İslam Dünyasındaki Başarılı Olabilecek tek Sistem
Önce ki makalelerde İslam Ekonomisi'nin önemi herhalde yeteri kadar ortaya çıkmıştır. O, bir ekonomik sistem olarak Müslümanların ahlakî düşünüşlerini ve davranış biçimlerini bütünüyle avantaj olarak kabul eder. İktisadî hayatı doğru bir istikamette organize etmek amacıyla onları motive edici ve kurucu güç olarak kullanır ve ekonomik gelişme hedefini gerçekleştirir.
İşte bu, ancak İslamî sistemi adapte edersek mümkündür. Diğer hiç bir sistem İslam Dünyası'nın tarihi ve psikolojisi ile bağdaşamaz.
Bazı Avrupalı bilim adamları da batılı ekonomik sistemlerin İslam Dünyası'nın özüne ters düştüğünü kabul etmişlerdir. Mesela Jacgues Austervi'yi örnek olarak gösterebiliriz. "Ekonomik İlerleme" adlı kitabında Jacgues Austervi bunu kabul ettiği halde, İslam'ın ve batının ahlakî sistemlerinin doğuşunu hazırlayan olay ve mantık zincirini anlatmakta başarısız kalmış ve sonuçta yanlış yargılara varmıştır. Şimdi onun demiş olduğu şeyler üzerinde duracak değiliz. Buraya kadar bir Müslüman’ın manevi sorunlarla zihnini meşgul etmesinin onun alınyazısına inanması ve kadere teslim olması, yahut orijinalliğinin eksik olması ve hiçbir yarandık gösterememesi gibi bir takım manalar taşımadığını yeleri kadar açıkladık sanırım. Onun Allah'a olan bağlılığı yeryüzünde O'nun vekili olması prensibinin yansımasıdır.
"Allah'ın halifesi" (Vicegenency of Allah) deyiminden daha kuvvetli ve uygun bir kavram daha bilmiyoruz. Bu deyim insanın gücünü vurgular ve onu Allah'ın vekili olarak tanıtır. Allah dünyaya mutlak hükmedendir. Vekillik kavramı, gücün tahsis edilmesi hususunu açıklar. Ve bundan doğacak sorumluluk anlayışı da mutlak olarak kadercilik kavramını reddeder.
Vekillik, özgürlüğün ve irade gücüne ait bilincin olmadığı manasına gelmez. İhsanın tarihi ve sosyal olayların akışında parmağı olmasaydı nasıl Allah'ın yeryüzünde halifesi olabilirdi?
Bunun için biz diyoruz ki, manevi prensiplerin dünyevi işlere de uygulanması Müslümanların tüm potansiyellerinin enerjiye dönüşmesini sağlayacaktır. Diğer yanda maneviyat ve dünyevi birbirinden ayrı tutulursa, batının politikasında olduğu gibi, vekillik bu durumda hiçbir anlam taşımayacaktır. Dolayısıyla da Müslümanların tavırları doğal olarak gene olumsuz olacak ve hiçbir farklılık arz etmeyecektir.
Müslümanların negatif tutumları, maneviyatların sonucu değildir. Aslında bu, dünyevî ve uhrevî işlerin su geçirmez bölmelerle birbirinden ayrılmasında kaynaklanmaktadır. îşte bu yüzden Müslüman’ın bakışındaki motive edici güç yok olmuş ve Müslümanlar dünyevî sistemlerin toptan kendi uhrevî bakış açılarına ters düştüğünü düşünür olmuşlardır.
Dahası, İslam, insanı bütün yönleriyle koruduğunu iddia etmektedir, işte bu düşünce Müslümanların, aynı temel üzerine sosyal ve manevî hayatlarını organize etmelerini sağlayacaktır. Yalnız İslam, insan hayatının her yönünü kapsamaktadır. Diğer sosyal sistemlerse sadece sosyal ve ekonomik hususlarla sınırlanıp kalmıştır.
Ekonomik hayatımızı İslamî sistem üzerine organize edersek, bu dikkatlerimizi İslam'ın sadece manevî tarafına çevirdiğimiz manasına gelmez. İnsan hayatına doğru istikamet vermede İslam'dan başka temel olmadığına göre, bizim görevimiz hayatımızın manevî olduğu kadar toplumsal yönünü de İslam üzerine kurmaktır. İslami açıdan bakıldığında bu iki yön farklı değildir. İçice geçmiş oldukları için de aynı merkez üzere düzenlenmelidir.
Batılı Sistemler ile İslami İnanış Arasındaki Ayrıntılar(1.Bölüm)
Batılı Ekonomik Sistemler ve İslam Dünyasındaki Başarı Şansları