Kur'an ve Fıtrat
Kur'an ve Sünnette fıtrat konusuna büyük bir önem verilmiştir. Bu, insana mahsus özellikler ihtiva etmesinden dolayıdır. Kur’an ve Sünnet, insanın bir fıtratı olduğunu bildirmektedir. Öncelikle bu kelimenin tarihini ve manasını araştırmamız gerekiyor. Acaba bu kelime Kur'an'da zikredilmeden önce insanlık tarafından özel olarak kullanıldı mı? Elimizde ki deliller bu kelimenin Kur'an'da zikredilmeden önce hiç kimse tarafından kullanılmadığını göstermektedir.
Araştırmamız gereken başka bir nokta da insanın doğuştan gelen fikirlere sahip olup olmadığıdır.
Üçüncü konumuz ise, dim hakkında olacak. Acaba din, fıtri midir ve din edinmek insanda fıtri bir olaymıdır? Bu, bizi insanın tüm yönlerini kapsayan geniş bir ilmi araştırmaya yönlendiriyor. Şüphesiz bu araştırmanın içinde yeni bölümler ve şubeler ortaya çıkacaktır. Eğitim ve öğretim konuları bu kısama girer. Eğer insanda fıtrattan gelen bir şeyler varsa, eğitim ve öğretim konularının bu fıtri durumlara uyum içerisinde olması gerekir.
Burada kullandığımız terbiye kelimesi biz bilsek de bilmesek de bu esas üzerine bina edilmiştir. Zira terbiye, bir şeyin rüşdü ve gelişip büyümesi için o şey üzerinde çalışmak demektir. Bu da bir kısım hazırlıklara dayanarak gerçekleşir. Günümüz tabiriyle bu, insanda bir takım yeterli özelliklerin bulunmamasını gerektirir.Yani terbiye, "yapma" işini ifade etmesinden dolayı, zanaatta istediği herşeyin yapımına çalışır.İstediği şeyin yapımında gerekli olan her maddeyi toplar.Bunu yaparken de bu yaptığı yeni eşyanın, elinde topladığı bu maddelerin asli mükemmellik ve noksanlığına tesir edeceğine dikkst etmez.Onun tek ehemmiyet verdiği konu istediği şeyi oluşturmaktır.Bu madde ister eksilsin ister artsın.
Mesela bir marangoz veye mimar, bir şeyi yaptığında hedefinin gerçekleşmesi için çabalar. Demir, çimento ve bundan başak ihtiyaç duyduğu şeyleri hazırlar. Bu maddelerin yapılmasında, geliştirilmesinde, eksikliklerinin tamamlanmasında kendisinin hiç bir fonksiyonu yoktur. Çünkü bu konular kendisinin yapmayı istediği işin içine girmez. Hatta bazen bu maddelerin bütünlüğünü bozması gerekir.
Ancak bu durum çiftçiye nisbetle daha farklı olur. Çiftçi, maddi bir hedefe doğru yürüyor olmasına rağmen, ekmek istediğin şeyin terbiyesini yapmak zorundadır. Her bitkinin tabiatına itibar etmesi gerekir. Çiftçi, bitkinin olgunluk merhalesine ulaşıncaya kadar gerekli olan şartları ve bitkilerin terbiye yollarını bilir ve üretmeye çalışır. Bitkinin yaratıldığı tabiatı üzerine peyderpey gelişmesine dikkat eder. İşte o zaman hedefine ulaşmış olur.
İnsan iki tabiat üzere terbiye edebilir. Birincisi, eşyanın oluşumu gibi bir terbiye; yani yapıcı, yapısında hedeflediği yönlerden başka bir yönü göz önünde bulundurmaz. Hedefine kavuşmak için istediği gibi şekillendirir onu. Bu insan, ister kamil bir insan olsun isterse nakıs, hedefinin gerçekleşmesine bakar.
Koyun yetiştiricisi örneği bunun gibidir. O koyunları, bazen de insanlar için yetiştirir. Koçu damızlık olsun diye koyun için yetiştirdiğinde koç ihsa (1) etmesi doğru bir olaymıdır? Elbette ki hayır. Biz koça ihsa ile eziyet etmekle beraber onu eksik de kılıyoruz. Yani kemale ulaşması için kendinde olması gereken bazı tabii ve cismi sistemlerinden ayırıyoruz onu. Zira biz, onu ilgilendirmeyen, bize has menfaatlerimiz için yetiştirdiğimizde onun eksik veya eksiksiz olması bizi ilgilendirmez. Çünkü biz onu etinin artması, semizleşmesi için yetiştiriyoruz. Dolayısıyla da ihsa'sını tereddütsüz yapıyoruz.
Durum insanın kendisi içinde böyledir. Toplumun önderliğine soyunanlar insanı bu tabakanın istediği hedeflere ulaşması için ve önem verdikleri şeyin uygulanmasına güç yetirecek biçimde şekillendirmek isterler. Kendilerinin tabiriyle de topluma en faydalı olacak şekilde... Toplumun kemali ve bireyin kemali arasında zıtlık oluşumu bahsinde bu konuya deyineceğiz ve bu zıtlığın nasıl oluşmayacağını isbat edeceğiz. Mesela, toplumun, askeri bir terbiyeyle yetişmiş, kural ve düzene titizlikle uyan kişilere, emirleri itirazsız ve hatta hiç düşünmeden yerine getiren fertlere ihtiyaç duyduğunu söylerler.
Ama bir insan fikri asaletini, fikir hürriyetini muhafaza etmek istediğinde veya İnsani yönelişleri olduğunda bu şahsın hayatı istenen bu askeri yaşantıya faydalı değildir. Hemen o adamın topluma faydalı olmadığını söylerler. Onlara göre topluma faydalı olanlar düşünmeyen, yöneliş ve meyilleri bulunmayan, kendisine bir bomba verilip bir şehre atması istenildiğinde, bu beldedeki şehir sakinlerini düşünmeyen, bu şehir sakinlerinin ne günahı olduğunu sorgulamayan tiplerdir.
Bu örnek, daha çok otlayıp semizlemesi için ihsa edilen tekenin misali gibidir. Onlar, insanda ki teyamül ve insaniyet damarlarını kesiyorlar. Onu, istiklalini, fikir hürriyetini ve tüm iradesini kaybetmiş bir şekle çeviriyorlar. İşte o zaman kendilerinin istediği gibi bir topluma faydalı biri oluyor.
Ancak bu, terbiyenin asıl içeriğiyle kullanılmamasıdır. Doğru terbiye insanın özelliklerini ve tabii kabiliyetlerini taahhüt altına alır. Eğer bir insan akli ve fikri bir kabiliyet, hakikati arama özelliği varsa, bu kabiliyetlerin geliştirilmesi gerekir, yok edilmesi değil.
Fıtratın özellikle terbiyeyle yakın bir ilişkisi vardır.Bunu ileride tekrar inceleyeceğiz.Diğer bir mesele de tarih ve tarihin konusudur.Biz eğer fıtratın varlığını kabulleniyorsak, tarihin gelişimini bunun ışığında açıklamamız gerekir.
Abna
Fıtrat’ın Anlamı -1
Kurânda Sosyal İlişkiler(1.Bölüm)