Dil'in İnsan Üzerindeki Hakkı (2)
İnsan dünyaya geldiğinde hiçbir şey bilmemektedir ve hatta kendinden dahi gafildir. Ancak gün geçtikçe gözü görmeye ve kulağı işitmeye başlar. Bu gereçler aracılığıyla dış dünyadan algıladığı hususları, zihnine aktarır ve akıl gücüyle de bu aktarımlarını analiz etmeye koyulur.
Dikkat edilirse, Görünüş itibariyle gözün faaliyet alanı daha geniş olmasına rağmen işitme organına öncelik verilmiş ve önce kulak zikredilmiştir.
Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Gözün faaliyet alanı, sadece dokunmakla hissedilen şeylerdir; işitme organı kulak ise, her alanda bilgi edinme aracıdır. Çünkü insan, sözcükleri duymak yoluyla hem dokunma dairesi içindeki ve hem de başka alandaki gerçeklerle aşina olur. İşte bundan ötürüdür ki, kulak gözden daha önemli bir organ ve gereç addedilmektedir.
Bu mukaddime uyarınca, yüce Allah’ın bahşettiği bu büyük nimetin şükrü nasıl yerine getirilmelidir?
İşitme organı olan kulak nimetinin şükrü, sözlerin dinlenmesinden sonra akıl gücü ile ölçülmesi, ilahi bilgi mihengi ile karşılaştırılması ve de en güzelinin seçilmesidir.
Şanı yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın, kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akıl sahipleridir.”(Zümer,18)
Bu insanların düşüncesi şöyle resmedilmektedir, Kur’an-ı Kerim’de:
“Ve dediler: İşittik ve itaat ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüşümüz sanadır!”(Bakara, 285)
İnsanın bütün azalarını yüce Allah’a itaat yolunda kullanabilmesi, ancak bu şekilde mümkün olabilir. Kulağın, insan üzerindeki hakkı da Allah’a itaat yolunda kullanılmasıdır.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın haram kıldığı sözü dinlememek, şanı yüce Allah’ın nehyettiği ve işitmesi helal olmayan şeyden kaçınmak ve yüce Allah’ı gazaplandıran şeyi dinlememek kulağa farz kılınmıştır. Çünkü Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: (Allah) size Kitapta indirmişti ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar (bu sözü bırakıp) başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, bütün iki yüzlüleri ve kafirleri cehennemde toplayacaktır.”(Nisa, 140)
Bu ayetin iniş sebebi hakkında Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakledilmiştir: Bazı munafıklar, Yahudi din bilginlerinin Kur’an ayetlerini alay ettikleri toplantılara iştirak ederlerdi. Bu ayet indi ve bu davranışın kötü akıbetini bildirdi. Ayet özellikle vurgu yapmaktadır ki, bu türden toplantılara katılanlar da düzenleyenler gibidir. “…yoksa siz de onlar gibi olursunuz...”
Müminler Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kulağını iyi dinlemeye alıştır ve kendini arındırmayı artırmayan sözleri de dinleme!”
Kulak, göz ve kalplerimizin sorguya çekileceği gerçeğini unutmamalıyız. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
“Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi o(yaptığı)ndan sorumludur.”(İsrâ, 36)
5- “Gözün (senin üzerinde olan) hakkı, helal olmayan şeye onu kapamandır; sağgörü kazandığın ibret yeri veya ilim elde ettiğin yer dışında, onu kullanmamandır. Zira göz ibret alma kapısıdır.”
İmam Sadık (a.s) rivayet eder ki İmam Hüseyin (a.s), ashabına şöyle buyurdu:
“Şanı yüce Allah, ancak Allah’ı tanısınlar diye kullarını yarattı. Kullar, Allah’ı tanıdıkları taktirde O’na kulluk ederler; Allah’a kulluk ettikleri taktirde ise, O’ndan başkasına kulluk etme ihtiyacında olmazlar.”
Bu mukaddime uyarınca göz, hem Allah’a ibadet ve itaat etme vesilesidir hem de bilgi edinme ve ibret alma yönünde kullanıldığı taktirde bizzat Allah’a ibadet etmiş olur.
Basiret ve sağ görünün, Allah yolunda gayret ve çaba sarf etmenin ürünü olduğuna dikkat etmek gerekir. Kime basiret verilmişse, ona çok hayırlar verilmiştir ve kimden de alınmışsa, kuşkusuz ki helak olmuştur. Çünkü Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Kör, gözü görmeyen değildir; (gerçek) kör, basireti kör olandır.”
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalpleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapık. Ve işte gafiller onlardır!”(A’raf, 179)
Evet, bütün insanlar, Allah’a ibadet ve kulluk ışığında mutluluk ve olgunluğa ulaşmak amacıyla yaratılmıştır. Eğer insanlar bu gerçekten (Allah’a kulluk) gaflet edecek olsa ve bunun doğal sonucu olarak da kendilerini cehennemlik etseler, artık bunun karşısında yapacak bir şey yoktur.
Bu ayet-i şerife, cehennem ehlinin özelliklerini üç cümlede özetlemektedir:
“Onların ruh, düşünce ve akıl güçleri vardır, fakat onlardan yararlanmıyorlar…”
“Onların, hakikatleri görebilen gözleri vardır, fakat hakikatleri görmek için gözlerini kullanmıyor ve gerçeklerin yüzüne bakmıyorlar.”
“Duyabilen kulakları da var onların, ama gerçekleri duymaktan ve dinlemekten kaçınırlar.”
İşte onlar, bu üç özelliğe sahip oldukları için hayvan konumuna ve hatta hayvanlardan daha aşağı konuma indirgenmişlerdir. Çünkü hayvanlar, bu imkan ve yeteneklerden yoksundur.
İnsan ise bu güç, donanım ve yeteneklere sahip olduğu halde gaflet bataklığını seçmiş ve sapıklık harabesini mesken edinmiştir.
Allah vergisi olan görme nimetinin asıl işlevinde yoksun olunmaması ve aynı zamanda da bu büyük nimete karşılık olarak nankörlük yolunun seçilmemesi için İmam Zeyn’ül Abidin (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Gözün (senin üzerinde olan) hakkı, helal olmayan şeye onu kapamandır.”
Gözün asıl işlevi, olaylara bakıp ders çıkarmak ve başkalarının başına gelenlerden ibret almaktır. Bu işlevin yerine getirilebilmesi için gözü çirkinliklerden ve haramlardan arındırmak gerekir. Gözün arındırılması ise, haram olan şeylere bakmamaktan ve gözü kapatmaktan ibarettir.
Kur’an-ı Kerim, iman ehline hitap ederek şöyle buyurmaktadır:
“İnanan erkeklere söyle: Bazı bakışlarını kıssınlar... İnanan kadınlara da söyle: Bazı bakışlarını kıssınlar...”(Nur, 30-31)
Mahrem olmayan kadın veya erkeklere bakmak, kalbi fesada sürükleyen ve insanı da şeytanın karanlık tuzaklarına düşüren günahlardandır.
Yüce İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur:
“(Mahrem olmayanlara) bakmak, şeytanın zehirli oklarındandır.”
Nice kısa süreli bakışlar vardır ki büyük bir fitnelere duçar eder insanı.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu:
“Gözler şeytanın tuzaklarıdır.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ey Cündeb oğlu! Meryem oğlu İsa (a.s), ashabına şöyle buyurmuştu:...Bakmaktan sakının; çünkü o, kalbe şehvet tohumu eker. Bu ise, insanın fitne ve günaha düşmesine yeterlidir. Gözünü gözünde değil, kalbinde kılana ne mutlu!”
Kuşkusuz ki haram olan bakışlar, düşüncenin merkezi olan insan kalbini pisliğe bulaştırır ve kalbin Allah’ı anmasına engel olur. İşte bundan ötürüdür ki gözleri günaha kapatmak ve temiz tutmak gerekir.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmakta:
“İbret alma gayesi taşımayan her bakış abes ve beyhudedir.”
İman ehlini tanımlayan ve özelliklerini sıralayan Kur’an-ı Kerim, müminlerin beyhude şeylerden uzak olduğunu şöyle buyurmaktadır:
“Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.”(Mü’minun, 3)
İmam Zeyn’ül Abidin (a.s), gözün hakkını beyan ettiği buyruğuna şöyle devam eder:
“Sağ görü kazandığın ibret yeri veya ilim elde ettiğin yer dışında, onu kullanmamandır. Zira göz ibret alma kapısıdır.”
Kur’an-ı Kerim’in bu alandaki ayetleri, hakikatleri tanımak ve kavramak için bilgi edinmek gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kur’an şöyle buyurur:
“De ki: Göklerde ve yerde olanlara (Allah’ın ayetlerine ve tevhid nişanelerine) bakın!” (Yunus, 101)
Bir ayet-i şerife şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Yeryüzünde gezin, bakın yaratmağa nasıl başladı, sonra Allah, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah, her şeye güç yetirendir.”(Ankebut, 20)
Bu iki ayet, yaratılışın nasıl başladığını, sonunun ne olacağını, yaratıcının kim olduğunu anlamamız için yeryüzünde gezinmemizi emretmektedir. Bu gezinti, tevhit dersleri ve yaratıcının varlığını kanıtlayan deliller içermektedir.
İkinci ayette altı çizilerek belirtilen bir diğer husus ise, ölüm sonrası hayatın varlığıdır. Farklı varlıkları, değişik ırk ve kavimleri yaratan Allah, ahiret alemini yaratmaya da kadir ve güç yetirendir. Çünkü yüce Allah, ilk yaratışıyla gücünü kanıtlamıştır ve O, mutlak Kâdirdir.
Kur’an-ı Kerim geçmişi bugünle ve bugünü de önceki milletlerin tarihiyle ilintilendirmekte ve gerçekleri algılama açısından bugünkü nesil ile geçmiş nesiller arasındaki düşünsel ve kültürel ilintilendirilişi gerekli ve kaçınılmaz kabul etmektedir. Çünkü bu iki zaman dilimi (geçmiş ve bugün) arasındaki irtibat ve bağlılık, gelecek nesillerin sorumluluk ve yükümlülüğü aydınlatır.
Tarih her kavim ve millet için hayatî önem taşımaktadır. Tarih, geçmiş kavim ve milletlerin ahlakî özelliklerini, iyi ve kötü davranışlarını ve düşünce tarzlarını yansıtmaktadır; farklı zaman dilimlerinde yaşamış olan değişik toplumların saadet ve izmihlal nedenlerini, başarı ve başarısızlıklarını göstermektedir.
Özetlemek gerekirse geçmiş kavimlerin tarihi, insan toplumlarının ruhsal ve manevî yaşamlarının aynasıdır ve aynı zamanda da sonraki nesiller için bir uyarıcı ve öğüt vericidir.
Hüccet’ül-İslâm Muizzî
Ehlader