Ruhun Dünyada Tekamülü-2
Evet; Karia suresinde de buyurulmuş olduğu gibi tabiat ananın kucağından sıyrılamayan insanın annesi -yâni dünya cehennemi kesiliverecektir onun. Allah Teâlâ bu anadan doğurmuş, böyle mukadder kılmıştır bunu; anası dünyadır insanoğlunun. O, ana kucağında çakılı kalmamalı, erginleşip yücelere yükselmelidir. Okullara gitmeli, tahsil etmeli, basamak basamak yükselerek yüce mertebelere ulaşmalıdır.
Ana kucağına çakılı kalmamalıdır, aksi takdirde sonsuza dek burada kalakalacaktır. Yaşı mesela yirmi beşe gelmiş olduğu halde hala kendisini ana sütüne muhtaç gören ve annesinin eteğini bırakmayan biri gibi tıpkı.
O halde İslam sosyolojisi ve İslami antropolojiye göre insan, daha önceden Âlem-i Kutsi'de ve bütün kemallere sahip olarak yaratılmış ve daha önceden bu kutsal âlemde uçup durmakta iken, sonradan alınıp dünya kafesine kapatılmış bir kuş değildir. Şairin de dediği gibi:
"Âlem-i Kut'sun kuşuyum ben / Nasıl anlatayım ayrılığı, nasıl açıklayayım bilmem..."
İnsan ne o âlemin kuşu ne de bu âlemin zindanının mahkûmudur ki yegâne görevi bu zindanın duvarlarını yıkıp kaçmak olsun.
İslam bunu reddeder!
Evet, âlem-i ervah, âlem-i eczamdan üstündür; ancak bunun sebebi, yaratılış ve tekvin itibarıyla ruhun cisme olan mertebe ve derece üstünlüğüdür. Yâni ruh, yaratılışı bu âlemde vuku bulmuş bir şuadır, ancak bu şua, başka bir âlemden bu âleme ışımıştır. Yoksa ruh daha önce bütünüyle kemale ermiş ve tamamlanmış bir halde başka bir âlemde bulunmuş değildir ki daha sonra bu âleme getirilmiş ve hapsedilmiş olsun! Bu tenasüh düşüncesi İslami değildir, asıl Eflatun'a dayanan bu platonik yanlış görüş, eski Hint felsefelerinde de görülür.
Eski Yunan'da yaşamış olan Eflatun da ruhun bu âleme gelmeden önce başka bir âlemde hiç noksansız, tam ve kemale ermiş olarak yaratıldığına inanmıştır. Ona göre ruh, daha önce âlem-i misaldeydi; ancak daha sonra maslahat üzere bu âleme getirilip hapsedildi; o halde onun gayesi bu âlemden kurtulmaya çalışmak olmalıdır!
Ancak, İslam, tabiat âlemine bu açıdan bakmaz, dünyayı böyle yorumlamaz.
Şunu da hemen belirtelim ki biz, "Bütün arifler ve tasavvufçular bu büyük hataya düşmüşlerdir demiyoruz. Hayır, kimi tasavvuf büyükleri görüşlerini beyan ederken bu noktaya gereken dikkati göstermiş, yerinde terimler kullanmışlardır; ne toplumdan uzaklaşmış, ne de dünyadan bütünüyle el etek çekerek inzivaya saplanmışlardır.
Evet, bu hataya düşmemiş büyük tasavvufçular da yok değildir. Afaki ve enfüsi ayetlerin Kur'an-ı Kerim'de bir arada zikredildiğini fark etmiş ve tabiatın da Hakk'ın aynası olduğunu, Hakk'ın cemalini yansıttığını görebilmişlerdir.
Nitekim insaniyet âleminin bir harikası denilebilecek şu fevkalade satırlar Şebisteri'nin değil midir?
"Cana, düşünce öğretenin adıyla...
Can çırağını nuruyla yakıp aydınlattı.
Fazlıyla her iki âlem de aydınlanıverdi
Feyziyle insanın toprağı gül bahçesi kesildi."
Daha sonra afaki ayetlere teveccühle şöyle demekte:
"Canı tecellide olanın yanında
Bütün âlem Hak Teâlâ'nın kitabıdır.
Araz i'rab, cevherse harfler gibidir
Mertebeler de i'rabla vukuf gibidir işte."
Ya da Cami'nin dediği gibi:
"Cihan, şahidimiz olan güzel aynamızdır bizim
Her şeyiyle onun veçhini gösteren bir ayna...”
Evet, Kuran'la tasavvuf düşüncesini yan yana koyup önemle eğildiği araştırılırsa İslam'ın; nefis, nefsin batını, insanın kendi iç dünyasına eğilimi gibi şeyleri herhangi bir surette inkâr etmeksizin dünya âlemine tasavvufçulardan daha dikkatle eğildiği ve tabiata onlardan daha fazla önem verdiği görülür.
O halde Kur'an'ın kâmil insanı akılcı ve gönülcü (insanın kendi iç dünyasına önem veren ve öz benliğiyle irtibat kuran) olmasının yanı sıra, tabiatçıdır da aynı zamanda!
Yâni o, hem aklı, hem kalbi her gerçeği, hem de tabiat gerçeğini kabul ve hazmetmiştir.
Üstat Şehit Murtaza Mutahhari
Ruhun Dünyada Tekamülü-1
Nefis-Ruh-Can-Akıl-Fıtrat-1