• Nombre de visites :
  • 2541
  • 24/10/2007
  • Date :

Nükteler

imam ali (a.s)
 

 1- Neden İmam sabrı tercih etti?
2- Neden hilafet hakkı “miras” olarak ifade edilmiştir?
3- Hz. Ali (a.s) İnziva Dönemi
4- Neden Hz. Ali (a.s) hilafet meselesini söz konusu etmektedir?

 

 1- Neden İmam sabrı tercih etti?

   Tarihin de açıkça tanıklık ettiği üzere İslam düşmanları ve münafıklar Peygamber (s.a.a)’in vefatı için adeta gün sayıyorlardı. Onlardan bir çoğu Peygamber vefat ettiğinde Müslümanların birlik ve beraberliğinin bozulacağını ve din karşıtı hareket için gerekli şartların oluşacağını ve dolayısıyla da daha yeni kurulan İslam devletini ortadan kaldırabileceklerini sanıyorlardı. İşte bu şartlarda eğer Ali (a.s) kendi hakkını almak için, başka bir deyimle Müslümanları Peygamber (s.a.a) dönemindeki gerçek İslam’a döndürmek için kıyam edecek olsaydı, hilafet sahnesinden uzaklaştırılması için önceden alınan karar yüzünden hiç şüphesiz büyük bir çatışma meydana gelecek ve dolayısıyla münafık ve düşmanların kötü arzularına ulaşması için gerekli ortam sağlanmış olacaktı. Dıştan gelen tehditler Peygamber’in mübarek hayatının son günlerine kadar bizzat Peygamber (s.a.a)’in endişelenmesine sebep olduğu tarihi bir gerçektir. Nitekim meşhur İslam tarihi kitaplarında şu tabirler yer almıştır: “Peygamber (s.a.a) vefat edince cahiliye Arapları geriye dönüş hareketini başlattı. Yahudi ve Hıristiyanlar kıyam ettiler, münafıklar ortaya çıktılar. Müslümanların durumu ise, soğuk ve yağmurlu bir gecede çobansız olarak çölde başı boş dolaşan koyun sürüsünü andırıyordu.

   Bunların hepsi bir yana, hiç bir dost ve taraftar olmadan kıyam etmesi kendisinin zafere erişmesini daha da zorlaştıracaktı. Eğer kıyam edecek olsaydı bir çok cahil kimse bu kıyamın önemli ilahi haklar için değil; şahsi bir takım sebepler yüzünden gerçekleştiğini iddia edecekti. Özellikle bu kıyamın yenilgiyle sonuçlanması, gerçek İslam’ı korumakla görevli bir kuşağın tamamen yok olup sahneyi İslam hilafeti adına rol almış kimselerin bırakmaları etmeleri anlamına gelirdi.

   Ama hilafetin, gerçek sahiplerinin elinden alınması sonucu vücuda gelen zorluklar ve kayıplar her gün daha da çoğalıyordu. Bütün bunlar birer diken olarak Hz. Ali (a.s)’ın gözlerine giriyor ve bir kemik şeklinde boğazına saplanıyordu.

   Bu bütün Müslümanlar için tarih boyunca alınacak bir ders konumundadır. Müslümanlar kaybolan haklarını almaya kalkışmalarının İslam’ın temeline zarar verdiğini gördüklerinde kendi haklarına göz yummalı ve dinin temellerini korumayı her şeyden öne geçirmelidirler ve haklarını kaybetmekten kaynaklanan acılara sabretmeli sessiz kalmalıdırlar.

   Bu anlamın bir benzeri 26. hutbede de aynen şöyle yer almıştır:

“Ben baktım ve gördüm ki bu hakkı almak için kendi ailemden başka bir yardımcım yok, diken dolu gözlerimi kapadım, kemik saplanmış boğazımla yudum yudum olayları içime döktüm.”

   2- Neden hilafet hakkı “miras” olarak ifade edilmiştir?

   Yukarıdaki tabirlerde de okuduğumuz üzere Hz. Ali (a.s): “Ben mirasımın yağmalandığını gördüm” buyurmuştur. Burada, “Neden hilafetten, “miras” diye söz edilmiştir? diye bir soru akla gelmektedir.” Bu sorunun cevap olarak, hilafetin Peygamber (s.a.a)’den masum halifesine ulaşan ilahi ve manevi bir miras olduğuna dikkat etmek gerekir. Elbette hilafet; kişisel maddi bir miras ve zahiri bir hükümet değildir. Bu tabirin bir benzeri Kur’an ayetlerinde de açıkça yer almıştır. Nitekim Zekeriyya Allah’tan evlat isteyince onun kendi varisi ve Al-i Ya’kub’un varisi olmasını ve nübüvvet mirası ile insanların önderliği makamını hakkıyla yerine getirmesini arzu etmektedir: “Tarafından bana bir veli (oğul) ver ki o bana varis olsun; Ya’kub hanedanına da varis olsun.

   Gerçekte bütün ümmete ait olan bu miras yalnız Peygamber (s.a.a)’in yerine geçen halifenin ve imamın elinde bulunmaktadır.

   Nitekim semavi kitaplar hakkında Kur’an’da şöyle okumaktayız: ""Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras bıraktık"".

   Bu yüzden meşhur bir hadiste de şöyle yer almıştır: ""Alimler Peygamberlerin varisleridir.""

   Bu sözün en büyük şahidi ise, Hz. Ali’nin hayatıdır. O ameli açıdan da mal ve makama en küçük bir bağlılığının olmadığını ve hilafeti (ilahi işlevini yerine getiremediği taktirde) eski bir ayakkabı veya bir hayvanın sümüğü gibi değerlendirdiğini açıkça göstermiştir. Dolayısıyla bir makam olarak hilafeti kaybettiği için gözlerinde diken, boğazında kemikle yaşadığı söylenemez.

   Bazıları “yağmalanan miras” deyiminden maksadın Peygamber (s.a.a)’in hayatta iken Hz. Fatıma’ya hediye ettiği Fedek bağı olduğunu söylemişlerdir. 

    Ama bu, oldukça uzak bir ihtimal olarak gözükmektedir. Zira bu hutbenin tümü hilafet ile ilgilidir ve dolayısıyla bu cümle de bu anlam çerçevesinde değerlendirilmelidir.

imam ali (a.s)

   3- Hz. Ali (a.s) İnziva Dönemi

   Hiç kimse Hz. Ali (a.s)’ın evinin bir köşesine çekilmesi sebebiyle İslam dünyasının uğradığı zararları ve büyük kayıpları hesaplayamaz. Sadece Hz. Ali’nin acı olaylar, sıkıntılar ve birbiri ardınca gerçekleşen savaşlar ile birlikte olan kısa süren hilafeti döneminde söylediği hutbeleri, mektupları ve kısa sözlerinden oluşan Nehc’ul Belağa’ya bir bakacak olursak ilmi boyut açısından evinin bir köşesine çekildiği 25 yıl boyunca ümmetin uğradığı zararın boyutlarını tahmin edebiliriz. Hz. Ali (a.s) eğer bu uzun yıllar boyunca halife olarak ümmet arasında yer alacak olsaydı Müslümanlar hatta tüm insanlık için ne kadar büyük bir ilmi birikim ve hazineler bırakabilirdi?

Ama elden ne gelir! Bu büyük feyzi ve tarihi nimeti Müslümanlardan ve insanlıktan aldılar ve telafi edilmesi asla mümkün olmayan bir çok kayıplara neden oldular.

   4- Neden Hz. Ali (a.s) hilafet meselesini söz konusu etmektedir?

   Bazılarına göre Hz. Ali (a.s) aslında geçmişe ait bulunan hilafet konusuna hiç girmeseydi, halkın unutmasını sağlasaydı ve bu vesileyle bir çok ihtilafın vücuda gelmesine engel olsaydı daha iyi olurdu.

   Bu sözlerin bir benzerini bugünde dile getirenler vardır.

Hz. Ali (a.s)’ın Peygamberden hemen sonraki hilafet hakkı söz konusu edildiğinde şöyle demektedirler: ""Müslümanların vahdetini korumak için susmalısınız, bu olayları unutmalısınız, biz bugün büyük düşmanlarla karşı karşıyayız. Bugün böylesi konularla uğraşmak bizleri ortak düşmanlarımızla savaşmaktan alıkoymaktadır. Aslında bu tür konuları tartışmanın hiçbir faydası yoktur. Zira her fırkanın mensupları kendi akıllarınca bir karar almış ve yollarına devam etmektedirler. Dolayısıyla bu tür konuları devam ettirmenin bir faydası yoktur"" denilmektedir.

   Bu eleştiri ve soruya cevap olarak iki önemli noktayı hatırlatmak gerekir:

   a: Peygamber (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’ın hilafetini sık sık vurgulamakta ve Allah’ın emriyle yalnızca onun bu işe layık olduğunu ifade etmekteydi. Peygamber (s.a.a), bu açıklama ve bayanlarını kendi isteği üzere değil, ilahi emir gereği yapıyordu.

   Gerçekte peygamberlerin gönderiliş gayesi de, insanları batıla uymaktan kurtarıp onlara hakkı göstermektir. Kur’an-i Kerim’in bir çok ayetleri eski peygamberlerle ilgili olan saptırılmış gerçekleri açıklamak ve insanlara hakkı açıklamakla ilgilidir. Çünkü yüce ilahi şahsiyetlerle ilgili her türlü sapma sonraki kuşaklarda yanlış değerlendirmeleri ve büyük yanılgıları meydana getirecektir.

   Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in takipçisi olarak her yerde hakikatin savunucusu olmuştur ve hakikat ile bağdaşmayan mevcut olaylara karşı koymuştur. Dolayısıyla araştırmacıların yıllar sonra insaf üzere hüküm vermeleri için hilafet ile ilgili bu hakikatleri dile getirmiştir. Böylece mevcut durumları ölçü yapmadan hakikatleri düşünmek isteyen kimseler gerçeği anlayabilir ve araştırmaları sonucunda doğru yolu bulabilirler.

Velhasıl gerçekleri örtmek doğru olmadığı gibi mümkün bile değildir. Çünkü hak üzere kurulan bu alemde gerçekler kendini ortaya koyacak hak taraftarları onu ister istemez arayıp bulacaklardır.

   Şüphesiz Resulullah (s.a.a)’dan sonraki imamet ve hilafet konusu en önemli dini konularımızdan biridir. İster Ehl-i Beyt mektebi takipçilerinin inandığı gibi bu konuyu dinin temel bir konusu kabul edelim veya bu konuda başka bir görüşe sahip olalım hiç fark etmez. Her haliyle bu konu Müslümanların görüş açılarında, içinde bulundukları tarihi süreci değerlendirmelerinde, hatta İslam’ı anlamalarında doğrudan etkili olan bir konudur. Bazı cahillerin sandığı gibi geçmiş tarihle ilgili kişisel bir olay değildir. Bugün, yarın ve gelecek ile ilgili bir çok etkileri vardır ve bir çok dini konular ile yakından ilgilidir. İşte bu yüzden Ali (a.s) zahiri hilafeti döneminde defalarca bu konuya değinmiştir.

   b: Müslümanların birlik ve beraberliğini bozan konular yersiz tartışmalara sebep olan bağnazlık ve saldırılardır. İki tarafın da mantıksal ve ilmi ölçülere uyarak yaptığı akli tartışmalar Müslümanların vahdetini asla bozmaz. Hatta birbirlerini doğru şekilde tanımalarına sebep olduğu için birliğin sağlanması için olumlu yönde etki yapar.

Semavi dinler arasındaki ihtilaflar konusunda da bu tür tartışmaların büyük bir faydası ve katkısı vardır. Bu tür tartışmalara karşı koyanlar bilmeyerek de olsa ihtilafların artış kaydetmesine ve ayrılıkların büyümesine katkıda bulunmaktadırlar.

 

İMAM ALİ (Aleyh-is Selam)

İmam Ali ve Hz. Resulullah

İmam Ali ve İslam

HZ. ALİ"NİN (A.S) MERTLİĞİ VE MÜRÜVVETİ

ALİ"NİN (a.s.) İMAN EDİŞİ

Hz. Ali"nin Allah Korkusu

Hz. Ali"nin (a.s) Doğumu ve Hz. Peygamber (s.a.a) Tarafından Eğitilmesi

İmam Ali (a.s)’ın Adaleti

İmam Ali’nin (a.s) İlmi

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)