İslami Vahdet ve İmam Humeyni (2)
Nitekim bu sayısız isyancı grupları tespit edebilmek için bir kitap yazmak gerekir. İmam Humeyni Kuran-ı Kerim ve Arif-i Ekmel Hz. Muhammed Mustafa (saa) ve Ehl-i Beyti'nin öğretilerinden esinlenerek yaratılan hilkat alemiyle fiili alemin hakiki vahdetini kendi kendine çözümleyip, özümseyerek kendi felsefi anlayış ve ekolünde sadece vahdet-i vücud'dan değil, ehil olan özel toplantılarda varlıkların hakiki vahdetinden bile söz ediyordu.
İmam Humeyni halk için yazdığı Kırk Hadis Şerhi kitabında, Vahdeti kelimenin mahiyeti, ahlaki manası ve tarihi niteliği hakkında diyor ki:
"İndirilen büyük şeriat ve Enbiya'nın (as) hedeflerinden biri, bağımsız ve kendi temelinde hareket eden bir hedef olan şey, Medine-yi Fazıla'nın -ideal toplum- oluşumunda büyük hedefe varışta en etkin bir katılımın gerçekleştirilmesinde en belirgin rol ifa eden faktör; Tevhid-i kelime ve Tevhid-i akidedir. Bu bağımsız, kendi ekseninde hareket eden, hem hedef ve hem maksat olan faktör, toplumsal işleri yönetmede, insanlığı fesada sürükleyen ve ideal toplumu bozan zalimlerin zulmünü engellemede etkin ve belirleyici rol oynar."
İmam Humeyni, ferdi ve toplumsal bir müslih olarak bu hedef ve maksat birliği olan vahdeti, rahmet cinsinden ve bir başlangıç mahsulü olarak nitelendiriyor ve bunlar olmaksızın vahdetin oluşamayacağını kaydediyor. İmam Humeyni'nin buyurduğu gibi:
"Rahmetle özleşen bu olgunun devam etmesine çalışmalıyız. Yapılan çalışmadan maksat; ilkin İlahi olmamız, Allah yolunda hizmet etmemiz, Allah'ın emrine itaati özümsememiz, kendimizi O'ndan ve O'na doğru bir varlık olarak bilebilmemiz gerekir. Bu mananın ikinci anlamı vahdet ve insicam üzerine gerçekleştirilir. Çünkü tefrika şeytandandır, Vahdet-i kelime ve ittihat ise Rahman kaynaklı bir olaydır."
İmam Humeyni İslam toplumlarındaki vahdetin kalıcı ve kutsal sayılabilmesi için mutlaka pürüzsüz ve şeffaf eksenler üzerine bina edilmiş vahdetin oluşması gerektiğini kaydediyordu. İmam Humeyni bu konuda şunları vurguluyor:
"Kuran-ı Kerim'in öğretileri sayesinde İslami vahdet ekseninde birleşmeliyiz. Önemli olan şey, herkesin belli bir iş ve olay üzerinde birleşmesi ve farklı eğilim göstermemesinden ibaret değildir. Allah'ın emri, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak ve tefrika içinde olmamaktır. Enbiya ve peygamberler, belli başlı iş ve olgular ekseninde birleştirmek için değil; herkesi hak yolunda birleştirmek için seçildiler."
İmam Humeyni, vahdeti, İlahi bir yükümlülük, şer'i bir farz ve halk kesimlerinin temel bir ihtiyacı olarak nitelendiriyor; alimler, bilginler, aydınlar ve İslam beldeleri yöneticileri ve hatta hükümdarlarının büyük bir yükümlülük ve sorumluluk taşıdıklarına inanıyordu.
Nitekim İmam Humeyni genel mesajlarında daima bu önemli ve özel noktayı vurgulardı. Onun inancına göre, vahdeti gerçekleştirmek ve pekiştirmek için, gereken bedel ödenmelidir. Nitekim bizzat kendisi bu yolda öncülük yapardı. Elbette bu sınırlı süre zarfında İmam'ın vahdet-i vücudun boyut ve merhaleleri hakkındaki tanım ve yol gösterilerini anlatmak mümkün değildi. Merhum İmam, vahdet babında vahdetin oluşum ve korunması önemi ve zaruretini vurguladığı gibi onun sağlanması malzeme ve şartlarının önemini de gözler önüne sererdi.
İmam Humeyni'nin inancına göre; vahdet, kendine özgü şartları ve toplumsal stratejisi gerçekleştirilemezse kendiliğinden sağlanamaz, gerçekleştirilirse bile kalıcı olamaz. Evet, İslam İnkılabı ve onun getirileri, hüccetin tamamlanmasına sebep olmuştur. İmam ile İslam'ın cihanşümul ve evrensel hareketinin zaferi, tamamen nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Bu, "Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara/249) ayet-i şerifini çağrıştırıyor ve de ona mutabık sayılıyor.
Merhum İmam'ın, defalarca zor şartlarda görünüşte ümitsizlik dolu anlarda bizlere öğretip, vurguladığı gerçek şu ki; Hakla batılın karşılaştığı alanda, zahiri ve maddi güçler, istatistik bilgiler ve sayısal gelişimler belirleyici rol oynamamaktadır. Bu alanda en belirleyici faktör; uyanış, ihlas, duru hedef ve saik, yükümlülüğü fiili olarak üstlenip, gerçekleştirme azmidir.
Günümüz İslam toplumlarının doğru bir şekilde tespit ettikleri gibi, dertlerin dermanı ve tek bir kurtuluş yolu, geri kalmışlık, baskı ve çıkmazlardan kurtuluş yolu, öz İslami hüviyete geri dönüş, gerçek anlamda Ümmet-i Vahide'yi yeniden canlandırma ve geliştirmedir. Bu yüzden korku ve ümitsizliğe kapılmaya hiçbir gerekçe uydurulamaz.
Haydi gelin dostlar, bu mukaddes cihadın öncüleri olalım. Rahmet ve Vahdet Peygamberine inanan, zengin kaynaklara, kalabalık ve yetkin insan gücüne özel konum ve varlığa sahip olan biz Müslüman insanların tefrika ve ihtilaf ateşi içinde kavrulması, Allah dini ve insanlık düşmanlarının içinizdeki bu tefrikayı alaya alıp, gülmeleri, gerçek medeniyet ve kültür öncüleri ve akıncıları olan ümmete üstünlük taslamaları ve de onların varlığını denetim altına alıp, yağmaları büyük bir haksızlık ve alçaklıktır.
Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim'in bir sözü eksiksiz ve hiç değişmeden İslami fırkaların arasında yaşıyor. Peygamber Efendimizin sünneti ve öğretileri de bizim hidayet şartımız ve eylemlerimizin işaretleri olarak biliniyor. Kıblemiz bir, şiarımız bir, namaz ve Hac ibadetlerimiz birdir. İslam'ın yüzlerce ilke ve kuralı da bütün İslam mezheplerinin ortak ve temel inancını oluşturuyor. Bütün bu nitelikle ve özgün ilke ve öğretiler, örnek ve birleşik ümmetin oluşumunda ebedi ve sağlam bir yapının malzemeleri ve de özü sayılıyor.
Burada sorun ve noksanlık, halktan kaynaklanmıyor. Çünkü İslam ülkelerindeki alimler, bilginler, aydınlar ve yöneticiler bu hassas şartlarda kendi yükümlülüklerini yerine getirip, halkın birlik duygu ve isteklerini gerçekleştirmelidirler. Amerika ve İsrail, İslam'ı yok etme ve İslam beldelerine sulta kurup, Müslüman milletleri köleleştirmeden daha azına razı olamazlar. Gelin dostlar, Kudüs'ün gasıbı güçlerle onların destekçisi odakların çıkarlarını sağlama ve koruma amacıyla yapılan bu örümcek ağı ve gevşek paktlara karşı İslami kardeşlik üzerine bina edilecek sağlam ve sarsılmaz bir pakt ve ittifak kuralım, Ümmet-i Vahide'nin parlak mirasını yeniden canlandıralım.
Sözün sonunda, kendi kendimize, sizlere bütün hür ve şerefli insanlarla Müslümanlara bir uyarımız olacaktır. O da şudur; İslam dünyası çok hassas şartlarla karşılaşmaktadır. Bu yüzden şu İlahi kurtuluşçu ilke ve şiarı hepinize hatırlatma zaruretini hissediyoruz:
"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayıp, ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp, sındırdı ve siz onun nimetiyle kardeş olarak sabahladınız. Yine siz, tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye. Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar."
Âl-i İmran / 103
Ehlader