İmam Humeyni ve Velayet-i Fakih(2.Bölüm)
Hz. Resul-ü Ekrem'le -saa- hz. Emîr'in -s- üstlenmiş oldukları diğer bir sorumluluk da vergilerin; humus, zekât, cizye ve haraç taalluk eden arazilerin haraçlarının toplanmasıdır.([3]) Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- zekât alırsa ne kadar alacaktır? Bir yerden onda bir, diğer bir yerden yirmide bir mi? Hz. Emir'el müminin -s- halife olduğunda ne yapacaktır peki? Ya da mesela sizden biri çağının fakihi olur da sözü geçerse, o ne kadar alacaktır? Bu hususta hz. Resulullah'ın -saa-velayetiyle hz. Emir'el müminin -s- veya fakihin velayeti birbirinden farklı mıdır yani?! Allah Teâlâ -cc- hz. Resul-ü Ekrem efendimizi -saa-bütün Müslümanların 'Veli'si kılmıştır, binaenaleyh o hazret hayatta olduğu sürece herkese, hatta hz. Emir'el müminin'e -s- de 'Veli"dir ve velayeti vardır. O hazretten sonra da İmam bütün Müslümanların, hatta kendisinden sonraki imamın velisidir -ve onun üzerinde velayet hakkı vardır-; yani onun devlet ve yönetimle ilgili emirleri herkesi kapsar ve herkes için bağlayıcıdır; vali ve şer'i kadı tayin ve azlinde bulunma yetkisi vardır. Devlet ve yönetim oluşturma, icra ve yönetimle ilgili işleri deruhte etme gibi hz. Resulullah -saa- ve imam için geçerli olan bu 'Velayet" şekli, fakih için de vardır. Ancak bu fakih, zamanının bütün diğer fakihlerine de velayette bulunacak ve bir fakihi azl veya tayin edebilecek şekilde bir 'mutlak velâyet"e de sahip değildir. Bu anlamda; birinin diğerinden daha aşağı veya daha yukarı mertebeye sahip olması şeklinde bir mertebe ve derece yoktur, birinin 'Veli", diğerinin "daha veli" olması söz konusu değildir.
Bu mesele böylece belli olduktan sonra, hadlerin uygulanması ve İslam topraklarının ve nizamının korunması için fakihlerin topluca veya ferdi olarak -tek basma- şeriat devleti kurması gerekir. Elinden gelebilen ve kendisi için mümkün olan kimseye bu vazife 'farzı aynî" (aynî farz)dır, aksı takdirde 'kifaî farz" olur([4]). Bu da mümkün olmazsa velayet görevinin hükmü kalkmış olmaz, zira -fakihler- Allah tarafından bu vazifeyle sorumlu kılınmış ve atanmışlardır. Yapabilirlerse vergiler, humus, zekât ve haraçları toplayıp Müslümanların hayrına olacak işlerde harcamaları ve hadleri uygulamaları gerekir. Belli başlı ve ülkeye hâkim bir devlet kuramıyorsak bile bir kanara çekilip hiçbir şey yapmazlık edemeyiz; bilakis, Müslümanların ihtiyacı olan her işi ve bir İslam devletinin yapması gereken herşeyı yapmak ve elimizden geldiğince uygulamakla mükellefiz.
Tekvini Velayet
Masum imamın -s- devlet ve hükümet velayeti yetkisinin ispatlanması, onun manevi -tekvini- makamı olmadığı anlamına gelmez. İmam için, devlet ve yönetim görevinden farklı olarak, bir de manevî makamlar vardır. "Allah'ın genel halifesi olma makamı" olan bu mertebe, kimi zaman masum imamlar -s- tarafından da bizzat ifade edilmiştir. Tekvini olan bu hilafet gereğince bütün zerreler 'Veliyy-i emr" karşısında eğilir ve ona itaat ederler. Mezhebimizin zaruri inançlarındandır bu; masum imamların -s- manevi makamlarına hiç kimse erişemez; hatta mukarreb melek ve nebiyy-i mürsel bile! Mevcut rivayetlerde de belirtildiği üzere hz. Resul-ü Ekrem efendimizle -saa- masum imamlar -s- bu âlemden önce Arş'ın gölgesinde bulunan nurlar idiler ve nutfelerinin bağlanması ve 'tıynet" açısından da diğer insanlardan ayrıcalıklı ve üstündüler([5]) ve sayısız makamları, mertebe ve dereceleri vardır onların. 'Miraç" rivayetlerinde hz. Cebrail aleyhisselamın da arz ettiği gibi 'Biraz daha yaklaşacak olsam, yanarım"([6]). Keza masumların -s- şu buyrukları; 'Bizim Allah Teâlâ’yla öyle hallerimiz vardır ki ne mukarreb -yakın- melekler ulaşabilir ona, ne de mürsel nebiler"([7]). Bu inanç, bizim mezhebimizin usullerindendir; masum imamlar -s- devlet ve yönetim mevzuundan önce -ve öte olarak- böylesine -yüce- makamlara sahiptirler. Hatta mevcut rivayetlerde de belirtildiği üzere hz. Fâtıma-ı Zehra selamullah aleyhâ da bu manevî makamlara sahiptir([8]), oysaki o hazret ne devlet başkanıdır, ne şer'î kadı ve ne de halife. Bu makamlar, devlet ve yönetim görevinden ayrı -ve onu aşan- makamlardır. Binaenaleyh hz. Fâtıma-ı Zehra aleyhâselâmm şer'ı kadı ve halife olmamasının ben ve sizler gibi alelade bir insan olduğu veya manevi açıdan bizlerden üstün olmadığı manasına gelmediği bilinmelidir. Aynı şekilde 'Hz. Peygamber'in -saa- müminlere kendi nefsinden daha evlâ olduğu" na([9]) inanan biri, hz. Resul-ü Ekrem'in -saa- müminler üzerindeki devlet başkanlığı ve velayet makamından çok daha ileri ve üstün bir makamı da olduğunu ifade etmiş olur. Bu mevzuya daha fazla girmiyor ve bu kadarla noktalıyoruz, çünkü -yönetimle ilgili değil,- başka bir ilmin sahasına girmektedir.
[3]- Araziye-i Haraciye (Haraç taalluk eden araziler), peygamberin -saa- veya imamın emriyle Müslümanların fethettiği ziraata elverişli bayındır topraklara denir. Bu tür araziler bütün Müslümanların malı sayılır, bu nedenle de alınıp satılması yasaktır. İslam devleti bu tür arazileri devreder ve bu araziyi ekenden –veya kullanandan- "haraç" denilen bir meblağ alır.
[4]- Bütün Müslümanlara tek tek farz olan farza aynî farz denir, bir kişinin onu yapmasıyla, diğerlerinden sakıt olmaz, namaz ve oruçta olduğu gibi. Bir Müslüman’ın yerine getirmesiyle diğer Müslümanlardan sakıt olan farzlara ise farz-ı kifâi denir; emr-i bi'l mâruf ve nehy-i ani'l münker gibi
[5]- Besair'udderecât, c:l s:20, 10. bab, Bihar'ul Envar c: 25 s:l-103
[6]- Bihar'ul Envar c: 18 s:382, İsbât'ul Mîrac ve mefati ve keyfiyye" babı
[7]- Erbain: Allame Meclisi s: 177, 15. hadisin şerhi, Kelemat-ı Meknune, s: 101, biraz değişik ibaretle
[8]- İleluşşerayi c:l s:123; 143. bâb, 1. hadis ve: Meani'ul Ahbar s:64 ve 107 ve: Bihar'ul Envar c:43 s: 12 ve sonrası.
[9]- "...peygamber, müminlere kendilerinden daha evlâdır." Ahzab, 6.
İmam Humeyni ve Velayet-i Fakih(2.Bölüm)
Veliyy-i Fakihin Seçimi