VI.
Kur'an açısından tarihe eleştirel bakmak, salt geçmişte vuku bulduğu için tarihte tezahür eden bütün değerleri küçümsemek ya da reddetmek anlamına gelmez. Yukarıda ortaya konulanlardan da anlaşılacağı gibi Kur'an hakikat ve ilke temelli bir tarih tasavvuru vermeye çalışır ve bu açıdan değerleri, bağlı bulunduğu dönem ve zamanla irtibatlandırarak kıymetlendirmez. Ona göre belli hakikatler vardır ki, bunlar evrenseldirler ve geçmişte ya da gelecekte ortaya çıkmış olmalarıyla alakalı değillerdir. Sonra gelenin önce gelenden mutlaka daha iyi ve doğru olacağı iddiasından hareket eden "ilerlemeci" bir tarih anlayışına karşı çıkarak, "dairesel" bir tarih tasavvurunu ortaya koyan Kur'an, prensip olarak geçmişi daima olumsuzlayan şimdiyi ve geleceği ise mutlaka olumlayan bir tarih yaklaşımını reddeder. Ona göre yükseliş ve çöküş, "ilerleme" ve "gerileme" her dönemde olabilir ve bu durum zamanla alakalı değildir. Burada değerlere sadakat ön plana çıkmaktadır ve vahiy yoluyla pekiştirilen ve evrensel bir nitelik taşıyan doğru, iyi ve güzel olana bağlı olan birey ve toplumlar yükselmiş, bu değerlerden yüz çeviren birey ve toplumlar ise alçalmış olarak tarihte yerlerini alırlar. Hangi dönemde olursa olsun birinciler ileri olanları, ikinciler ise geri kalanları temsil etmektedirler. Kur'an'a göre teknolojik ve kültürel seviyesi ne denli "gelişmiş" olursa olsun salt bu durum o toplumun mutlaka olumlu olduğu anlamına gelmez. Esas olan tevhidi ilkeler ve onun gereklerini yerine getirmedir. Bir toplum vahyin çizdiği ve belirlediği inanç ve eylemlerden uzaksa, o toplumun ulaşmış olduğu seviyenin hiçbir cazibesi kalmaz ve hatta azabı hak eden bir toplum olur.
VII.
İlk insandan bu yana hakikatin ve sâlih olanın insanoğluna vahiy yoluyla ulaştırılmış olması sebebiyle, iyi ve doğruyu ileriye ve geleceğe hasretmeyen Kur'an, tarihe eleştirel bakışında olumsuzluklar yanında olumlulukların da altını çizer. Böylece tevhidin ve hakikatin şâhidliğinin türedi bir şey olmadığını ve bir sürekliliğinin bulunduğunu serdetmeye çalışır. Çünkü insanoğlunun fıtratında süreklilik duygusu önemli bir yer tutar ve geçmişe dayanma arzusu ya da bir geçmişe sahip olma şuuru şimdiyi yaşayan insanlar üzerinde ciddi bir tesir uyandırır. Tarihin insan üzerindeki bu gücü nedeniyle Kur'an, bir tevhidi mücadele tarihi nosyonu verme yolunda önemli adımlar atar.
Mesela, Hz. Peygamberin ve ashabının kendi dönemindeki mücadelesinde yalnız olmadıkları bütün bir peygamberler tarihi gözler önüne serilerek isbatlanmaya çalışılır; bu mücadelenin ezelî bir nitelik taşıdığı, ne ilk ne de son olacağı vurgulanmak istenir. Bu durum o anı yaşayan insanlar, hatta peygamberler için bile, destekleyici ve "yolda oluş"larını pekiştirici bir mâhiyet arzeder. Bunu yaparken Kur'an bir yandan da müşriklerin kendilerini tarihte önemli bir yer tutan belli şahsiyetlerle (mesela bir muvahhid olan Hz. İbrahim'le) haksızca temellendirmelerini engellemeye çalışır ve onların tarihte haksız, temelsiz ve boş bir yere sahip olduklarını göstermeyi hedefler. Yine Kur'an'ın Ehl-i Kitap ile olan ilişkisinde olduğu gibi, onların çarpık tarih anlayışlarına dayalı olarak kendilerine üstün bir yer ve konum oluşturmalarının anlamsızlığını ve gerçeğe tekabül etmediğini çeşitli delillerle kanıtlama yoluna gider.
Geçmişte ve günümüzde çeşitli egemen güçlerin tarihi kendi ideolojileri doğrultusunda yorumlamaya ve hatta çarpıtmaya çalışmaları insanın bu zikredilen gerçeği ile yakından alakalıdır. İnsanların ya da toplumların sınırlı bir zaman diliminde de olsa yeni olandan kuşku duymaları ve bu yeniliği marjinal saymaları, iktidarları ya da çeşitli hareketleri kendilerine bir geçmiş ya da tarihî bir dayanak bulmalarına sevkeder. Dolayısıyla bu dayanaktan yoksun olanlar, tarihi çarpıtmak ve onu kendi arzuları doğrultusunda yeni bir kalıba sokmak isterler. İslâm tarihinde saltanata geçişle birlikte üretilen geçmiş tasavvurları ve daha yakın zamanda Cumhuriyetle birlikte üretilen Türk tarih tezleri bunun sayısız örneklerinden sadece bir kaçıdır. Kur'an'ın tarihe ilişkin bu yaklaşımı bugün tevhîdî mücadeleyi üstlenenlerin genel olarak insanlık tarihinde, özel olarak ise "İslâm tarihi"ndeki bu sürekliliği ortaya çıkarmalarını, bir başka ifade ile kendi tarihlerini yazmalarını öngörür. Böylece Kur'an açısından İslâm tarihini ciddi bir analize ve tenkide tabi tutarak hakikati ve hakikatin şahitliğini yapmış insanları gündeme getirmek, onların ortaya koyduğu fikir ve amelleri dikkatle incelemek ve bugünkü İslâmî harekete bir birikim, katkı, temel ve meşrûiyyet hazırlamak önemli bir sorumluluğu ifade etmektedir.
Çağdaş İslâmî hareketin tarihe sığ bir biçimde bakamayacağı, geçmişi görmezden gelemeyeceği, köksüz ve türedi bir konumda varlığını sürdüremeyeceği aşikardır. O halde onun mühim sorunlarından biri de geçmişe ilgisiz kalmamak ve bu bağlamda geleceğin tarihini yazmanın geçmişin tarihini yazmadan geçtiğinin ayırdında olmaktır.
VIII.
Kur'an'ın tarihi düz bir çizgi olarak ele almaması, onu ilerlemeci ve evrimci bir bakışla ele almayarak inişli-çıkışlı bir süreç olarak takdim etmesi ve insanların ve toplumların hakikatle olan ilişkilerine bağlı olarak yükseliş ve çöküşlerinin söz konusu olabildiğini ifade etmesi, tarihî varlık alanının zorunluluk alanı değil, bir imkan alanı olduğunu göstermektedir. Bu şu demektir: Bazı cebriyyeci yaklaşımların aksine geçmişte olanlar, bugün yaşanılanlar ve gelecekte olacaklar bir zorunluluk taşımamaktadır. Geçmişin o şekilde olmuş olmasının zorunlu bir nedeni olmadığı gibi, geleceğin de nasıl olacağı zorunlu bir sebeple önceden belirlenmiş değildir. Tarih bir imkan alanını içermektedir ve insanın iradesine ve fiillerine bağlı olarak şekillenmektedir. Kur'an'ın tarihe böyle bir içerik kazandırması, geçmişi kuranların insanlar olduğunu, dolayısıyla da tarihte vuku bulan olumlulukların ve olumsuzlukların sorumlusunun o insanlar olduğunu ortaya koyması yanında, geleceğin tarihinin inşâsının da insanın kendi elinde olduğunu bildirmesi bakımından oldukça anlamlıdır.
Geçmiş, yeniden kurulması mümkün olmayan bir alanı ifade etmekle birlikte şimdi ve gelecek, irade ve bu iradenin fiiliyata geçirilmesi suretiyle belirlenebilecek ve oluşturulabilecek bir sahayı belirtmektedir. O halde şimdiyi değiştirmek ve yeni bir gelecek kurmak imkanı hal-i hazırda İslâmî oluşumların elinde bulunmaktadır. Geleceğin tarihi bir mümkünler alanı olarak İslâmî hareketin önünde durmaktadır ve geçmişin tarihi tarihte büyük değişimlerin yaşanabileceğinin bilgisini ve şuurunu vermektedir. Bu durumda İslâmî harekete pasif, teslimiyetçi ve statükocu bir tavrı aşmanın ve bir an önce harekete geçmenin sorumluluğu yüklenmiş olmaktadır.
IX.
Kur'an'ın tarih nosyonu donuk, olup-bitmiş ve tekrarlanması mümkün olmayan bir geçmiş tasavvuru değildir. Aksine geleceğin kurulmasında bir zemin teşkil eden tarih ileriye dönüktür ve ânı yaşayanlara dinamizm, hareket ve süreklilik kazandırma yanında atılımcı ve devrimci bir ruh aşılar. Geçmiş, ânı yaşayanlara sunulur ve gelecek için serdedilir. Bu nedenle Kur'an'ın önemli bir bölümünü oluşturan kıssalar, ibret alınmak ve geleceği bu tecrübe ve birikim ile kuşatmak ve inşa etmek için anlatılır. Kur'an'ın geleceği oluşturmada kalıcı etkilerinin olduğunu kabul ettiği bu tarih gerçeğe dayalı bir tarihtir.
Yanlış ve bâtıla dayalı bîr tarihin etkisinin geleceği kurmada yanıltıcı, yetersiz ve gelip geçici sonuçlar vereceğini kabul eden Kur'an, kıssaların anlatımları bağlamında da ifadesini bulduğu gibi. aktarmaya çalıştığı "tarihî olayları" gerçeğe dayandırır ve onların gerçek olduğunun açıkça altını çizer. Çünkü tarihi aşan ve onu yeni bir istikamette dönüştürebilme gücünü elinde tutabilen bilinç ancak gerçeğe dayalı olduğu ölçüde oluşturulabilir. Bu nedenle ilk bakışta yararlı ve sonuç verici görünse de Kur'an efsânevî ve gerçek dışı öğelere anlatımında kesinlikle yer vermez.
x.
Tarihî varlık alanı toplumsal kurumlaşma ve belli hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir imkan zemini olduğu kadar bireysel arınma ve tekâmül için de temel bir süreci içerir. Bir bütün olarak ve nihâî hedef açısından bakıldığında tarih, insan için Allah'ın rızasının kazanılması ve ebedî mutluluğa erilmesi hususunda bir imkan sunmaktadır. Bu imkan bir süreçler dizisinden müteşekkildir ve sorumluluğunu yerine getiren birey, kendini gerçekleştirmesi, görevini yerine getirmesi ve kendi tarihini kendisi yaratması suretiyle geleceğini kazanmış ve böylece de mutluluğu elde etmiş olur.
Kur'an, insanın gerek toplumsal gerekse bireysel olarak kendi tarihini nasıl kuracağının ve dolayısıyla bu "imkan süreci"nde tekâmülünü nasıl sağlayacağının ölçüsünü ve ilkelerini vahiyle belirlemiş ve buna göre geleceğin tarihinin kurulmasını öngörmüştür. Zaten Kur'an, bütün bu tekâmül ve tarih kurma girişiminin İtikadı ve amelî geniş, açık ve anlaşılır programının adını ifade etmektedir. İşte âhireti kazanmak ancak böyle bir programa bağlı kalınarak oluşturulacak tarihin sonunda gerçekleşecektir. Bu nedenle Kur'an tarih yaratma uğruna girişilecek her türlü pragmatik ve ilkesiz tavır ve çabayı hangi niyetle olursa olsun reddeder ve yükseliş ve yüceliğin ancak bu İlâhî rehberiyyete tutunarak mümkün olabileceğinin vurgusunu yapar.
Haksöz - Fethi Kılınç / Haksöz Dergisi - Sayı: 97 - Nisan 99