Ruhun Dünyada Tekamülü-1
İslam'dan önce Hindistan ve Yunan'dan belirip bu ülkelerden dünyaya yayılan ve İslam'la bağdaşmayan bir düşünce vardı. Bu düşünceye göre insanın ruhu önce tam ve kâmil olarak başka bir âlemde yaratılmış, sonra da tıpkı bir kuş gibi -bedeninde- kafeslenerek getirilip bu dünyaya bırakılmıştır.
Bu durumda kafesi kırmak gerekir...
Ancak, Kur'an-ı Kerim, Müminin suresinde bu mevzuyla ilgili olarak gayet ilginç ve fevkalade bir tabir kullanmıştır; Sadr'ul Mutaallihin bunu şöyle açıklar: "Ben, ruhun, sonradan maddeden yaratılmış, soyut ve kalıcı olduğunu Müminin suresinin bu ayetlerinden anladım.”
Mezkûr ayet-i kerimelerde insanın yaratılışı sistematik bir şekilde merhale merhale şöyle anlatılmaktadır:
"Ant olsun ki biz insanı balçık mayasından yarattık (topraktan), sonra onu sağlam bir karar yurdunda bir katre su kıldık, sonra o bir katre suyu kan pıhtısı haline getirdik, derken, kan pıhtısını bir parça et haline soktuk (cenin), derken ette kemikler yarattık, ardından kemiklere et giydirdik…
"Müminin suresinde insanın yaratılış merhalelerini açıklayan bu ayetlerin hemen ardından şu ayet-i kerime gelir:
"Sonra da onu başka bir yaratılışla meydana getirdik..." (Müminin - 12-15)
Yukarıda zikredilen en son ayet-i kerimede bilinen tabiat ve maddenin başka bir şeye, yâni ruha dönüştürüldüğü açıklanmaktadır. Bu da ruhun soyut olduğu, ancak, madde dışı bir soyut değil, aslının maddeden kaynaklanmış bir soyut yapı arz ettiğini gösterir. Yâni ruh da aslında şu bildiğimiz madde âleminin bir parçası olup ondan daha değişik bir yaratılış ve özellikle yaratılmıştır. Daha açık bir deyişle ruh başka bir âleme ait ve o âlemde kemale ermiş olup sonradan dünya âlemine getirilmiş ve bu dünyevi yaşama hapsedilmiş değildir. Ruh da bu âlemin bir parçası, o da tabiatın bir çocuğudur.
Ruh maddeden -ancak, başkalaşıma uğratılarak- yaratıldığına göre onun da anası tabiat ve dünyadır. O halde dünyada bulunan ruh, kafeste ya da zindanda değil, ana kucağındadır; kendi annesinin kolları arasındadır. Tabiat insan ruhunun anasıdır; tabiatta yaşayan insan annesinin yanı başında, onun kucağında yaşamaktadır; tabiatın kucağı, ana kucağıdır...
O halde insanoğlu burada, şu tabiat âleminde kemale erecek, burada olgunlaşacaktır; daha önce kemale ermiş olması söz konusu değildir. Dünyayı insanoğlunun zindanı, kafesi ya da içine düşmüş olduğu bir kuyu şeklinde yorumlayarak onun yegâne gayesini bir an önce buradan kurtulmaya çalışmakla özetleyip tabiat âlemini insana bütünüyle yabancı bir unsur olarak telakki eden bu sofistlik düşünce İslami bir düşünce ve İslam'a mutabık bir görüş değildir.
İslami düşünceyle bu sofistlik düşünce arasında şu hassas fark söz konusudur: İslam, dünya âlemini insanoğlunun zindanı ya da kafesi şeklinde değil, onun anası olarak kabul eder ve şöyle der:
"Sen her zaman ananın eteğine yapışacak, onun kucağına çakılıp kalacak değilsin. Tabiat ananın eteğini bırakmaz, büyüdükçe olgunlaşmaz ve dünya âleminde yüceleşme yolunu tutmazsan hep tabiatta kalır ve "salt tabii bir varlık" oluverirsin. Kur'an-ı Kerim'in de deyimiyle
"...Sonra da onu döndürdük, aşağıların en aşağısına kattık." (Tin / 5) ayetinin bir örneği durumuna düşersin ve
"...Ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlardan başka." (Tin, / 6 ) ayetinde sözü geçen yücelmiş insanlar arasına katılamazsın.
Bu da dünyayı cehennem kılar sana; zira tabiattan başka bir şey olmayan Esfel-es Safilin'den kalkıp yükseklere çıkamayan ve yücelemeyen kişi için tabiat âlemi ya da dünya, cehennem oluverecektir: onun ana kucağı gibi sığınacak yeri, anayurdu cehennem uçurumudur... (Karia / 9)
Ruh ve Beden
İnsanı İnsan Yapan Cevher: Ruh 2