Kureyş Emini Hira Dağı'nda
Hira Dağı, Mekke'nin kuzeyinde yer alır. Yarım saatte onun tepesine çıkılabilir. Siyah kayalardan oluşmuş bir dağdır; en ufak bir hayat izine rastlanmaz onda. Kuzey bölümünde, kayaların arasından geçtikten sonra ulaşılabilecek ve yüksekliği bir insan boyunda olan bir mağara bulunur. Mağaranın bir bölümü güneş ışığıyla aydınlanır, diğer bölümleri ise her zaman karanlığa gömülüdür.
Tabii ki bu mağara, samimî dostunun bir çok anısına şahit olmuştur. Bu gün bile insanlar, o anıları yakından hissetmek ve mağaranın hâl dilinden duyabilme aşkıyla, ona doğru yol alırlar. Ona, beşeriyet dünyasının büyük rehberinin hayatının bir bölümünü ve vahiy anılarını sormak için, birçok zorluklara katlanıp kendilerini o mağaraya ulaştırırlar. Mağara da hâl diliyle şöyle der: Burası, Kureyş azizinin ibadetgâhıdır. O, peygamberliğe yetişmeden önce gece gündüz, burada yaşardı. O karmaşadan uzak olan bu noktayı ibadet ve tapınma için seçmişti. Ramazan ayının tamamını burada geçirirdi. Bu ay dışında da arada bir buraya sığınırdı; hatta değerli eşi, ne zaman Kureyş azizi eve gelmese, kesinlikle onun Hira Dağı'nda ibadetle meşgul olduğunu bilirdi. Peşi sıra gönderilenler hep onu tefekkür ve ibadet hâlinde bulurlardı.
O, nübüvvet makamına ulaşmadan önce, iki konu hakkında çok düşünürdü:
Birincisi; yeryüzü ve gökyüzü melekûtunda tefekküre dalardı. Bütün varlıklarda Allah'ın nurunu, kudretini ve ilmini görürdü. Bu yolla gayb perdeleri yüzüne açılırdı.
İkincisi; kendi uhdesine bırakılacak olan ağır görev hakkında düşünürdü. O kadar fesat ve sapıklık içinde olan zamanın toplumunu ıslah etmek, ona göre imkânsız değildi; ama ıslah programını uygulamak da pek kolay olmayacaktı. Bu bakımdan Mekkelilerin fesat içindeki hayatlarını ve Kureyş'in sorumsuzluğunu görüyor ve onların ıslahı için derin düşüncelere dalıyordu.
İlk Vahiy
Vahiy meleği, saadet ve hidayet kitabının başlangıcı olarak birkaç ayeti, onu nübüvvet elbisesi ile onurlandırsın diye, Allah tarafından Kureyş Emini'ne okumakla görevlendirilmişti. O melek, Cebrail (a.s) ve o gün de bi'set günüydü. İlerde bu günden bahsedeceğiz.
Şüphesiz, bir melekle yüz yüze gelmek için, özel bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Güçlü ve yüce bir ruha sahip olmayan kimsenin bir melek ile görüşmeye ve nübüvvet yükünü kaldırmaya gücü yetmez. Kureyş Emin'i (s.a.a), bu hazırlığı uzun zamandır yaptığı ibadetler, derin düşünce ve tefekkürler ve ilâhî lütuf sayesinde elde etmişti. Birçok siyer yazarlarının naklettiğine göre, O, bi'set gününden önce, birçok rüyalar görmüştü ve gördüğü rüyalar aynen gerçekleşiyordu.[1] Bir müddet sonra, ona zevk veren saatler, yalnız ibadetle baş başa olacağı saatler oluvermişti artık. O, özel bir günde, ibadetle meşgulken, melek bir levha ile indi ve onun yanında levhayı alarak ona şöyle hitap etti: "İkra!" Yani, Oku! O, ümmî olduğundan ve okuma yazma bilmediğinden, ben okuma bilmem diye cevap verdi. Vahiy meleği onu iyice sıkarak tekrar okumasını istedi ve yine aynı cevabı aldı. Melek bir daha onu iyice sıktı, bunu üç kere tekrar etti. Üçüncü sıkmadan sonra ansızın meleğin elinde olan levhayı okuyabildiğini hissetti. O anda, aslında beşeriyetin saadet kitabının giriş niteliğinde olan şu ayetleri okudu:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir. Ki O kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti."[2]
Cebrail (a.s), görevini yerine getirdi, Hz. Peygamber (s.a.a) de vahiy nazil olduktan sonra, Hira Dağı'ndan inerek Hz. Hatice'nin evinin yolunu tuttu.[3]
Söz konusu ayetler, aslında Hz. Peygamber'in (s.a.a) programının ana hatlarını belirliyordu. Açıkça, getirdiği dinin, kalem kullanmak, okumak ve ilim sahibi olmak gibi temeller üzerine kurulu olduğunu bildiriyordu.
İlk Vahyin Ardından
Hz. Peygamber'in (s.a.a) yüce ruhu vahiy nuruyla aydınlanmıştı. Cebrail'den (a.s) öğrendiklerini gönül sayfasına kaydetmişti. Bundan sonra yine melek ona hitap ederek: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın resulüsün ve ben Cebrail'im." diye nida etti. Bazıları, bu nidayı Hira Dağı'ndan inerken duyduğunu söylerler. Bu iki olay onda ıstırap ve korkuya neden oldu. Ancak bu korku sadece büyük bir vazifeyi uhdesine aldığından dolayı idi.
Elbette bu ıstırap, bir hadde kadar doğaldır. Kendisine indirilene iman etmesi ve doğruluğundan şüphe etmemesiyle de çelişmez; zira ruh ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar gaybî ve ruhanî âlemle ilintili olursa olsun, yine de işin evvelinde, özellikle de bir dağın başında yapayalnız, şimdiye kadar hiç görmediği bir melekle yüz yüze gelmenin, böyle bir ıstırap ve korkuyu beraberinde getirmesi gayet doğaldır; Dolayısıyla bu ıstırap sonraları ortadan kalktı.
Aşırı ıstırap ve yorgunluk, Hz. Hatice'nin evinin yolunu tutturmuştu ona. Eve geldiğinde, sevgili eşi yüzünde tefekkür ve ıstırap belirtilerini okuyordu. Ona neler olduğunu sordu. O da bütün olanları Hz. Hatice'ye açıkladı. Hz. Hatice saygıyla baktı ve hakkında dua etti ve şu sözü ekledi: "Allah sana yardım edecektir."
Daha sonra, Allah Resulü (s.a.a), yorgun olduğunu hissetti ve Hz. Hatice'ye şöyle buyurdu: "Üzerimi ört." Hz. Hatice üzerini örttü, Hazret kısa bir uykuya daldı.
[1]- Sahih-i Buhârî, 1.c. «Kitabu'l-İlim» 3.s; Biharu'l-Envar,18/194
[2]- Alak Suresi, 1-5
[3]- Sire-i İbn Hişam, 1/236; Sahih-i Buhârî, 1/3; Bu hadis, naklettiğimiz şekliyle sahihtir. Fakat hadisin reddine dair bir iddia da yoktur. Biz «Mefahimu'l-Kur'an» kitabının üçüncü cildinde bu hadisi senet ve metin açısından inceledik.