Hz Ali'den (as) İnciler (2)
İlâhî Önderlik (Nübüvvet ve İmamet) Üzerine
Allah’ın, akıl ve bilgiyle donattığı, irade ve seçme silâhıyla mücehhez kıldığı kullarını doğru yola iletmeleri için seçtiği önderler aracılığıyla somutlaşan ilâhî yol göstericilik, kesintisiz ve sürekli bir ilâhî yasadır. İnsanlığın hayatına egemen olan bu yasa, yarattıklarının en hayırlısı Âdem’i seçmesiyle başlar:
“Âdem’i, tövbe etmesinden sonra yeryüzüne indirdi. Orayı nesliyle imar etsin ve onun aracılığıyla kullarına yönelik kanıtlarını somut olarak ortaya koysun diye. Allah o ilk nesilleri ortadan kaldırdıktan sonra, bu yasayı devre dışı bırakmadı. Bilâkis rabliğinin kanıtlarını aralıksız olarak ortaya koydu ve kullarıyla kendisinin bilinmesi arasındaki bağlantıyı sürdürdü. Seçkin peygamberlerinin ve risalet emanetinin taşıyıcıları aracılığıyla onlara sürekli olarak varlığının ve birliğinin kanıtlarını iletti. Bu misyon art arda gelen tüm asırlarda kesintisiz olarak sürdü... Bu kanıtları, en iyi yerlere emanet etti ve en hayırlı yerlere yerleştirdi. Onları soylu ve onurlu sulplerden alıp en temiz rahimlere aktardı... Nihayet en sonuncuları olan Hz. Muhammed (s.a.a) en verimli madenden ve onurlu kökten bir fidan olarak ortaya çıktı. Bütün peygamberlerin yeşerdikleri ve bütün güvenilir kullarının ortaya çıktıkları köklü bir ağaçtan...”
İmam (a.s) peygamberlerin zahitliklerini, cesaretlerini, mütevazılıklarını, Allah’ın kendilerini gözetişini, deneme ve sınamalarla kendilerini eğitmesini, Allah yolunda eziyetlere maruz bırakışını anlatır. Onların, tebliğ ve insanları Allah’a davet etme, müjdeleme ve uyarma, Allah’ın hükmünü yeryüzüne egemen kılma, insanlara yol gösterme, onları cehalet ve sapıklıktan kurtarma, Allah’ın düşmanlarıyla savaşma şeklinde somutlaşan görevlerini açıklar.
Rabbanî yol göstericilik, asırlar boyunca sürüp gelen bir çizgi olarak kıyamete kadar devam edecektir. Yeryüzünde her zaman, Allah için O’nun kanıtlarını ortaya koyan biri bulunur. Bu kaim ya bilinen ve açıkta biri olur, ya da gizli olur. Ama Allah’ın kanıtları ve açıklamaları geçersiz olmasın diye bu misyon sahibi her zaman bulunur... Peygamberlik misyonu Hz. Muhammed (s.a.a) ile son bulunca, yol göstericilik misyonu, yeryüzündeki soyların en hayırlısı olan Ehlibeyti’ne geçti. Çünkü onlar konuştukları zaman doğruyu söylerler; sustukları zaman da kimse gerçekleri beyan etmek bakımından onlardan öne geçmemiştir. Onlar peygamberlik ağacı, risalet alanıdırlar. Meleklerin inip çıktıkları hanedandırlar. İlim madeni ve hikmet kaynağıdırlar. Allah katında büyük değere sahiptirler... Allah onlar aracılığıyla kanıtlarını ve beyanlarını korur... Kitap onlarla bilindi ve onlar da kitapla bilindiler. Kur’ân’ın kerametleri ve Rahman’ın hazineleri onlardadır. Onlar ilimde derinleşenlerdir... Hilimleri ilimlerini anlatır, dış görünüşleri iç dünyalarını haber verir, suskunlukları hikmetli mantıklarını dile getirir. Hiçbir zaman hakka karşı çıkmazlar ve hak üzerinde ihtilaf etmezler. Onlar İslâm’ın dayanakları ve İslâm üzere birbirine bağlanmanın giriş kapılarıdır. Onlar aracılığıyla hak, hakkettiği yere gelmiştir. Batıl ise onlar sayesinde hakketmediği yerden alaşağı edilmiştir. Onlar dinin temeli ve yakinin direkleridir. İleri gidenler onlara dönerler ve geride kalanlar onlara yetişirler. Tam anlamıyla velâyetin özellikleri onlardadır. Vasiyet ve veraset onlara aittir.
İmam Ali (a.s), Ehlibeyt’in düşünsel ve siyasal önderlik misyonunu sık sık vurgulamış, önderliğin Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından tayin edilen çizgisinden alınmasına itiraz etmiş, hakkından ödün vermek zorunda kalmasına rağmen halifelik çizgisine, genelde ve ayrıntılarda karşı çıkmıştır. Peygamber’den (s.a.a) sonra önderlikle ilgili nebevî çözümü, kesin bir dille ortaya koymuştur. Hakkın yerini bulması için hikmet esaslı bir üslupla mücadele etmiştir. Devletin ve İslâm ümmetinin geçtiği hassas konjonktürü gözeten bir üslup kullanmıştır. Şartlar elverir de liderlik kendisine geçince uygulamak üzere eksiksiz bir teori geliştirmiş ve bu teorinin uygulanması için gerekli hazırlıkları yapmıştır.[3]
İmam Mehdi (a.s) Üzerine
Peygamberimizden (s.a.a) sonra ümmetin içinde bulunduğu karışık duruma rağmen, beklenen Mehdi (a.s) olayı, Kur’ân, Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali tarafından müjdelenmiş ve üzerinde önemle durulmuştur. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle der:
“Haberiniz olsun! Yarın -ki yarının ne getireceğini bilmiyorsunuz- velâyet sahibi, onlardan kötülük yapan kimseleri sorguya çekecek. Yeryüzü içinde altın ve gümüş cinsinden ne varsa, onun için dışarı atacak, servet ve hazinelerini ona sunacak. O zaman adaletli hayat nasılmış gösterecek. Kitap ve sünnetten yok edilenleri yeniden diriltecek.”[4]
Bu, kuşku yok ki, Mehdi (a.s) ile ilgili sınırları belli, aydınlanmış, belirtileri açık ve sınırları belli son derece dikkatli bir görüştür. Evrensel bir devrimi somutlaştırmaktadır. Bu devrimle birlikte İslâm dünyasının durumu, daha doğrusu bütün insanlığın durumu, tashih edilecek, onarılacaktır. İmam Ali (a.s) bu devrimin lideri hakkında şunları söylüyor:
“İnsanlar ilâhî hidayeti heveslerine bağladıkları zaman, o, hevesleri ilâhî hidayete bağlar. İnsanlar Kur’ân’ı kişisel görüşlerine bağladıkları zaman, o, kişisel görüşleri Kur’ân’a bağlar.”[5]
“Nehc’ül-Belâğa Kurumu” İmam Ali’nin (a.s) İmam Mehdi’yle (a.s) ilgili hadislerini derleyerek bir araya getirmiştir. Bu hadisler bir ciltte toplanmış ve toplam sayıları 291 kadardır. Bu hadislerden on dördü, İmam Mehdi’nin ismi, sıfatları ve dualarıyla, yetmiş yedi tanesi, İmam Mehdi’nin soyu ile ilgilidir. İmam Mehdi’nin Kureyş’ten, Haşimoğulları oymağından, Ehlibeyt’ten ve Ali evlâdından, Fatıma’nın (a.s) soyundan, hatta Hüseyin’in (a.s) soyundan ve On İki İmam’dan biri olduğu belirtilir. Bu hadislerden kırk beş tanesi, Kur’ân’da, Nehc’ül-Belâğa’da ve Emir’ül-Müminin’in (a.s) şiirlerinde İmam Mehdi’ye (a.s) yönelik işaretlerle ilgilidir. Yirmi üç tanesi, Mehdi’nin yardımcılarıyla ve siyah bayraklarıyla ilgilidir. On iki tanesi, Süfyanî ve Deccal hakkındadır. Yirmi altı tanesi, Mehdi’nin gaybete çekilmesi ve bu gaybet döneminde Şiîlerin çekecekleri sıkıntılarla ve Mehdi’nin (a.s) ortaya çıkışını beklemenin faziletiyle ilgilidir. Yetmiş beş tanesi, Mehdi öncesinde kopacak fitneler, onun zuhurunun alâmetleri, zuhurunun sonrası, Dabbet’ül-Arz, Ye’cuc ve Me’cuc hakkındadır. On dokuz tanesi, Kûfe mescidinin faziletiyle, Ehlibeyti’nden doğu halkıyla birlikte çıkacak ve sekiz ay boyunca kılıcı boynunda taşıyacak ve onun da: “Vallahi, bu Fatıma evlâdından değildir!” denilecek biri ile ilgilidir. Sonra İmam Ali (a.s), İmam Mehdi’nin (a.s) zuhuru sırasında yeryüzünün durumunu, onun hükümetini ve dinin onunla nasıl mühürleneceğini açıklar.
“Ey Kumeyl! Benim başlatmadığım ilim ve Kaim’in (a.s) sonlandırmadığı hiçbir sır yoktur... Ey Kumeyl! Geçmişinizin geri gelmesi kaçınılmazdır. Bizim, içinizde galibiyet sağlamamız kaçınılmazdır... “[6]
Din bizimle başladığı gibi bizimle de son bulur. İnsanlar bizimle şirk sapıklığından kurtuldukları gibi bizimle de fitne sapıklıklarından kurtulurlar. Şirk menşeli düşmanlıktan sonra, Allah, bizimle insanların kalplerini ve dinlerini kaynaştırdığı gibi, fitne menşeli düşmanlıktan sonra da bizimle onların kalplerini dinde kaynaştıracaktır.[7] Bizden olan Kaim ortaya çıkınca, gök yağmurunu yağdırmaya ve yer bitkilerini yeşertmeye başlar. Kulların kalplerindeki düşmanlık ortadan kalkar. Yırtıcı hayvanlarla evcil hayvanlar (kurtla kuzu) bir arada yaşar. Hatta bir kadın Irak’tan kalkar tek başına Şam’a gider ve her adımını attığında mutlaka yeşilliklere basar. Başında bütün ziynetleri olur da ne bir yırtıcı ona zarar verir, ne de o bir yırtıcıdan korkar.”[8]
İslâmî Yönetim/ Felsefesi ve Temel Prensipleri üzerine
İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber’in (s.a.a) döneminden sonra, İslâmî yönetime dair eşsiz ve pratik bir örnek sunmuştur. Bu yönetim, kendi içinde uyumlu ve tutarlı, eksiksiz bir teoriyle beslenmiştir. Bu teoriyi, kendi kitabında Mısır’a vali olarak gönderdiği Malik-i Eşter’e yazdığı emirnamesinde ve mektubunda gözlemlemek mümkündür. Sosyal bilimciler bu emirnameyle ilgilenmişler. Şerhlerini yapmış, değerlendirmelerde bulunmuşlar. Ona dair geniş etraflı açıklamalar yapmış ve diğer yönetim biçimleriyle karşılaştırmışlardır. Bu metin, onun (a.s) imamlığının kanıtlarından biri kabul edilir. Bununla, Ehlibeyt mektebi, İslâm ismini taşıyan sair mekteplerden ve İslâm hilâfeti adı verilen yönetim tarzından belirgin bir şekilde ayrılır. Bu mucizevî metnin yanında, Nehc’ül-Belâğa’da ve İmam’dan (a.s) bize ulaşan diğer naslarda, İslâmî yönetim felsefesine, düzenine, temellerine ve ayrıntılarına dair eşsiz bir teoriyle karşılaşıyoruz. Bu geniş çerçeveli yaklaşımın bazı temel çizgilerini aşağıya alıyoruz.
İmam (a.s) yönetimin toplumsal bir zorunluluk olduğunu vurgulamıştır: “İyi veya kötü, insanların mutlaka bir emiri olmalıdır. İmamet, ümmetin düzenidir...” Yönetim mekanizmasının hayat için bir deney laboratuarı olduğunu açıklamıştır: “Güç, övgüye değer hasletlerle yerilen hasletleri ortaya çıkarır.”
Bu arada egemenliğin gelip geçici bir değer olduğunu ve buna aldanmamak gerektiğini açıklamıştır: “Devlet, insana yönelebildiği gibi, arkasını da döner...” Ardından ideal ve örnek hükümetin, değerli, kendisi için hazırlık ve plân yapılma değeri taşıyan yönetim olduğunu da açıklamıştır.
İslâm yönetim düzeninin ve örnek devletin temel görevleri ise şu şekilde belirlenir: 1- Ümmeti aydınlatmak. 2- Adaleti egemen kılmak. 3- Dini korumak. 4- İlâhî hadleri uygulamak. 5- Toplumu eğitmek. 6- İnsanlara öğüt vermek için çalışmak ve vaaz amaçlı tebliğde bulunmak. 7- Gelir kaynaklarını genişletmek, insanların durumunu iyileştirmek ve iyi bir geçim düzeyini sağlamak. 8- Bağımsızlık ve ümmetin onurunu savunmak. 9- İç güvenliği sağlamak. 10- Zayıflara yardım etmek. 11- Düşkünlere destek olmak. 12- Yeryüzünün imarına önem vermek.
Devamı var...