• Nombre de visites :
  • 3592
  • 16/1/2017
  • Date :

Kur’ân-ı Kerim Okumak

kur’ân-ı kerim okumak

 

Kur’ân ile bütünleşen insan, dağı yerinden kaldıracak kadar güçlenir.

Kur’ân okuyan bir insanda aşağıda sıralanan özellikler belirgin bir şekilde görülmektedir:

1- Kur’ân-ı Kerim, insanı üstün melekler seviyesine yüceltir ve insan ile cehennem arasında engel olur.

2- Kur’ân-ı Kerim, gerçek anlamıyla kendisini okuyan kimseye alçak gönüllülük, bağlılık, yücelik, izzet ve ziynet kazandırır.

3- Kur’ân okumak hafızayı güçlendirir.

4- Kur’ân okumak, vatanında bulunanların mertlik/cömertliğidir.

5- Kur’ân okumak, Dost’un kitabını okumak ve O’nu anmak olduğu için insana zindelik, mutluluk, neşe ve gençlik verir.

6- Kur’ân okumak, insanın gönlüne parlaklık kazandırır.

7- Kur’ân okumak, bir yandan ruh ve bedeni etkilerken, diğer yandan da kalplerin Allah’a yakınlaşmasını ve bedenin huşu edinmesini sağlar.

8- Kur’ân okumak, hastalıklara şifadır.

Yüce Peygamberimiz (s.a.a) de bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’dan başkasından şifa dileyene Allah şifa vermez.”1

Yüce Allah Yunus Suresi’nde Kur’ân-ı Kerim’i “öğüt, şifa, hidayet, rahmet” vasıflarıyla tanımladıktan sonra şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifa, inananlara hidayet ve rahmet geldi.”2

Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bu ayette gönül hastalıklarının şifası olarak tanımlanmış ise de, hakikatte beden ve ruh hastalıklarının tümünün şifasıdır. 

Kur’ân-ı Kerim bir diğer ayette şöyle buyurmaktadır:

“Ve biz, Kur’ân’dan, inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmedeyiz ve bunlar, zâlimlerin ancak ziyanlarını arttırır.”3

Ayette geçen “müminler” kelimesi, mutlak manada kullanılmış olup imanın bütün aşamalarını içermektedir.

Yüce Allah’ın Yunus Suresi’nde Kur’ân’ı, gönül hastalıklarının şifası olarak tanımlaması, o hastalığın Kur’ân dışında bir şeyle şifa bulamayacağı anlamınadır. O hastalık ise, bütün hastalıkların başı ve anasıdır.

Gönül hastalığı, gönül ve ruhun direnç kaybettiği hâldir; ki bu durumda hakkı çabuk anlayabilir ama çabuk inanamayabilir. Kalbin katılaşması/taşlaşması ise, bunun tam karşı kutbunda yer almaktadır. Bu durumda gönül, hakkı geç algılar ve geç de inanır.

Hasta ve katılaşmış gönül, şeytanî vesveseleri hem çabucak algılar ve hem de çabucak inanır.

Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“Bu da, Şeytan’ın katmak istediği şeyi, gönüllerinde hastalık olanlarla yürekleri katı bulunanlara bir sınama yapmak içindir ve şüphe yok ki zalimler, gerçekten pek uzak bir ayrılık içindedir.”4

Bu bağlamda değerlendirilebilecek bir başka ayet şöyle buyurmaktadır:

“Bir sure indirilince içlerinden, ‘Bu hanginizin imanını artırdı?’ diyen de var. Fakat inen sureler, inananların inançlarını artırır ve onlar birbirlerini müjdelerler. Ama gönüllerinde hastalık olanların pisliklerine pislik katarak küfürlerini artırır ve onlar, kâfir olarak ölüp giderler.”5

Kur’ân hem işlevini yerine getirmekte olan sağlıklı kalpleri etkiler ve hem de işlevini yerine getiremeyen çöküş içindeki kalpleri; sağlıklı kalplerin imanını artırır, çöküş içindeki kalplerin ise sapkınlığını.

Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“Ancak Allah’a, selim bir gönülle (kalbiselim)gelen faydalanır.”6

Kur’ân-ı Kerim, kalp/gönül hastalıklarının şifasıdır. Kalbin şifası, kalpteki ahlâkî sapkınlık ve çöküşün telâfisidir. Kur’ân-ı Kerim de önce öğüt, nasihat ve öykülerle kalbi gaflet uykusundan uyandırır. İkinci aşamada insanları güzellik ve şefkatle hak öğretilere, yüce ahlâka ve güzel davranışlara davet eder ve bunu, imanla ve imanın gereklerine uymakla pekiştirir.

Müminler Emiri Ali (a.s), konuyla ilintili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Bilin ki, şu Kur’ân, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Bilin ki, Kur’ân’la oturup kalkan, ya doğrulukta bir fazlaya ulaşır ya da körlükte bir azalmayla ondan ayrılır. Bilin ki, hiç kimseye Kur’ân’dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye de ona uymadan bir zenginlik ulaşmaz. Dertlerinize ondan şifa dileyin; güçlüklerinize ondan yardım isteyin; çünkü o en büyük derde bile devadır, ki en büyük dert de küfürdür, nifaktır, azgınlıktır, sapıklıktır.” 7

  9- Kur’ân okumak, ruhun güçlenmesine neden olur. Çünkü (maddî olmayan) soyut ruh, ilâhî nurla beslenir; ondan gıda ve güç alır.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân ile bütünleşen insan, dağı yerinden kaldıracak kadar güçlenir.”

Aslında İmam Ali (a.s) bu buyruğunda, sadece vasat bir örnek belirtmektedir; yoksa Kur’ânî ruhun gücü, bunun çok ötesindedir.

İmam Ali (a.s) yine şöyle buyurmaktadır:

“Her kim, Kur’ân’ın herhangi bir yerinden yüz ayet okur ve bunun ardından yedi defa ‘Ya Allah’ derse, Allah dilerse bu duasıyla dağı yerinden söker.”8

Maddeden soyut ruh, sevgiliyi görmekle, sevgilinin sesini duymak ve tatmakla güç ve kudret kazanır.

İmam Ali b. Ebutalib (a.s), dönemin pehlivanlarının hareket bile ettiremediği Hayber kalesinin kapısını yerinden söküp fırlatır ve “Elim kapıya değmedi bile.” buyurur. Bu hadis Ehlisünnet kanalıyla da rivayet edilmiştir.

İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Andolsun Allah’a, ben Hayber’in kapısını bedenî gücümle değil, rahmanî gücümle yerinden söktüm.” 9

İbn Hacer el-Askalanî “el-İsabe” kitabında, Kadı Dehlan “Siret’ün-Nebeviyye” kitabında ve diğer Ehlisünnet âlimleri şöyle nakletmişlerdir:

“Savaşın bitiminden sonra kırk kişi birleşerek bu kapıyı eski yerine getirebildiler.”

Şiî kaynaklarında ise İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:

“Andolsun Allah’a, Hayber kapısını bedenî gücümle ve beslenmeden kaynaklanan hareketle yerinden söküp kırk zirâ’ (takribî olarak 18 metre) öteye fırlatmadım ve hatta azalarım bunu hissetmedi bile; ancak melekutî bir güçle desteklendim ve Rabbinin nuruyla aydınlanan can ile onu yerinden söktüm.” 10

İşte bu güç ve kudret, Hakk’ın nurundan kaynaklanan bir güçtür ve bu da, canın güçlenmesine neden olan Kur’ân’ın meşhudî ilminden ibarettir.

Güneşin arş nurundan beslenip sıcaklık ve aydınlık aldığı ve şehitlerin Allah ile mülâkattan huzur ve mutluluk aldıkları gibi, Kur’ân’la bütünleşen insan da aynen böyle Kur’ân’dan beslenir.

Kur’ân’la bütünleşerek ruhlarını güçlendiren insanların bedenleri de güçlenir ve ruhun kazanmış olduğu güç, bedene de yansır. Bunun nedeni şudur: Ruh cevherdir, beden ise ilinek; ilinek de cevhere tâbidir.

İlim, yüce Allah’ınism-i a’zamıdır (büyük ismi) ve insan, bu ilim sayesinde bütün varlıklara hükmeder, bütün varlıkları isteğine ram eder.

İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah’ın yüce ismi, yetmiş üç harftir ve Asıf ise bunlardan sadece birini biliyordu. Bildiği o harfle konuştu, böylece kendisiyle Belkıs’ın arasındaki mesafe kısaldı, eli Belkıs’ın tahtına ulaştı. Yer, bir göz açıp kapama süresinden daha kısa zamanda eski hâline döndü. Bizim nezdimizde ise ism-i a’zamın yetmiş iki harfi vardır; bir haf de yüce Allah’ın katındadır ve onunla katındaki gayb ilmini etkiler. Şanı yüce Allah’tan başka güç ve kudret yoktur.” 11

Dikkat edilmesi gerekir ki, bu yetmiş üç harften ibaret olan Allah’ın yüce ismi, normal türden ve göreceli isim ve harflerden değildir; isim sahibinin canında yer etmiş olan ve ruha güç bahşeden gerçeklerden ibarettir.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’la dağlar yürütülse yahut yeryüzü parçalansa yahut da ölü konuşsa. Fakat bütün işler, ancak Allah’ın. İnananlar anlamazlar mı ki Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi. Kâfir olanlarsa, yaptıklarına karşılık, Allah’ın vaadi yerine gelinceye dek bir belâya uğrayıp dururlar yahut da yurtlarına yakın bir yere iner bu belâ. Şüphe yok ki Allah, vaadinden dönmez.”12

İmam Muhammed Bâkır (a.s) bu ayetin yorumu bağlamında şöyle buyurmuştur:

“Dağların yürütüldüğü, şehirlerin paramparça edildiği ve ölülerin diriltildiği şeyleri (şifreleri) içeren bu Kur’ân’ın vârisleriyiz bizler.” 13

Bu konuyla ilintili olarak iki noktaya temas etmeliyim:

- Kur’ânî ilim, iktisabî değildir; irsîdir. Bunun açılımı şöyledir: Kur’ânî gerçekler, ancak ve sadece nefsi eğitmek ve arındırmak ile sahiplenilebilir. Ancak bu gerçeklerin tümü, bu uğurda gayret etmekle de elde edilemez.

- İnsan, Kur’ânî ilme vâris olmakla, âlemin bütün varlıklarına hükmeder konuma yükselir. İşte Kur’ân sayesinde bütün varlıklar ve etkenler, Kur’ânî ruhun emrine tâbi olur.

Huccetul İslam İbrahimiyan 

________________________________________

1- Müstedrek-u Vesâil’iş-Şia, c.4, s.311

2- Yûnus, 57

3- İsrâ, 82

4- Hac, 53

5- Tevbe, 124-125

6- Şuarâ, 89

7- Müstedrek-u Vesâil’iş-Şia, c.4, s.239; Nehc’ül-Belâğa, 176. hutbe

8- Vesâil’uş-Şia, c.7, s.65

9- İhkak’ul-Hak, c.8, s.383

10- Beşaret’ül-Mustafa, s.235; Taberî, İmaduddin, meclis: 77; el-Emalî, Saduk; Bihar’ul-Envar, c.21, s.26

11- Usul-u Kâfi, c.1, s.230

12- Ra’d, 31

13- Usul-u Kâfi, c.1, s.226

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)