İMAM HÜSEYİN (A.S) DÖNEMİNDE MÜSLÜMANLARIN DURUMU
İslâm'ın merkezi Mekke, Medine ve hilâfet merkezi Şam ve Kûfe'de yaşayan Müslümanlar, kim olursa olsun, nasıl bir karaktere sahip olursa olsun emrettiği her konuda halifeye itaat etmeyi dinin ve dindarlığın gereği olarak görüyorlardı. Onlara göre halifeye karşı gelmek, İslâm ümmetinin birliğini bozmak ve dinden çıkmak anlamına geliyordu. Kaldı ki aralarında Resûlullah'ı görüp hadislerini dinleyen sahabîler, iyilik üzere onlara uyan tabiîler ve düşünen insanlar olduğu hâlde, onlar böyle bir düşünceye sahiptiler. Bu Müslümanların durumu böyle olduktan sonra, İslâm'ın merkezinden uzak Afrika, İran ve diğer bölgelerde yaşayan, Allah Resûlü'nü görmemiş, onun sohbetine katılmamış, onun Ehl-i Beyt'iyle oturup kalkmamış, onların öğrencilerinden istifade etmemiş, İslâm'ı sadece İslâm'ın başkentinde gördükleriyle tanıyan, halifenin adamlarının uygulamalarını İslâm sanan, halifeyi İslâm'ın temsilcisi olarak görüp, yaptıklarım İslâm'ın hükümleriymiş gibi algılayan Müslümanların hâli nasıl olabilirdi acaba?! Nasıl bir halifeden bahsediyoruz, biliyor musunuz?! Bir halife ki onu nefsanî isteklerinden alıkoyacak hiçbir bağ yoktur. «Bir halife ki şarap içer, namaz kılmaz, eğlence meclisleri düzenler ve şarkıcı kadınlar huzurunda şarkı söyleyip dans ederlerdi.[1] Bir halife ki köpeklerle oynar, gecelerini ahlâk yoksunu kişiler ve tüyü bitmemiş oğlanlarla sabahlardı.[2] Bir halife ki babasının çocuk doğurmuş cariyelerini, kendi kızlarını ve kız kardeşlerini nikâhlardı.»[3]
Bir halife ki Resûlullah'ın (s.a.a) torununun öldürülmesini emreder, kızlarını esir alır, Resûlullah'ın haremi Medine'yi askerlerine helâl kılar, Allah'ın evi Kâbe’yi mancınıkla taş ve ateş yağmuruna tutar ve şöyle derdi: «Haşimoğulları mülk ve saltanat ile oynadılar, Yoksa ne bir haber gelmiş, ne de bir vahiy inmiştir.»[4] Bu, o zamanın halkının Allah'ın ve Peygamber'in halifesi unvanıyla anılan adamda gördükleri İslâm idi.»[5]
Açıkça ortaya çıktı ki o günkü Müslümanların sorunu, "adil bir hükümdarı iş başına getirmekle halledilmesi mümkün olan zalim bir hükümdarın sultası değildi. Sorun, İslâm'ın hükümlerinin kaybolup gitmesi ve Müslümanların inançları gereği, her ne olursa olsun halifenin bütün emirlerine itaat etmeleri, hilâfet makamına böyle bir yetki tanımaları idi."
Bu durumda sorunun tek çözümü, Müslümanların bu düşünce tarzını ve bu inancını değiştirmekti. Çünkü ancak bu fikrî değişimi gerçekleştirdiği takdirde İslâm'ın ayaklar altına alınmış olan hükümleri yeniden İslâm toplumuna geri döndürebilirdi. O şartlarda bu değişimi gerçekleştirebilecek olan tek kişi ise, İmam Hüseyin (a.s) idi. Onun Resûlullah'a olan yakınlığı, Resûlullah'ın yanındaki makamı, hakkında inen ayetler, söylenen hadisler, onu böyle bir konuma getiriyordu.
Bu meziyetlere sahip böyle bir insan, o günün şartlarında iki yoldan birini seçmek zorundaydı: Ya Yezid'e biat edecek, dünyada hoş ve rahat bir hayat sürdürecek, böylece insanların kendisine olan sevgi ve saygılarından da bir şey kaybetmeyecekti. Oysa İmam Hüseyin (a.s) bu biatin ne gibi sakıncaları olduğunu biliyordu:
Bu biat evvelâ, Yezid'in açıkça işlediği fısk-u fücurunu ve açığa vurduğu küfrünü teyit etmek, onaylamak anlamına gelecekti. Saniyen bu biat, Müslümanların hilâfet koltuğuna oturan yezid gibi kimselerin Allah'ın ve Peygamber'in meşru temsilcileri olduğunu teyit edecek, her halükârda ve emrettikleri her konuda itaatlerinin farz olduğu yönündeki inançlarını doğrulamak anlamına gelecekti.
Her iki onay da Muhammed'in (s.a.a) dinini ortadan kaldıracak ve böylece onun dini de, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin dininin durumuna düşecekti. Bu durumda Resûlullah'ın torunu, zamanının insanları ile kıyamet gününe kadar gelecek tüm insanların günahlarını üstlenmiş olacaktı. Zira Resûlullah'ın İmam Hüseyin'den başka bir torunu kalmamıştı ve onun için hazırlanan ortam, başka hiç kimse için hazırlanmamıştı. Ondan sonra da Müslümanlar arasında onun makam ve itibarına sahip olabilecek birinin gelmesi de söz konusu değildi. Dolayısıyla tüm zamanlarda bu büyük ve önemli görevi yerine getirebilecek olan tek insan, İmam Hüseyin idi. Şimdi o, iki yoldan birini seçmek zorundaydı:
Ya Yezid'e biat edecekti.
Ya da Yezid'e ve yaptıklarına karşı çıkacak, Yezid'in yaptıklarını onaylayan Müslümanları kınayacaktı. Bunun sonucunda Müslümanların durumunu değiştirecek ve kendinden sonraki imamlara, dedesi Resûlullah'ın dininin unutulan öğretilerini, çiğnenen hükümlerini yeniden ihya etme yolunu açacaktı. İmam Hüseyin bu ikinci yolu seçti.
[1]- Eğanî, 16/68; İbnKesir, 8/436; Tarih-iTaberî, 7/3,13; Tarih-i İbnEsir, 4/40,41; Ikdu'l-Ferid, 4/388
[2]- Ensabu'l-Eşraf, c.4, birinci bölüm, s.l, el-Muaferatu Ke'1-Muharaşe
[3]- «Medine halkı Abdullah b. Hanzala'nın etrafında toplanarak ölünceye kadar kendisine itaat edeceklerine dair ona biat ettiler. Abdullah b. Hanzala onlara şöyle dedi: "Ey insanlar! Allah'tan korkun. Biz gökyüzünden başımıza taş yağmasından korktuğumuz için Yezid'e karşı kıyam ettik. Bu adam kendi babasından çocuğu olan cariyeleri nikâhlıyor, kendi kızları ve kız kardeşleriyle yatıyor. Şarap içiyor ve namaz kılmıyor."» (Zehebî, Tarih-i İslâm, c.2, s.356) Yezid'i yakından gören Medine halkının temsilcileri, onun kendilerine ikram ve ihtiramda bulunmasına rağmen, böyle nitelendirmişlerdir
[4]- Maktel-i Harezmî, c.2, s.58; el-Luhuf, s.69
[5]- Hilâfeti ele geçiren kimseler, halifeyi "Halifetullah" olarak adlandırıyorlardı. Mervan b. Ebu Hafsa, Haşimoğullan'na karşı savaşında Mansur Devanikî'yi savunan Ma'n hakkında şöyle demiştir: «Haşimoğulları'na karşı Halifetu'r-Rahman'ın yanında kılıç sallayıp durdun.» (Murucu'z-Zeheb, 3/286)
İmam Hüseyin (a.s)ın Kişiliğine Kısa Bir Bakış -1
İmam Hüseyin (a.s) Neden Şehadeti Tercih Etti? -1