Batı'nın Medeniyet Algısı
Medeniyet; bir toplumun düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünleri gibi maddi ve manevi varlıklarının tamamını ifade eder.
Medeniyet tanımında olduğu gibi bir toplumun varlıklarının tamamını ihtiva eder. Günümüzde medeniyet kavramı sadece teknolojik gelişmeler ve iktisadî politikalara endeksli kullanılsa da onu tanımlamak için yeterli değildir. Medeniyet nedir? konusu çok yönlü ele alınarak üzerine uzun uzadıya yazılabilecek bir konudur. Bizim ele almak istediğimiz kısım ise bugün bize dayatılan medeniyet kavramı ve bu kavrama Batı'nın odak nokta olarak seçilmesidir.
Medeniyet denilince kaynak olarak Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alan Mezopotamya'nın verimli toprakları karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel süreç içersinde farklı toplumların katkılarıyla birikim halinde günümüze kadar süreklilik arz etse de günümüzde bu sadece Batı toplumlarına lanse edilmektedir. İnsanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olan İslam dininin gelişi ve İslam medeniyetinin altın çağı olarak görülen Ortaçağ dönemidir. Daha öncesinde Büyük İskender'in Doğu- Batı medeniyetini harmanlamasıyla gelişen medeniyet kavramı İslam tarihiyle beraber insanın yaşamında dönüm noktası olmuştur. İslam bilginlerinin bilimsel çalışmaları savaş ve ticaret gibi etkileşim araçlarıyla Batı toplumlarına aktarılmış ve Avrupa kıtasında 'Aydınlanma Çağına ' vesile olmuştur. Batı, Doğu toplumlarından aldığı bu gelişmelere iktisadî kaygı ve amaçlarını ekleyerek yeni bir medeniyet mefhumu ortaya koymuştur. Batı'nın bu yeni modeli kendilerinden olmayan toplumların sömürülmesini amaç edinmiştir. Bu yöntem ile insanlığın bir bölümü gelişimini hızla ilerletirken geri kalan kısım ise her alanda sömürüye tabi tutulmuştur.
Batı ٙnın diğer toplumlara medeniyet adı altında sunduğu bu sömürü faaliyetleri gezegenin doğal ve beşerî kaynaklarını dar bir kapitalist elit sınıf tarafından yağmalanması ve bu durumu tam bir başarı, ilerleme ve kalkınma olarak lanse edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum tam olarak Avrupa merkezli burjuva ideolojisinin ürünüdür. Bu ideoloji kendisi dışındaki toplumlara tüketim ahlakını benimsetmeyi ve bu şekilde medeniyet kavramını kısırlaştırmayı amaçlamıştır.
Batı bu medeniyet kavramını olağanlaştırmak için zaman içersinde inançsal öğeleri de bünyesine katarak toplumları bloklaştırma yoluna gitmiştir. Nitekim bugün medeniyet tanımının kökenine çatışma kültürü yerleştirilmiştir. Bu çatışma kültürü devlet ideolojisi haline getirilmiş, 1960'larda Bernard Lewis ve 1990'larda Samuel Hungtington tarafından da tez haline getirilmiştir. Bu yeni sistem Doğu- Batı çatışması yani medeniyetler çatışması şeklini almıştır.
Sömürgeci Avrupalıların bu medeniyet/ modernleşme tanımı, sömürgeleştirilmiş toplumlarda yıkım tablosu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kölelik, kimliksizleştirme, tarihsizleştirme, terör, açlık, baskı, sefalet, doğa tahribatı ve yağmalanması olarak kendini göstermektedir. Batı'nın bu medeniyet tanımını son yüzyıllarda yaşanan birçok örnekle ve sayısal verilerle gözler önüne serebiliriz fakat konuya giriş yazımız olmasından dolayı ayrıntılara girme niyetinde değiliz.
Sonuç olarak, sömürü alanı olarak algılanan Doğu toplumları Batı'nın medeniyet tanımından sıyrılarak kendi gelişimlerini sağlayabilmelerini kendi öz varlıklarını ve ahlâkî değerlerini yeniden tanımlamalarında yattığını söyleyebiliriz. Medeniyet gelişiminin en önemli sorunlarından olan Batı taklitçiliği vb. konuları başka yazılarımızda ele alacağız fakat bu konuyla ilgili Ziya Paşa ٙnın bir sözünü aktararak şimdilik konumuzu sonlandırıyoruz.
Milli ahlâk olmayan yerde, millet de medeniyet de olmaz.
Tesnim-Serdar Gündöğü