Kur'an ve Tarihin Anlamı (1)
Kur'an, insanın gerek toplumsal gerekse bireysel olarak kendi tarihini nasıl kuracağının ve dolayısıyla bu "imkan süreci"nde tekâmülünü nasıl sağlayacağının ölçüsünü ve ilkelerini vahiyle belirlemiş ve buna göre geleceğin tarihinin kurulmasını öngörmüştür
I.
Geleceğin inşâsına yönelmiş bütün yeni oluşumlar için istikbâlin tasavvuru kadar mazinin tasavvuru da oldukça önem arzetmektedir. Hatta denilebilir ki, geçmişin tasavvuru olmaksızın bir gelecek tasavvuru ve dolayısıyla onun kurulması da mümkün değildir. Bu nedenle sağlıklı ve sahih bir gelecek inşâsına yönelmiş, en azından böyle bir niyeti taşıyan İslâmî hareketlerin öncelikle geçmişe, bir başka ifade ile tarihe ilişkin düşüncelerini doğru bir zemine oturtmaları ve bu alanla ilgili tasavvur ve söylemlerini netleştirmeleri kaçınılmazdır. Zira beşerin, oluşumunda temel bir rol üstlendiği tarihsel varlık alanı bir tür süreklilik arzetmektedir ve bütün olumluluk ve olumsuzluklarıyla birlikte birey ve toplumları kuşatıp kendine katan, çeken ve benzeten bir güç olabilmektedir. Bu durum bir anlamda tarihin, "insanın zindanı" olduğu gerçeğini doğrular mâhiyettedir.
İşte tam da bu nedenledir ki, özgürlüğünü kazanmak ve özgür iradesiyle geleceği kurmak isteyen fert ve topluluklar için geçmiş ya da tarih bilinci hayati öneme sahiptir. Çünkü tarihin tutsak edici çemberi ancak onun hakkında sağlıklı bir bilinç edinildiğinde kırılabilir. Bir başka deyişle söylemek gerekirse tarihin aşılması (tarihten çıkılması değil), yönünün değiştirilmesi ya da yeni bir tarihin inşâsı tarihsel varlık alanının mâhiyetinin doğru bir biçimde kavranması ve onun hakkında sahih bir tasavvurun tahsili ile mümkün olabilir.
II.
Tarihin akışı ve gücü karşısında ciddi bir tavır almak ve onu aşmak, ancak ve ancak aşkın bir varlık sahasına dayanmakla tahakkuk edebilir. Bu varlık sahası kuşkusuz tarihin belirleyici olmadığı, mâhiyeti itibariyle tarihsel varlık sahasının içerisinde vücud bulmayan, aksine tarihe müdahale eden ve onu yönlendirebilen aşkın niteliğe sahip ilâhî vahiy alanıdır. Bunun somut ifadesi, zamandan ve mekandan bağımsız olan Allah Teâlâ'nın iradesinin bir tezahürü olan kitapta, son şekliyle Kur'an'da ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlar açısından vahiy ya da Kur'an, tarihe tarih içerisinden bakmayan, yani geçmişi ve onun mâhiyetini tarih zindanından anlatmayan yegâne kaynaktır. Bu nedenle bir tarih tasavvurunun oluşturulması konusunda ondan bağımsız hareket etmek mümkün değildir. Çünkü mutlak olan ilâhî bilgidir ve tarih gibi bir değişken dünya, ancak ilm-i ilâhî gibi bir sabite ile vuzuha kavuşur ve anlamlı hale gelir. Zira bütün beşerî tarih tasavvurları, tarihi hep tarihin içerisinden anlatmaktadırlar (dolayısıyla da onun belirleyiciliği ve yönlendirmesi altındadırlar) ve tarihin geneli hakkında değil, ancak bir parçası hakkında konuşabilmektedirler. Mesela Marxist tarih yorumunun bir dereceye kadar Batı'nın kendi tarihini açıklayabilmesi ve onu anlaşılır kılması, ama bunun yanında Batı dışı toplumları izahta anlamsız ve başarısız olması hep bu durumla alakalıdır.
Burada vurgulanması gereken bir başka husus da tarihin bir yönünün gayb alanına ait olması gerçeğidir. İlk insanın var edilmesinden itibaren akıp gelen tarihî süreç bir bütün olarak ele alındığında tarihi yorumlama konusunda insanın kendi bilme imkanları açısından yetersiz olduğu bir vakıadır. Bu, insanlığın yatay tarihi için söz konusu olabildiği gibi, Adem'e kadar uzanan dikey boyut için de geçerli bir tesbittir. O halde bir başka bilgi kaynağına dayanmak zarureti ortaya çıkmaktadır ki, bu bütün bir tarih gerçeğini kuşatabilen ilâhî bilgiyi gerektirmektedir.
III.
Kur'an, tarihin oluşum seyrini ne sınıfsal, ne ekonomik ne de ulus vb. temelli bir çerçevede ele alır. Ona göre tarihin akış seyri akide temellidir ve bu, tevhid ve şirk ekseninde gerçekleşir, Daha açmak gerekirse tarih, Allah'ın iradesini hayatın bütün alanlarında geçerli kabul eden ve bunun gereklerini yerine getiren birey ya da topluluklarla, O'nun iradesini hayatın bütününde ya da belli bir kısmında kabul etmeyen ya da gerçekleştirmek istemeyen kişi ya da toplumlar arasındaki mücadele alanını ifade etmektedir. Kur'an'a göre insanların ya da toplumların ekonomik, ulusal ya da sınıfsal duruşları onların bu iki eksenden birini tercih etmeleriyle alakalıdır. Ya da onların Allah ile kendileri arasındaki ilişkileri nasıl belirleyecekleri konusundaki kararlarıyla irtibatlıdır.
Bir örnek vermek gerekirse Kur'an açısından insanların sömürülmesi, her hangi bir kapitalistin üretim araçlarını elinde bulundurması nedeniyle zorunlu olarak ortaya çıkmamakta, aksine o kapitalistin, Allah'ın iradesinin o alana müdahil olmasını kabul etmediği için söz konusu olmaktadır. Kur'ânî ifadeyle söylemek gerekirse, sınıfsal konumlan gereği değil, din gününü, yani âhireti yalanladığı için insanlar "yoksulu doyurmaya ön ayak olmamakta ve yetimi itip-kakmakta "dır.
Bu iki eksen arasında insanları tevhide, dolayısıyla da adalete ve aydınlığa çağıran Kur'an, sürekli olarak insanoğlunu tarihe de tevhîd üzerinden bakmaya yönlendirir. Buna göre insanlık tarihindeki ilk ayrışma/kutuplaşma ve kan dökme Adem'in iki oğlunun Allah'ın iradesi karşısındaki duruş farklılıkları sonucu ortaya çıkmıştır. Yine insanlık tarihindeki ilk mücadele hangi sebeple olursa olsun insanın Allah'la olan ilişkisinde müsbet ya da menfi tavır alışıyla alakalı olarak kendini göstermiştir. Tarihin kalbi olan peygamberler bu ayrışmadan sonra insanları tevhide çağırmak, şirkten arındırmak, onları tezkiye etmek ve doğru yolu göstermek üzere gönderilmişlerdir. Bu çerçevede Kur'an bütün bir insanlık tarihinin azîm parçasını oluşturan peygamberler tarihini ilâhî ilkelere çağrının ve ona karşı duruş alışların tarihi olarak serdetmektedir. Bundan da öte, bu tarih içerisinde kurtuluş ve helak insanların Rabbânî ilkelere olan alakalarıyla irtibatlandırılmış ve kazananların her zaman muvahhidler, kaybedenlerin ise sürekli müşrikler olduğu beyân edilmiştir.
IV.
Kur'an'ın, tarihi böyle (akîdevî ve ilkesel) bir eksende ele alması ve ona bu çerçevede bakmayı teklif etmesi Marxist, milliyetçi vb. bütün beşer temelli ideolojik tarih okumalarının anlamsızlığını ve batıllığını ortaya koymaktadır. Buna göre Kur'an tarihe ne sınıfsal ne de ulusçu vb. bir mantıkla yaklaşmayı ve dolayısıyla da bu temelde bir saf belirlemeyi ön görür. Bu demektir ki hangi ulus, sınıf, toplum ve medeniyet söz konusu olursa olsun tarihi yorumlamada (akîdevî ya da Rabbânî) ilkeler esas noktayı teşkil etmektedir ve dolayısıyla bu ilkeler ışığında tarih bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Nitekim Kur'an hiçbir ırk, kavim, ulus, sınıf ve medeniyet ayırımı yapmaksızın tevhîd ve şirk ekseni etrafında tarihe bakmakta ve insanların ilâhî ilkelere karşı gösterdiği tavır alışlara göre onları övmekte ya da yermektedir. Bir başka ifade ile Kur'an tarihe salt, tasviri olarak yaklaşmamakta, buna İlaveten ilkeler ekseninde tarihi ciddi bir eleştiriye de tabi tutmaktadır. Ki zaten Kur'an'ın asıl hedefi de tarih ya da geçmiş bilgisi vermek değil, insanlığın kurtuluşu ve helakinin sınıfsal, ulusal, ekonomik vb. faktörlere bağlı olmaksızın tamamen Rabbânî ilkelere tavır alışla ilgili olduğunu göstermeye yöneliktir.
V.
Kur'an'ın tarih görüşünde "eleştirellik" önemli bir yer tutar. O, tarihi ya da tarihin belli bir dönemini bütün olarak ne meşrulaştırır, ne de kutsar. Tarih eleştirilmek ve bu eleştirinin ardından geleceğe yönelik dersler çıkarmak için gözler önüne serilir. Bu eleştirisini tevhîd, hakikat ve ilke temelinde gerçekleştiren Kur'an, tarihe bakışta mezkûr eksenden en küçük bir taviz dahi vermez. Öyle ki, tarihin karanlık dönemlerini hakikat ile aydınlatmaya gelen büyük tarih izleyicileri peygamberler dahi bu eleştirellikten nasibini alır. Peygamber bile olsa, ilâhî ilkelerden ayrılan ya da sapan herkes hakikat nokta-i nazarından eleştiriye uğrar.
Tarihin yaşayan insanlar üzerindeki kuşatıcılığının farkında olarak Kur'an, tarihin eleştirel okumasını gerçekleştirmek suretiyle onun baskı ve gücünü kırmaya çalışır. Tarihin önemli aktörleri olan insanlara yönelik olarak eleştiri kapısını sonuna kadar açar ve böylece eleştirel olmayan tarih kutsayıcılığının şirkle özdeş olduğunun altını çizer. Önemli olanın hakikat olduğu gerçeğinden hareketle atalardan ya da tarihten gelen birikimi zorlu bir sorgulamadan geçirir. Böylece insanları tarihin zindanından kurtarmaya ve onları özgürleştirmeye çalışır. Çünkü özgür insan kimin tarihi olursa olsun tarihsel birikime teslim olan değil, onu sorgulayan ve aşkın olanla irtibata geçen insandır.
Kur'an tarihe sorgulayıcı/eleştirel bakmamayı ve onunla hak-batıl muvacehesinde hesaplaşmamayı bir tür "tarih tapıcılığı" olarak görür. Çünkü sorgulanmayan tarih, bilincinde olunsun ya da olunmasın muhatabını kendisine hapseder. Bu insanın özgürlüğünü yitirmesine ve dolayısıyla da yabancılaşmasına neden olur. Zira ancak özgür insanlar hakikate kulaklarını açarlar ve böylece de fıtratlarına uygun olanı gerçekleştirebilirler. İşte bundan dolayıdır ki Kur'an, indirildiği andan itibaren tarihe kayıtsız kalmaz ve egemenlik kurduğu bütün alanlarda onunla hesaplaşmaya girer. Çarpık tarih bilincini ıslaha çalışır ve aşkın bir bilinç vermek suretiyle insanları tarihin rabliğinden azad etmeye girişir. Tarih ötesinden gelen bu aşkın çağrıya kulak vermeyen "tarih mahkumları"nı "câhil", onların egemen olduğu dönemi de "câhiliyye" olarak adlandıran Kur'an, bilen ve dolayısıyla da özgür bir toplum olan ümmetin yeniden inşâsının ancak, tarih üstü bilgiyi ifade eden vahiy yoluyla olabileceğini göstermeye çalışır.
Devamı var