İnsanlar ve Velayet-i Fakih-2
Elbette birinci cevap, velayet[8] gibi karar kılınan hususlarda değil, teklifi hükümler hakkında geçerli olmakla birlikte bu itirazı halledemez. Zira farz-i kifai, teşebbüste bulunulmadığı taktirde fertlerin tümüne farzdır. Bu yüzden bu konuda da söz konusu beş ihtimal tekrar edilir ve yeniden problem ortaya çıkar. İkinci cevap ise bir delil olmamakla birlikte mezkur cihetten iki kişi arasında eşit olursa problemle karşılaşır, bazılarına göre bu farz gerçek alemde her ne kadar nadir olsa da o şahısların veya taraftarlarının gözünde böyle bir şeyin imkanı çoktur.[9] Öte yandan bu cevap söz konusu itirazı bir tür kabul anlamına gelmekte ve diğer fakihlere değil de tayinin sadece en bilgin, en takvalı ve en cesur olan fakihe özgü olduğunu kabule delalet etmektedir.
Bütün bunlara rağmen söz konusu itiraz halledilebilir türdendir. Zira bütün fakihlerin de kabul ettiği gibi –velayet-i fakih delillerinin mutlak oluşu da bunu iktiza etmektedir- Eğer önder ve veli bir hüküm verirse tümüne, hatta velayet şartlarına sahip fakihlere bile farz olur. Onların itaat etmesi farzdır. Aynı şekilde eğer fakih velayet ile ilgili işlerin bir bölümünü üstlenirse, diğerlerinin hatta velayet sahibi fakihlerin bile o sahaya müdahale etmesi caiz değildir.
Bu esas üzere beş ihtimalden birinci ihtimali, yani bütün fakihlerin velayet makamının şartlarına sahip olduğunu kabul ederek toplumda çıkacağı söylenen kargaşanın şu iki nükteye teveccühle ortadan kalkacağına inanıyoruz:
1-Rehber ve velinin hükmüne itaat herkese hatta fakihlere bile gereklidir.
2-Diğer fakihlerin bir fakihin sorumluluk üstlendiği alana müdahale etmesi caiz değildir. O halde fakihin velayet makamı ve tayini –ki bu teori büyük Şii fakihlerinin ve bu cümleden İmam Humeyni’nin görüşüdür ve velayet-i fakihin delilleriyle de uyum içindedir- ispat ve sübut aleminde hiç bir engel ile karşı karşıya değildir. Buna rağmen toplum için belli bir zaman ve kanun yasamak istersek insanların seçimi dışında bir yol söz konusu değildir.[10]
Bu konunun açıklaması şöyledir:
Her ne kadar şartlara haiz tüm fakihlerin veli olarak tayini gerçek alemde veya delillerin anlamı hususunda bir problem teşkil etmemektedir. Ferdi sahada herkes şartlara haiz kabul ettiği bir fakihe müracaat edebilir ve velayet ile ilgili işlerde kendisinden yardım alabilir.[11]
Ama eğer bu iş toplumsal ve idari bir görev haline dönüşürse, bu işe toplumsal bir görev ve idari bir kalıp içinde ve toplumu idare kalıbı içinde bakacak olursak ve böyle bir hususta doğru olan tayin teorisi esasınca da bir kanun çıkaracak olursak, seçim metodunu tercih etmekten başka bir çareye sahip değiliz. Elbette burada seçim, şartlara sahip fakihi tayin ruhu hakkında geçerlidir; veli-i fakihin, şartları haiz fakihler arasında seçimi hakkında değil. Bu daha çok seçim teorisinde söz konusudur. Yani insanlar velayet şartlarına sahip olan bir fakihi bulup seçmektedirler. Şartlara haiz olanlar arasından kendi seçimleriyle veli tayin etmemektedirler.
[8] Teklifi hüküm şeriatta direkt olarak mükelleflerin özgür ameliyle ilişkisi olan hükümlerdir. Teklifi hükümler beş kısımdır: Farz, haram, müstahap, mekruh ve mübah. Vaz’i hüküm ise direkt olarak mükelleflere özgür ameliyle ilişkisi olmayan, ama en direkt yolla ilişkisi bulunan hükümlerdir. Vazii hükümler belli bir sayıyla sınırlı değildir. Necaset, taharet, cüziyyet, şartiyyet, kayyumiyyet ve velayet gibi hükümler bu hükümler zümresindendir.
[9] Yani onlardan veya taraftarlarından her biri onları en bilgin, en takvalı, en cesur sayabilir.
[10] Bu yüzden anayasa kurulu üyeleri tayin teorisini kabul ettikleri halde anayasada insanların seçim hakkını kabul etmişlerdir. Elbette onlar tayin teorisinin ruhuyla da uyum içinde olan endirekt seçim metodunu direkt seçime tercih etmişlerdir.
[11] Eskiden günümüze büyük merciler hususunda uygulanan metot gibi
İnsanlar ve Velayet-i Fakih-1
Velayet-i Fakihin Delilleri(Birinci Bölüm)