ALLAH"A GİDEN BAZI YOLLARIN AÇIKLANMASI
Allah"a giden yollar, mahlukların nefesleri sayısıncadır. Her bir şahıs için, bütün mahlukların nefesleri sayısı kadar Allah"a giden yol vardır. Günah bataklığına saplanmış insana ise kudretiyle her şeyi kaplayan Allah"ın rahmeti sıkıcı gelir ve bu durum rahmet kapılarının üzerine kapanmasına sebep olur. Allah"ın rahmetine karşı daima ümitli ve iyi niyetli olunması, insanı olgunluk derecesine en kısa yoldan ulaştırır. Allah Teala, mü"min kulunun niyetine göre takdir eder. Niyet hayır olursa, ilahi irade ve takdir hayra vardırır, aksi durumda insanın şerre varması önlenemez.
İnsan, nefsin ve şeytanın ortaklaşa aldatması sonucu, alemlerin Rabb"ine karşı kendisini kötü zanlı olmaya alıştırır. Yaratılış, hikmet ve felsefesi doğrultusunda imtihan gereği küçük bir olay karşısında sıkıntıya düşme korkusuyla ümitsizliğe kapılır, şeytana ve nefsine yenik düşerek suizanna, umutsuzluğa kapılır. Bu suizan ve kötümserlik, kaçmak istedikleri belaya tutulmalarına sebep olur.
Allah"a karşı kötü zanlı olmaktan, yine O"nun rahmetine sığınırız.
Allah Tebarek ve Teala, affetmediği takdirde insanın bu suizannı ve kötümserliği, Rabb"inin karşısında gereği gibi muamele görmesine sebep olur.
Resul-i Ekrem (s.a.a), olayları hayra yorar, kötü yorumlardan hoşlanmazdı.
Resul-i Ekrem (s.a.a), Ravzat-ül Kafi"de yeralan bir hadiste şöyle buyurur:
Bir şeyi uğursuz sanmak, insanın nazarına, görüşüne bağlıdır. Eğer hafif görürse hafif olur, ağır görürse ağır olur. Hiçbir şey görmezse, hiçbir şey olmaz.
O halde Resulullah"ın (s.a.a) sünnetine uymaya çalışan bir mü"min, nefsini Rabb"ine karşı hüsn-ü zanlı olmaya alıştırmalı ve Allah-u Teala"dan az bir amel karşılığı, fazlasını beklemelidir. Zira Hak Teala hakkında her ne kadar hayır çeşitlerinden zan edip beklese de Allah"ın lütfü, keremi onun üstündedir; insanın zannının sonu vardır. Ama O"nun kereminin sonu yoktur. Hak Teala ihsanının, hüsn-ü zannın karşılığı olduğunu haber vermiştir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Sana hüsn-ü zanlı olanın zannını doğrula.
O halde, -evliyanın diliyle açıklamak gerekirse- Hak Teala"nın kullarına karşı hüküm ve takdiri, hüsn-ü zan besleyenlerin zanlarını doğrulayıp gerçekleştirmek olarak tarif edilebilir. Bu durumda Hak Teala"nın kendisi buna daha evladır. Hatta insan, hadisleri incelediğinde Hak Teala, bir şahsın herhangi bir şeye hüsn-ü zannı olduğunda onu doğrulayıp, işi; onun güzel zannı doğrultusunda takdir buyurur, bu da Allah"a olan hüsn-ü zannından başka bir şey değildir. Bütün hayırların Allah"tan olduğunu bilip, hüsn-ü niyetle hareket edersek, bu güzel zanlarımızın, Allah Teala"dan doğrulanmış olarak bizlere iade edildiğini görürüz.
Sahih olan hadislerde duyurulduğuna göre eğer; birisinin bir taşa bile hayır zannı olursa, Allah-u Teala o taşta hayır yaratır. Ravi, İmam"dan, Taştan da mı? diye sorunca İmam, Hacer-ül Esved"i görmüyor musunuz? diye cevap verdi. Bu hadisten de Hak Teala-"nın, mü"minlerin birbirleri hakkında olan iyi niyetlerini doğrulayıp gerçekleştirdiğini anlıyoruz.
Allah Teala"nın mü"minlerin, ölen birisi hakkında ondan hayırdan başka bir şey bilmediklerine dair verdikleri şehadetlerini doğrulaması, hüsn-ü zannın önemini ortaya koyar. Hüsn-ü zannın, gereğinden başka bir şey söylememenin, insan için ne denli etkili olduğuna güzel bir örnektir bu. Hak Teala bu şahadeti geçerli kılar. Hadise göre, hakkında hüsn-ü zan olan ölü konusunda önemli bir engel olmadığı takdirde Allah Teala, hüsn-ü zannın gereğini, hem hüsn-ü zan sahibi ve hem de hakkında hüsnü zanda bulunulan şahıs hakkında gerçekleştirir. Ama hakkında hüsn-ü zan olan şahısta bir engel söz konusu olursa, onu yalnızca hüsn-ü zan sahibi hakkında gerçekleştirir. Aynı şekilde eğer birisi, diğer birisine, onu hayır ehlinden zannettiği için saygı gösterirse, Allah Teala"nın, gerçekte ikram edilen şahsın cehennem ehli olduğunu bilmesine rağmen, hüsn-ü zanda bulunan şahsı, cennete götüreceği hadislerde geçmektedir.
Kısacası, mü"min kardeşi hakkında ona emredilen hüsn-ü zan vazifesini yerine getirirse bunun sevabı hem mü"min kardeşine, hem de hüsn-ü zanda bulunana yetişir. Allah Teala"nın rahmetiyle, onun zannı doğrulanır, zannı gereğince iş yürür, ya da zannı yalnızca kendisi hakkında gerçekleşir. Zannedilen hakkında gerçekleşmemesi ise, zannedene bir zarar getirmez.
Mü"minlere karşı hüsn-ü zan taşımak büyük bir rahmet kapısıdır. Belki de cemaat namazının büyük sevabı olduğuna dair hadisler bu yüzdendir. Zira mü"minler cemaat imamına olan hüsn-ü zanları gereğince onun namazının kabul olduğunu zanneder ve onu kendileriyle Allah Teala arasında vasıta kabul ederler. Allah Teala da, bu hüsn-ü zan sebebiyle hepsinin namazını kabul eder. Bu gibi örnekler çoktur. Bereket vesilesi sayarak mü"minin artığından içmek de bu yüzdendir. Zemzem suyundan alınan fayda da ondan umulana göredir. Büyüklerden birçoğu dünyevi veya uhrevi maksatlar için Zemzem suyundan içerek muratlarına erişmişlerdir.
Bazı dualarda istenmesi gereken en iyi rızık, kesin iman ve Allah"a hüsn-ü zan olarak belirlenmiştir. Hatta bazı hadisler konunun önemini vurgulamak için, Allah Teala"nın, yersiz hüsn-ü zan iddiasını bile doğruladığını haber veriyor. İmam Sadık"tan (a.s) ulaşan bir hadiste şöyle buyuruluyor:
Kıyamet günü, bir kulun cehenneme götürülmesi emredildiğinde o dönüp geri bakar. Allah Teala, Kulumu geri çevirin der. Geri getirilince Allah Teala ona, Neden dönüp geri baktın diye buyurur. O şöyle der: Rabb"im, sana olan zannım bu değildi. O zaman Allah Teala, Zannın ne idi? diye sorar. O ise, Rabb"im, sana olan zannım, beni affedip kendi rahmetinle bana cennette yer vermendi. der. O zaman Allah Teala şöyle buyurur: Ey meleklerim, kendi izzetime, büyüklüğüme ve yüceliğime ant olsun ki, bu kulum bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunmamıştır. Eğer, bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunsaydı, onu ateşle korkutmazdım. Fakat yine onun bu yalanını doğrulayıp onu cennete götürün.
İşte bu ve benzeri ilahi Mükafat ve rahmetleri açıklayan diğer hadislere dikkat ettiğimizde, kalbimizdeki ilahi mükafatlara olan arzuların da Allah"a olan hüsn-ü zandan sayılması yönü güçleniyor. Çünkü bu arzular eğer; gerçek hüsn-ü zan olmasa da en azından buna aday olan niyetlerdir. Allah Teala kendi keremiyle bunları da gerçek hüsn-ü zanlar gibi doğrulayıp gerçekleştirir. Allah Teala"nın her iki dünyada da hükmü birdir. Rahman (Allah)"ın yaratışında bir farklılık göremezsin.
Fakat hüsn-ü zan taşımak, hüsn-ü zannı bahane ederek işi bırakıp rahata dalmak anlamında değildir. Aksine, bu şeytanın hilelerinden birisidir. Allah Teala, Muhammed (s.a.a) ve pâk Ehl-i Beyt"i hürmetine bizi ve bütün mü"minleri şeytanın şerrinden korusun. Tam aksine hüsn-ü zan, Allah katında olana bütün bir vücutla yönelip, O"nun bah-şişlerine daha bir rağbetle bağlanmayı gerektirir. Zira, ilahi mükafatlarla tanışıp ondan yararlananlar, buna daha istekli olur, buna ulaşma yönünde zorlukların kolaylaştığını görürler. Ne istediğini ve istediğinin değerini bilen birisi için karşılığında verdiği şey az gelir.
Hz. İmam Rıza"dan (a.s) gelen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: Allah Teala, Hz. Davud"a (a.s) şöyle vahyetti: Kulum bir hayır iş yaparsa onu cennete götürürüm. Hz. Davud (a.s): O hayır nedir ya Rabbi? diye sordu. Allah Teala şöyle buyurdu: Bir mü"min kulumun üzüntüsünü, bir hurmanın yarısıyla bile olsa gidermektir. O zaman Hz. Davud (a.s): Allahım, seni tanıyan kimse asla senden ümidini kesmez. dedi.
Öyleyse yer ile gök arası büyüklüğünde, hiçbir aklın düşünemediği hiçbir gözün görmediği, gerçek saadet yurdu olan cenneti, yarım hurma karşılığında lütfeden Allah"a, cahillerden başka kim sırt çevirir?!
Böyle kerem sahibi birisiyle muamele yapmayı kim terk eder?! Terk ederse ne elde eder? yerini neyle doldurabilir?! O halde bir an için olsun Allah"a yönelmekte gaflet eden kimse, yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı büyük bir şey kaybetmiş ve büyük bir zarara uğramıştır!
Heyhat heyhat! bununla karşılığı olmayan bir fırsatı el-den kaçırmış ve hiç bir şeyin telafi edemeyeceği bir zarara düşmüştür. İşte bunun için ve Allah Teala"nın kullarına olan büyük merhametinden dolayıdır ki, mukaddes İslam şeriatında; müminlerin bütün hareket ve duruşlarına büyük sevaplar vaadi verilmiştir. Hatta Hz. İmam Zeynül Abidin, (a.s) Şialarına şu duayı okumalarını öğretmiştir: Ey Allah"ım, kalplerimizin bütün fısıltılarını, organlarımızın bütün hareketlerini ve dillerimizin bütün konuştuklarını, senin mükafatını kazanan şeylerden kıl. Diğer bir duada da şu tabirin yer aldığını görüyoruz: Ey Allah"ım, senin zikrinden gayrı bir lezzetten, sana istiğfar ederim. Allah Teala"nın, mümin kullarından isteği, ondan muamele etmekten gaflet ederek, telafisi olmayan bir zarara düşmemeleridir. Bunun için ona giden yolları, mahlukatın nefesleri sayısınca karar kılmıştır. öyle ki, Her kim, su içtiğinde Hz. İmam Hüseyin"in, (a.s) susuz şehid edildiğini, anıp o hazreti şehid edenlere lanet ederse, Allah Teala, ona yüz bin hayır yazıp, yüz bin günahı ondan giderir; onu yüz bin derece yüceltir. Yüz bin köleyi azad etmiş gibi sevap kazanır ve kıyamet günü onu korkusuz olarak meb"us kılar.
Böyle kerem ve mükafat sahibi sınırsız zenginliğe sahip olan Allah’ın kendisine muhtaç olan kulunun bir nefesini bile zayi etmeye razı olacağını mı sanıyorsun? Asla! O, bu zavallı kulunun tam manasıyla ona yönelmesini istiyor. Zira, O"na yönelmekten başka bir şeref olmadığı gibi, ondan gayri bir hayır kaynağı da yoktur. Kulu O"na yönelince, O da kuluna yönelir. O kuluna yönelince de fazl ve keremince davranıp onu bütün düşünceleriyle, hareketleriyle, duruşlarıyla, uykusu ve ayıklığıyla Rabb"inin rızasını kazanmayı amaçlamaya hidayet eder.
Hz. İmam Muhammed Bâkır"dan, (Allah"ın selamı ona olsun) gelen bir hadis de şöyle buyruluyor: Allah Teala, Hz. Davud"a vahy ederek: Kavmine bildir, onlardan herhangi birisi, ben emrettiğim takdirde bana itaat ederse; benim de ona itaat ederek, bana itaat etmesinde ona yardımcı olmam bana hak olur. Eğer benden bir şey isterse ona veririm, eğer beni çağırırsa ona icabet ederim. Eğer bana sığınırsa ona sığınak olurum. Eğer benden yardım dilerse ona yardımcı olurum. Ve eğer bana tevekkül ederse onun açık noktalarında ben koruyucu olurum, eğer bütün halk ona bir hile yapmağa koyulsalar bile, ben hepsinin üstesinden gelirim. buyurmuştur.
Yine geniş rahmetinden dolayıdır ki, zavallı kulunu zararlı olanı bırakın, hatta yararsız olan şeylerle meşgul olmaktan şiddetle men etmiştir. El-Cevahir-üs Seniyye kitabında şunlar yer almaktadır: Ey Adem oğlu, eğer kalbinin kasavetli, cisminin hasta, malının noksan, rızkının yoksun olduğunu görürsen bilmelisin ki, bunlar konuştuğun faydasız sözlerin yüzündendir.
Boş sözlerin böyle bir etkisi olduğuna göre haram sözlerin nasıl bir etkisi olacağı kendiliğinden bellidir. Buna göre boş söz konuşmak sana zehirden daha zararlıdır. Zira zehir senin ancak cismini tahrip edebilir. Oysa boş sözler kalbi katılaştırır, malı azaltır, rızktan mahrum eder, cismi de hasta eder.
Merhamet sahibi yüce Allah ise, kulunun böyle bir büyük bedbahtlığa düşmesine elbette ki razı olmaz. Hatta Allah Teala"nın, kulunu faydasız sözlerden dolayı hesaba tuttuğu gibi, faydasız bakışlardan dolayı da hesaba çekeceği, bazı hadislerde yer almıştır.
İşte kulunun, bir bakışının da boşa gitmesini istememesinden dolayıdır ki, alimin yüzünü Kabe"ye, Resulullah"ın (s.a.a) neslinden olan seyyitlere ve ibret almak için mahluklara bakmayı ibadet kılmıştır. Hatta, bir saat düşünmeyi altmış sene ibadet etmeye eşit kılmıştır. Nereye dönseniz orası Allah"ın vechidir. İmam Sadık (a.s), babaları yoluyla Hz. Resulullah"dan (s.a.a) rivayet ediyor ki:
Allah Teala, Davud peygambere (Allah"ın selamı ona olsun) vahiy ederek şöyle buyurdu: Güneşte oturana güneş dar olmadığı gibi, rahmetime girene de rahmetim dar gelmez. Kötümser düşüncelere kapılmayana bir zarar gelmediği gibi de kötümser olanlarsa fitneden kurtulamazlar.
Görüldüğü üzere bu kutsi ilahi hitap, kurduğumuz bu ilkeye en büyük şahidlerden biridir ki, kötümser olan kimse, Allah Teala"ya olan su-i zannı yüzünden fitneden kurtulmayıp bedbahtlığa düşer. Kötümser olmayan kimseye ise, Allah Tela"ya iyi niyet taşıdığından dolayı kötümser olan şeyler bir zarar vermeyip, Hak Teala"ya olan hüsn-ü zannı hürmetine bela ondan def olur.
Kendisini Ehl-i Beyt"ten gelen hadislere adayarak onlara uyup, Allah"ın rahmetine giren bir kimse içinse, asla darlık söz konusu olamaz. Aksine her kapısından bin kapı açılan kapılar onun yüzüne açılır, sonunda ise ilim ve marifet nuruyla onu kalp ferahlığı makamına ulaştırır. Bu makam ise, Hak Teala"nın, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında övdüğü en faziletli makamdır. Allah Teala, Kur"an"da şöyle buyuruyor: Senin sadrini (göğsünü) açmadık mı?
Allah Teala bir kuluna minnet koyup bu makama ulaştırırsa o artık dünya ve Ahiret belalarının ulaşmadığı kimselerden olur ve eğer herhangi bir bela da ona ulaşırsa bu ancak diğerinin ve halkın nazarında beladır; yoksa onun kendi nazarında Allah Teala"nın ona gösterdiği bu belaya sabretme sonucu ulaşacağı Allah"ın rızası ve yüce makamlara nazaran en büyük lezzetlerden ve en afiyetli bahşişlerdendir.
İşte bu yüzden Aşura günü İmam Hüseyin "in (a.s) bazı ashaplarına, belalar şiddetlendikçe yüzleri daha da açılır ve onları daha çok sevinç alırdı.
Allah Teala size ve bize bu makamları bağışlasın.
Dünyaya düşkün insanlar nerede böyle lezzetlere ulaşabilirler! Allah Teala bize yardımcı ve vekil olmakta yeterlidir.
ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.
1 - Ankebut/13.
İLAHî YOL GÖSTERİCİLİK - HİDAYET
Rahmet Yoluna Giren Rahmet Bulur