NÜBÜVVET
Bu bahse girmeden önce bir noktanın hatırlatılması zaruridir. İnsanın yaratılışının hedefi nedir? İnsan salt madde olarak ve sadece zevk için mi yaratılmış olup varlık aleminde hiçbir hedefi yok mudur? İnsan maddi boyutundan başka, maddi boyutu gibi tekamül yolunda ruh ve maneviyat oluşan bir boyuta da sahip midir?
İslami metinlerde (ayet ve hadisler) insanın yaratılışı için bir çok ve çeşitli hedefler beyan edilmiştir. Onların ortak noktası ise: Yaratılışın yegane hedefi insan varlığının insani değerlerin terbiyesi gölgesinde kemale ermesidir. “İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” [1]
Gerçekte kulluk, insanın terbiye edilmesi ve kemale ermesidir. Her ibadet, insanın terbiye ve insaniyetinin gelişimiyle alakalıdır. Allah’ın insanları imtihan etmesi de bu esas üzere kuruludur.
“O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratmıştır.” [2]
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden üstün kılan O’dur.” [3]
Şu noktaya dikkat etmek gerekir ki Allah’ın imtihan etmesi onun insanların davranışlarının neticesini bilmemesinden kaynaklanmamaktadır. Bilakis imtihan insanda gizli kalmış yeteneklerin ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu imtihanlar insanın zatının derinliklerinde gizli kalmış yetenek ve güçlerinin ortaya çıkarılması içindir. Diğer taraftan imtihan insanın kendisinin sevap veya azaba müstahak olduğunu kendisinin görmesi için bir vesile ve araçtır. Gerçekte insanın derinliklerindeki vicdan mahkemesidir bu imtihanda kazandıklarının muhasebesini yaptığı ve sonucuna teslim olduğu yerdir.
Konunun özeti: İnsan görgü, bilgi ve amel yardımıyla elde ettiği nihai tekamül yoluna koyulmuştur;bu yolun sürmesi kılavuzun varlığına bağlıdır.
Kılavuz Kimdir?
İnsan akıl yoluyla kendi dünya görüşünü kemale erdirip, tüm doğru ve yanlışları anlayıp yaşamın zarar ve fayda yolunu anlayabilir mi? Bu sorunun cevabı mutlaka olumsuzdur. Zira akıl, yalnız başına gerçek manada kılavuzluk yapabilecek kapasiteye sahip olmadığı gibi kendisi terbiye ve eğitime muhtaçtır. Zira bozuk bir muhitte etki altında kalıp yoldan sapması söz konusu olabilir. Hz. Ali (a.s) peygamberlerin gönderilme sebeplerinden birisini de aklın terbiye edilmesi olarak belirterek şöyle buyurmaktadır: “…unutulmuş, gizlenmiş fikir ve akılları açığa çıkarırlar.”
Birey ve toplumun islahı için beşeri kanun ve ideolojiler yeterli midir? Yüzyıllardır bilim adamları tarafından bazen aralarında bir çok, hatta taban tabana ihtilaflar olmasına rağmen toplumun ıslah edilmesi için öneri ve ideolojiler sunulmaktadır. Bütün bu öneri ve ideolojiler insan aklının ne kadar kısıtlı ve bütün yönleriyle insan mutluluğunun sırrından ne kadar habersiz olduklarını göstermektedir. Bütün bunlardan beşeri düşüncelerin ve teorisyenlerin teorilerinin tam anlamıyla güvenilir olmadığını anlıyoruz. Bundan da öteye beşeri kanunların icra edilmesi için hiçbir güvence de söz konusu değildir.
Ama semavi programlar ve peygamberlerin mektepleri, ezeli ve ebedi ilim kaynağından hayat bulması neticesinde; her türlü ayrıntı, açı ve insan özellikleri her makam ve bireyden daha iyi bilmekte ve hiçbir hata ihtimaline meydan vermemektedir. Buna göre peygamberlerin gönderilme sebebi ve gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Peygamber Kimdir ve Nasıl Tanınır?
Peygamber, başka bir insanın karışması olmadan, vahiy yoluyla varlıkların yaratıcısı ve O’ nun sonsuz ilmiyle irtibat ile ilahi hükümleri tebliğ etme yeteneğine sahip kimseye denir.
Gerçek peygamberleri yalancı peygamberlerden ayırt edebilmenin yolları şunlardan ibarettir:
1- İnsan türünün yapamayacağı şeyleri mucize yoluyla yapmak.
2- Peygamberliklerinden önce ahlaki, ruhsal, toplumsal davranış vb. gibi yollardan yaşantılarını incelemek ve davetlerinin muhtevasını inceleyerek akıl ve mantık ölçüleri ile mutabık olup olmadığının tespit edilmesi, onlara tabi olanların topluma olan yansımalarının araştırılması gibi yollardan şahit ve delillerin toplanması.
3- Peygamberliği kesin delillerle ispatlanmış önceki peygamberin müjdelemesi.
Peygamberler İki Kısımdır
1. Ulu’l Azim olmayan peygamberler. Tebliğ alanları sınırlı, yeni bir kitab ve yeni bir dine sahip olmayan peygamberlerdir.
2. Ulu’l Azim peygamberler. Bu peygamberler yeni bir din ve semavi kitap getirirler. Onların görev alanı oldukça geniştir. Bu grup beş yüce şahsiyetten oluşmaktadır. Bunların her biri ayrı zamanlarda insan toplumunun hidayeti ve ilahi buyrukların yeryüzünün bütün insanlarına ulaştırılması için görevlendirilmişlerdi
Sırasıyla Ulu’l Azim Peygamberler:
1- Hz. Nuh (a.s)
2- Hz. İbrahim (a.s)
3- Hz. Musa (a.s)
4- Hz. İsa (a.s)
5- Hz. Muhammed (s.a.a) peygamberlik silsilesi Hz. Resul-i Ekrem ile son bulmuştur. O Allah’ın gönderdiği son peygamberdir.
İslam toplumu öğretileri, dini görüş ve toplumsal kanunlar açısından; her zaman ve her dönemde insan toplumunun tüm ihtiyaçlarını giderme gücüne sahip halde düzenlenmiştir. Son şeriat ve ebedi risalet olma ünvanıyla diğer dinleri nesh ederek onları izlemeye izin vermemektedir.
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” [4]
Aziz İslam Peygamberi
Burada insanlık aleminin efendisi ve en üstünü Hz. Peygamberin (saa) hayatından kısa bir bölüm de olsa naklederek bu yazıya nurani bir hava vermek yerinde olacaktır.
Muhammed olan mübarek isimleri, övülmüş ve beğenilmiş manasına gelmektedir.Değerli babası Abdullah ve faziletli annesi Vahab kızı Fatma’dır. Varlık aleminin en üstününün doğduğu gün fil yılı, Rebi’ul evvel ayının on yedisi, Cuma günü seher vaktidir. Adil padişah Anuşirevan’ın zamanında Mekke’de doğdu. Miladi 610 yılı, Recep ayının yirmi yedisinde kırk yaşındayken Allah tarafından peygamber olarak seçildi ve vahiy meleği Cebrail nazil olarak Alâk suresinin ilk beş ayetini bildirdi:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, (yazmayı) kalemle öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”[5]
İlahi emir ve yasakların tebliğ ve insanlara ulaştırılması günün gereğince, putperest düşmanların şiddetli muhalefeti, Kureyş’in baskısı karşısında hiç aceleye getirilmeden başladı. Daha sonra Allah’ın emriyle İslam’ın tebliği kendi akrabalarına yöneltildi.[6]
Daha sonra yine Allah’ın emriyle aleni tebliğ başlamış oldu:
“Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.” [7]
Hz. Peygamber ilahi emir ve yasakları tebliğ etmek için Mescid’ul Haram ve Mekke’nin kalabalık ve merkezi yerlerini seçti. “Allah’tan başka ilah yoktur deyin ve kurtuluşa erin” diye güzel bir cümle ile tevhid şiarını olanca gücüyle haykırdı. Bu haykırışla beraber düşman ve müşriklerin “Hiçbir peygamber benim kadar eziyet görmedi” diyecek kadar şiddetli ve sert muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldı.