî ve ahlakî açıdan geliştirilmesi fikri, kadınların kendi arasında revaçta olmalıdır. Kadınların bizzat kendileri bu konu üzerinde oturup düşünmelidirler. Onların kendileri ilmî ve siyasî meselelere yönelmelidirler. Tağut Şah rejimi döneminde batının yanlış yöntemlerinin tesirinde kalan kadınlar, daha çok süs ve dış görüntülerini güzelleştirecek şeylere yönelmişlerdir. Batıda erkeğin zevk alabilmesi için kadının süslenmesini istiyorlar. Bu anlayış, gerçekte kadının özgürlüğü değil, erkeğin özgürlüğüdür. Onlar, erkeğin özgür olmasını istiyorlar. Erkekler bakma yoluyla dahi zevklerini tatmin etsinler diye kadını açılıp saçılmaya ve boyalı pudralı bir şekilde erkeğin karşısına çıkmaya teşvik ediyorlar. Tarih boyunca ilahî öğretilerden nasibini almamış toplumların erkeklerinde bu bencil anlayış varolagelmiştir ve bugün de varlığını korumaktadır. Batı, bu anlayışın en güzel örneğidir. Kadınlar, ilim ve marifete yönelme meselesine önem vermeli ve bu konunu üzerinde ciddi bir şekilde durmalıdırlar.
Üzerinde durulması gereken diğer bir mesele de, kadınların iffet konusuna önem vermeleridir. Kadın haklarını koruma adına ortaya çıkan bütün hareketlerin asıl temellerinden birisi, kadının iffete riayeti olmalıdır. Daha önce de belirttiğim gibi, batıda bu önemli asla dikkat edilmediği için şu anki sınır tanımazlık anlayışı ortaya çıkmıştır. Kadının şahsiyetinin en önemli unsuru olan iffete itinasızlık gösterilmesine izin verilmemelidir. İffet; kadının, diğerlerinin gözünde, hatta şehvetperest erkeklerin gözünde dahi, değer kazanma vesilesidir. Kadını değerli kılan iffetidir. Örtünme, mahrem, namahrem ve bakmayla ilgili hükümlerin hepsi, iffetin salim bir şekilde korunabilmesi içindir. İslam’da kadında olduğu gibi erkekte de iffet meselesine büyük önem verilmektedir. İffet, sadece kadınlara ait bir özellik değil, erkeklerin de sahip olmaları gereken bir haslettir.
Sizler, bugün batı dünyasına, özellikle de Amerika’daki kadının durumuna bir göz atarsanız, kadınların en ciddi problemlerinden birisinin de zorla tecavüz meselesi olduğunu göreceksiniz. Amerikan resmi makamlarınca yayınlanmış iki ayrı istatistiğe göz attım. Bunların birisi Amerika mahkemesi tarafından, diğeri başka bir yetkili makam tarafından yayınlanmıştır. Bu istatistikler gerçekten ürperticiydi. Bu istatistiğe göre, Amerika’da her altı saniyede, bir zorla tecavüz vakası gerçekleşiyormuş. İffetin ne kadar önemli olduğunu görüyor musunuz? Bu önemli asla riayet edilmediği için her altı saniyede, bir kadın zorla tecavüze uğruyor. İslam, bu hususları nazara alarak kadınlara, yabancı erkeklere karşı örtünmelerini emretmiştir….
1] - Tahrim/10.
[2] - Tahrim/11.
Kadınların Toplum Hayatında Çektiği Sıkıntılar
Aile ocağında kadın hakları 3