• Nombre de visites :
  • 4694
  • 24/10/2007
  • Date :

ÖLÜM VE MEÂD

ölüm ve meâd

Meâdı Nasıl Tanıyabiliriz?

       Meâd, lügatte geri dönüş demektir. Ruh, bedene geri döndürüleceğinden, ahiret inancına bu ad verilmiştir. Meâd inancı, mukaddes İslâm dininin temel esaslarındandır. Herkesin ölümden sonra tekrar dirileceğine, inanç ve amelinin karşılığını göreceğine inanmak, İslâm'a göre farzdır.

      Meâdın başlangıcı ölüm ve sırasıyla kabir, berzah, sonrası da kıyâmet-i kübrâ ve sonunda cennet ve cehennemdir. Meâd, duyu organlarıyla algılanamaz. Meâdın varlığı ileride genişçe inceleyeceğimiz gibi aklî delillerle sabittir. Ama insanın ölümden sonra ne olacağını sadece aklıyla idrak etmeye çalışması imkânsızdır. Bunun tek yolu vahiydir. Zira hiç kimse içinde bulunduğu âlemden ötesine ulaşamaz.

       Örneğin, bir çocuğun, ana rahminde iken dış âlemin niceliğini ve niteliğini anlaması imkânsızdır. Uzayın sonsuzluğunu ve oradaki varlıkları bilmesi mümkün değildir. Ayrıca maddî âlemde bulunan, maddenin ve tabiatın esiri bir varlığın, maddî âlemin batınında bulunan ve bu âlemden kurtulduktan sonra ulaşılacak olan melekût âlemini anlaması nasıl mümkün olabilir? Ölümden sonraki âlemlerin özellikleri, dünya âleminde bulunan birisi için gizlidir. Tanımak ve vakıf olmak için Allah-u Teâlâ'nın haber verdiği şeyleri kabul etmekten başka çare yoktur. Dolayısıyla "Ölümden sonra şöyle olacak" iddiasında bulunmak, aklen asla doğru değildir. Çünkü o âlemin özelliklerinin akılla bir ilişkisi yoktur. Bütün akıllar birleşse de öteki âlemin olaylarının ayrıntılarından haberdar olamaz. Bizlerin yapacağı tek şey, Hz. Muhammed'in (s.a.a) ve Ehlibeyt'inin buyurduklarını tasdik etmektir. Çünkü onlar hem masumdurlar, hem de Yaratıcı'nın vahyinin nüzul yerleridirler.

Ölüm

      Ölümün hakikati, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ruhun bedenle olan ilişkisine birçok benzetmeler yapılmıştır. Bazıları şöyle demişlerdir:

     Beden bir gemi, ruh ise o geminin kaptanı gibidir. Geminin batmasıyla, kaptanın gemi üzerindeki kontrolü ortadan kalkar.

     Siz, "Gittim" dediğiniz zaman, doğrudur ki, siz gittiniz; ama ayağınızla gittiniz. Fakat siz, ayağınız değilsiniz. "Gördüm, işittim, konuştum" dediğiniz zaman, hepsinin öznesi tek bir varlığa döner. Bu varlık ruhtur. O ruh görür, ama şu zahiri gözle mi? Ruh işitir, ama şu zahirî kulakla mı? Öyleyse görücü ve işitici ruhtur. Göz, onun görme aletidir. Ruh, beden karanlığında yanan bir ışık kaynağıdır. O, göz, kulak ve diğer duyu organlarıyla ışığını verir.

İşte ölüm, bu ışık kaynağının yer değiştirmesidir. Örneğin birkaç penceresi olan kulübenin içindeki gaz lambasını düşünün. Lamba yandığında pencerelerden ışık gelir. Gaz lambasını dışarıya çıkardığınız zaman ise kulübe karanlık olur; artık pencerelerden ışık çıkmaz. Ölüm, bedenden bu lambanın çıkarılması gibidir. Fakat ruhun bedenle olan ilişkisi hulul etme, yani ruhun bedene girmesi şeklinde değildir. Çünkü ruh, madde değildir, soyuttur; içi dışı yoktur. Ruhun bedene tam bir bağlılığı söz konusudur. Ölüm, bu bağın kopması demektir.

      Ölümün, Allah'ın izniyle olduğuna iman etmemiz farzdır. Bedenle ruhu anne karnında birleştiren de, son günde bu bağı koparan da yaşatan da hayat veren de öldüren de O'dur. Kur'ân'da Allah'ın hayat verici, diriltici ve öldürücü olduğu çokça zikredilmiştir. Avamdan bazı insanlar, Azrail'i sevmez. Onu düşman sanırlar. Oysa Onun kendi başına bir şey yapmadığını, âlemlerin Rabbi tarafından memur kılındığını bilmezler.

Can, Nasıl Alınır?

       Canın alınmasının keyfiyeti, miraç hadislerinde belirtilmiştir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre ruhun bedenden çıkması şöyledir: Hz. Azrail'in önünde herkesin isminin yazılı olduğu bir levha vardır. Her kimin eceli gelmişse, adı levhadan silinir. Azrail, bir anda onun ruhunu alıverir. Aynı anda binlerce kişinin adının silinmesi ve Azrail'in onların canını aynı anda alması şaşılacak bir şey değildir. Bin tane çırayı aynı anda söndüren rüzgar gibi. Bu ölümlerin hepsinin faili aslında Allah'tır. Azrail, ruhu alır; ama hakikatte öldüren Allah'tır. Çünkü emir O'nun tarafındandır.

       Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerim, can alma olayını bazı yerlerde Allah'a,[1] bazı yerlerde ölüm meleği Azrail'e[2], bazı yerlerde de meleklere[3] isnat etmiştir Bunların üçü de doğrudur. Zira, Azrail ve onun yardımcıları, Allah'ın emriyle can alırlar. Bunu bir padişahın ordusu ve komutanlarıyla birlikte bir şehri fethetmesine benzetebiliriz. Şehri padişah fethetti de diyebiliriz. Filan komutan da, ordu da. Bu örnek bunun anlaşılması içindir. Yoksa asıl konu çok daha üst düzeydedir.

       Ölüm anında canı alan Allah'tır. Ama O, dünyayı sebeplerle düzene koymuştur. Ölüm için de bazı zahiri sebepler kılmıştır. Örneğin; bir binadan düşmek, hastalanmak, öldürülmek vb. Bunların hepsi birer araçtır, bahanedir. Zira niceleri vardır ki, çok şiddetli hastalıklara yakalanırlar, ama ölmezler. Öyleyse zahiri sebepler, tek başına o şahsın ölümü için yeterli değildir. Eğer ömrü sona ermişse, âlemlerin Rabbi onun canını alır. Birçok insan, hiçbir hastalıkları olmadığı hâlde ölmüştür.

       Başka bir konu da ölüm meleğinin şeklinin, ölen kişiye göre değiştiğidir. Bir rivayette şöyle geçiyor:

Hz. İbrahim (a.s), Azrail'den kâfirin ruhunu alırken nasıl bir şekle büründüğünü, kendisine göstermesini istedi. Azrail, "Buna dayanamazsın." dedi. Hz. İbrahim (a.s) ısrar edince, Azrail öyle bir şekle büründü ki Hz. İbrahim, karşısında siyah yüzlü, pis kokulu, siyah bir elbise giymiş, ağzından ve burnundan alevler ve duman çıkan birisini görerek, düşüp bayıldı. Kendisine geldikten sonra şöyle buyurdu: "Eğer kâfir için hiç bir azap olmasaydı, seni görmesi, ona azap olarak yeterliydi."[4]

       Mümin için de tam tersidir. Ölüm hâlindeki insanı saptırmak için şeytanlar sol taraftan, buna karşılık melekler ise sağ taraftan gelirler.[5] Şeytanların işi her zaman aldatmaktır. Özellikle kişi, ölüm anında imanlı da olsa, onu aldatmaya uğraşırlar. Saadet ve bedbahtlığın ölçüsü, akıbetinin durumuyla ilgilidir.

      Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Yaşadığınız gibi ölürsünüz, öldüğünüz gibi diriltilirsiniz ve diriltildiğiniz gibi de haşr edilirsiniz."[6] Ne arzusu varsa, o arzuyla ölür. Eğer arzusu Resulullah'ın (s.a.a), Hz. Ali'nin (a.s) cemalini görmek idiyse, ölünce de bu arzu ile ölür. Eğer arzusu heva ve heves idiyse, ölüm anında da arzusu bu olur. Fakat Allah-u Teâlâ, iman ehlini ölüm anında koruyacağına ve şeytanın onlara ulaşamayacağına dair söz vermiştir.[7]

          Ebû Zekeriyâ Râzî'ye vefat edeceği sırada "La ilahe illallah"ı telkin ediyorlardı; "Söylemiyorum" diyordu. Bir süre baygınlık geçirdikten sonra kendisine gelince, dedi ki: "Önüme birisi geldi ve bana: "Eğer kurtulmak ve saadete ulaşmak istiyorsan, "İsa Allah'ın oğludur" de dedi. Ben de söylemem dedim. Biraz ısrar ettikten sonra "La ilahe illallah" de dedi. Ben ise, "Sen dediğin için demiyorum." dedim. (Sonra Ebû Zekeriyâ Râzî) eline bir şey alıp fırlattı. "Şimdi hak kelimeyi söylüyorum" dedi; sonra şahadet getirdi ve öldü. Bir ömür boyu sıdk ile muvahhid olan birisine nasıl olur da şeytan ölüm anında musallat olabilir. Evet, eğer ömrünü şeytanın yolunda geçirmişse, ölüm anında da dostu şeytan olur.

-----------------------------------------------------------

[1]- Zümer, 42

[2]- Secde, 11

[3]- Muhammed, 27

[4]- Bihâru'l-Envâr, c. 3, Ölüm Meleği Babı

[5]- Bihâru'l-Envâr, c. 3, Ölüm Meleği Babı

[6]- Avâli'l-Liâlî, c.4, s.72

[7]- İbrâhim, 27

 


AHİRETSİZ HAYAT ANLAMSIZDIR

İslâm Açısından Mead

İnsan, Ebedi Saadet İçin Yaratılmıştır

AHİRET- Gureru’l-Hikem 1

Dönüş Ancak Onadır

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)