PEŞAVER GECELERİ:Hz. Peygamber (s.a.a)’in Buyurduğuna Göre Hz. Ali Ümmetin En Bilgini İdi
ONUNCU OTURUM
Bu hadisten daha açık bir nas düşünülebilir mi? İlim isteyen herkesin Ali (a.s)’ın kapısına gitmesini emrediyor. Şimdi seher vaktidir. Bütün gece boyunca bu konu hakkında konuştum, beylerin vaktini aldım, ama siz beni soğuttunuz. Siz de geçmişleriniz gibi doğru söze kulak vermiyorsunuz. Sözümü duymazlıktan geliyor, nasları inkar ediyorsunuz.
Hangi nas ilim nassından daha üstündür? Hangi akıl, din ve bilim ehli, alim olduğu yerde cahile gidilmesini emreder. Eğer ilim ve mantıkta dünyada böyle bir söz söyleyen varsa, biz de sizin mantığınıza uyarız. Eğer böyle bir söz yoksa o halde sizin de bütün ilim ehlinin mantığı olan bizim mantığımıza teslim olmanız gerekir. Hz. Ali (a.s) ümmetin en alimi olduğu için ilim, akıl ve mantık gereğince ona uymamız gerekir.
Büyük alimlerinizden Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Harezmi, Menakıb’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Nuzul’ul- Kur’ân fi Ali’de, Hace Kelan Belhi, Yenabi’de, Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddet’ul- Kurba’da, hatta İbn-i Hacer, Savaik’de, Peygamber (s.a.a)’in defalarca şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Ümmetimin en alimi, Ali bin Ebi Talip’tir.”
Sahabeden hiç kimse Hz. Ali (a.s) nin dengi değildi. Nitekim İbn-i Meğazili, Menakıb’da, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de, Himvini, Feraid’de, Şeyh Süleyman Hanefi, Yenabi’nin 14. babında Kelbi’den naklen Abdullah bin Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir:
“Peygamber (s.a.a)’in ilmi Allah’ın ilmindendir. Ali (a.s)’ın ilmi de Peygamber (s.a.a)’in ilmindendir. Benim ilmim de Ali (a.s)’ın ilmindendir. Benim ve sahabenin ilmi Ali (a.s)’ın ilmi karşısında yedi denizde bir damla su mesabesindedir.”
Hakeza Hz. Ali (a.s) Nehc’ul- Belağa’nın 108. hutbesinde şöyle buyuruyor: “Biz nübüvvet ağacıyız, risaletin indiği aileyiz, meleklerin gidip geldiği odağız, ilim madeni ve hikmet kaynağıyız.”
İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 2, s. 236’da bu hutbenin şerhinde şöyle diyor: “Bu mesele Hz. Ali (a.s )’da gerçekten zahirdir. Zira Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:
“Ben ilim şehriyim Ali de onun kapısıdır; şehre girmek isteyen kapısından girmelidir.”
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.”
Hüküm meselesi büyük bir ilmi gerektirir. Hz. Ali (a.s)’ın ilmi makamı beyan edilemeyecek derecede yücedir. Hiç kimsenin düşüncesi ona ulaşamaz. Hatta yaklaşamaz. Bu yüzden; “Ben ilmin madeniyim ve hikmetin kaynağıyım” demesi gerçekten kendisine yaraşır. Peygamber (s.a.a)’den sonra bu yüce makama Hz. Ali kadar hiç kimse layık değildi.”
İbn-i Abdulbirr, İstiab c. 3, s. 38’de, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul, s. 23’de, Kadı İyci ise Mevakıf, s. 276’da, Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.”
Hakeza Suyuti, Tarih-u Hulefa s. 115’de, Hafız Ebu Naim, Hilyet’ul- Evliya, c. 1, s. 65’de, Muhammed Cizri, Esne’l- Metalib, s. 14’de, Muhammed bin Sa’d, Tabakat, s. 459’da, İbn-i Kesir, Tarih-u Kebir c. 7, s. 359’da, İbn-i Abdulbirr, İstiab, c. 4, s. 38’de Ömer’den şöyle rivayet etmektedir: “Ali bizim en iyi hüküm verenimizdir.” Yani Ali hüküm hakkında hepimizden daha evladır.
Hakeza Yenabi’ul- Mevedde s. 69’da, Durr’ul- Manzum’un sahibi, İbn-i Talha’dan şöyle rivayet etmektedir: “Bil ki bütün semavi kitapların sırları, Kur’ân’dadır, Kur’ân’da olan her şey de Fatiha’dadır. Fatiha’da olan her şey ise besmelededir. Besmelede olan her şey de Besmelenin “ba” harfindedir. Besmelenin “ba” harfindeki her şey de “ba” harfinin altındaki noktadadır. Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur:
“Ben, ba harfinin altındaki noktayım.”
Hakeza Süleyman Belhi Yenebi’ul- Mevedde’de, İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet ediyor: “Mehtaplı bir gecede Ali (a.s) elimden tutarak beni Baki mezarlığına götürdü. Yatsı namazından sonra bana şöyle buyurdu: “Oku ey Abdullah!” Ben de Bismillahirrahmanirrahim’i okudum. Hz. Ali (a.s) bana besmeledeki “ba” harfinin sırları hususunda güneş doğana kadar konuştu.”
Şii ve Sünni alimlerin ittifak etmiş olduğu üzere Hz. Ali (a.s) ashap arasında eşsiz biriydi. O gayb esrarının alimi ve Peygamberlerin ilminin varisiydi. Nitekim Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de Harezmi Menakıb’da, Süleyman Belhi Hanefi, Yenabi’ de, İbn-i Talha Halebi’nin Durr’ul- Manzum’undan naklen Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Benden gayıpların sırrını sorun; ben nebilerin ve peygamberlerin ilminin varisiyim.”
Hakeza imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’de Hz. Ali (a.s)’ın minberde şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:
“Beni kaybetmeden bana sorun. Bana göklerin yolunu sorun. Şüphesiz ki ben göklerin yolunu yerin yolundan daha iyi biliyorum.”
Bugünkü gibi ilmin gelişmediği o günlerde, böyle bir iddiada bulunmak gayb ilmine sahip olmanın en büyük delilidir. Nitekim defalarca bu konuda sorulan sorulara Hz. Ali (a.s) cevap veriyor, göklerin ve galaksilerin durumunu haber veriyordu.
Batlamyus’un astronomi ilminin hakim olduğu bir dönemde günümüz astronomi ilmine uygun cevaplar vermek başlı başına büyük bir mucizedir.
Nitekim büyük muhaddis Ali bin İbrahim Kummi (Saffat suresinin tefsirinde), Şeyh Fazıl Muhaddis Fahruddin bin Tureyh-i Necefi 300 yıl önce telif etmiş olduğu Mecma’ul- Bahreyn kitabı Kevkeb sözcüğünde ve Allame Meclisi Bihar’ul- Envar c. 14, es-Sema ve’l Alem’de Hz. Ali (a.s )’den şöyle rivayet ediyorlar:
“Gökteki bu yıldızlar da yeryüzündeki gibi birer şehirdir.”
Allah rızası için insaflı olunuz. Yeni astronomi ilminin olmadığı ve Batlamyus komik görüşünün hakim olduğu bir zamanda gökteki yıldızların göklere çakılmış birer çivi olduğunun sanıldığı bir dönemde, özellikle de teleskopların bulunmadığı bir zamanda, bugünkü astronomi bilginlerinin görüşlerine mutabık görüşleri bin yıl öncesinde haber veren birisi gayb ilmini bilmiyor olabilir mi? Onun verdiği haberleri gayptan haberler saymıyor musunuz? Eğer büyük alimlerin kitabında yer alan Ehl-i Beyt (a.s)’dan menkul bu rivayetleri gaybten haberler olarak kabul etmezseniz, haksızlık etmiş olur, bağnazlığını göstermiş olursunuz. Zira bu rivayetler bizzat bu önemli hadiseye delalet etmektedir.
Bugün gelişmiş teleskoplarla dahi görülemeyen astronomik gerçekleri haber vermek şüphesiz ki gaybten haber vermektir. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’ın gaybi bildiğini kabul etmemiz gerekir. Zira o çağdaş teknolojik aletlere sahip olmadan doğal gözleriyle melekutu keşfetmiş, göklerde seyretmiştir. Şüphesiz bin yıl önce verilen bu haberleri duyan herkes haber verenin, gaybı bildiğini tasdik edecektir.
İzin verirseniz başımdan geçen bir olayı sizlere aktarmak istiyorum. Basra’da bir gemiye bindim. Geminin birinci sınıf odalarında üç yataklı bir kamarada kaldım. Tesadüfen Fransız doğu bilimci Misyo Juen de aynı kamarada kalıyordu. Fransız olduğu halde Arapça ve Farsça’yı çok iyi biliyordu. Dolayısıyla kısa sürede tanışıp ilmi ve dini konularda görüş alış verişinde bulunduk. Elbette ben görevim gereği ona İslâm dinin apaçık gerçeklerini ve hak Caferi Mezhebini tanıtmaya çalıştım. Bir gün bana şöyle dedi: “İslâm dininde diğer dinlerde olmayan bir takım özelliklerin olduğunu kabul diyorum. Zira İslâm her yerde ve işte itidali emretmiştir. Ama unutmayın ki Hıristiyan Avrupalılar pratik ilmi keşifleriyle öne geçmiş ve dünyayı ilmi açıdan minnet altında tutmuştur.
Davetçi: Batılıların ve diğerlerinin ciddi bir şekilde bir takım ilmi gerçekleri keşfettiği hususunda hiç kimse şek ve şüphe edemez. Bunu herkes kabul etmektedir. Ama ilmi medeniyetin kaynağının nereden alındığına bakmak gerekir. Onların ilim ve fendeki üstatları kimdir? Siz de büyük bir bilgin olduğunuz için Batılıların ilim ve fen kaynağının Hıristiyanlık değil, İslâm ve Müslümanlar olduğunu tasdik edersiniz. Çünkü Batılılar daha Miladi 8. Asıra kadar barbarlık ve karanlıklar içinde yaşıyorlardı. Halbuki o zamanlar Müslümanlar ilim ve sanatın bayraktarıydı. Nitekim Fransız Ernest Renan, İngiliz Charleyl ve Alman Nuermal gibi büyük bilginleriniz bunu açıkça itiraf etmişlerdir.
Bu seferde Kazimeyn’de Muhammed Hüseyin Han’ın evinde kaldım. Yıllardır Kerbela ve Kazimeyn’de oturan bu zat Avrupalıların İslâm medeniyeti hakkındaki itiraflarını konuşunca şöyle dedi: “Son zamanlarda Urduca’ya tercüme edilen Fransız bilginlerinden birinin kitabını getirdiler. Oldukça güzel olan Temeddun’ul- Arap adlı bu kitabı Hindistanlı Seyyid Ali Belgirami tercüme etmiş. Oldukça kalın, detaylı ve delillere dayanan bir kitaptır. Batılı birçok bilgin tıp hukuk, ekonomi ve diğer dallarda yazdıkları kitaplarda batılıların ilim, medeniyet, sanat, edep, muaşeret, mülki ve idari teşkilatlar, ferdi ve sosyal örgütlenmelerin hepsinin yüce İslâm dininden ilham aldığını itiraf etmişlerdir.
Misyo Juen: Evet o kitabı Fransız Gustavlobon Paris’te bana verdiler. Gerçekten çok güzel yazılmış, büyük zahmet çekilmiş.
Davetçi: O kitabı Nevvab Beyden emanet aldım. Urduca bilmediğim için Kazimeyn’de bulunduğum on gün içinde bu kitabın ikinci bölümünü Sadık Han’a tercüme ettirdim ve ona teşekkür ettim. Bu tercüme edilmiş sayfaları Misyo Juen’e okudum ve şöyle dedim: “Bakınız makam ve mevkisini sizin de tasdik ettiğiniz bu Fransız bilgini bu konuda itirafta bulunarak şöyle diyor:
Gustavlobon’un İslam Medeniyetinin Batıdaki Etkisi Hakkındaki Sözü
“İslâm medeniyeti doğuda etkili olduğu kadar batıda da etkili olmuştur. Avrupalılar bu vesileyle medenileşmiştir. Bu medeniyetin batıdaki etki derecesini öğrenmek istersek, medeniyetin girmediği dönemde Avrupalıların durumuna bakmak gerekir. M. 9 ve 10. Asırlarda İslâm medeniyeti Avrupa’da doruklara tırmanmıştı. O dönemde batıda sadece cahil papazların idare etmiş olduğu ve insanları hurafelere sürüklediği kilise dışında hiçbir ilmi merkez yoktu. 12. Asırda ilim ve bilgi peşinde koşan kimseler için yegane sığınak İslâm ve Müslümanlardı. Bu kişiler Endülüs’e gidip Müslümanların medreselerinde okudular ve birer bilgin oldular. Bütün ilim ehli Müslümanlara minnet borçludur. Gerçekten Müslümanlar ilim ve bilgiye çok büyük hizmetler ettiler ve dünyada büyük bir ilerleme sağladılar. Müslüman Arapların, biz batılıların boynunda büyük hakları vardır. Dolayısıyla batı medeniyetini İslâm medeniyeti olarak adlandırmak gerekir.”
Bunlar sizin meşhur Fransız bilgininin sözleridir. Siz de diğer batılılar gibi ilim, sanat ve keşiflerle övünüyorsunuz. Ama lütfen Avrupa’nın eski tarihine ve İslâm’dan önceki Arabistan yarımadasına bir göz atın, böylece apaçık gerçekleri keşfedin. Sizin Avrupa hatta bugün medeniyetin beşiği sayılan Paris’in barbarlık içinde yaşadığı bir dönemde Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar vasıtasıyla ilim, medeniyet ve sanat Arabistan yarımadasından dünyaya yayılıyordu. Apaçık gerçeği keşfetmeniz için sizlere kısa olarak Avrupalıların ve Müslümanların medeniyet tarihini aralamaya çalıştım.
Harun’un Müslümanların Yaptığı Saati Hediye Olarak Şarlıman’a Göndermesi
Sizin de bildiğiniz gibi M. 7-8. Asırlarda Fransız İmparator Şarlıman vasıtasıyla Avrupa düzene girmeye başladı. Şarlıman Bağdat’taki Abbasi halifesi Harun Reşid’le ilişkiye geçince, karşılıklı hediyeleştiler. Harun’un gönderdiği hediyeler arasında mücevherat, elbiseler, dokuma kumaşların yanı sıra, bir de Fransızların saray kapısına astırdığı büyük bir saat vardı. Bu saati Müslüman sanatçılardan birisi yapmıştı. Bu saat büyük altın camın üzerine düşen tanelerin çıkardığı bir sesle 24 saati gösteriyordu. Fransız bilginleri hatta bütün Paris ahalisi, bu büyük şaheserin gerçeğini bir türlü anlayamamışlardı. Bunu Gustavlobon ve diğer batılı bilimciler kaydetmişlerdir.
İslâm medeniyeti karşısında Avrupa medeniyetini anlamak için Şarlıman’ın zamanını ve Müslümanların saat yapma olayını dikkatlice incelememiz gerekir. Rivayet edildiğine göre saat sarayın kapısına asılıp üzerindeki örtü indirilince, Paris halkı saatin hareketlerini görünce ellerindeki aletlerle saraya saldırmıştı. Şarlıman’a halkın saraya karşı saldırıya geçtiğini haber verdiler.
Şarlıman’ın emriyle saray kapıları kapatıldı ve bu saldırının nedenini öğrenmek için saraydaki bilginleri ve vezirleri gönderdi. Yapılan araştırmalar sonunda halkın saltanat makamına değil, saate saldırdığı öğrenildi. Çünkü onlara göre o saat keşişlerin yıllardır anlattığı ve insanları korunmaya davet etmiş olduğu şeytanın kendisiydi. Bilginler daha sonra halkı aydınlatarak, oradan ayrılmasını sağladılar.
O halde Müslümanların Avrupalılardan geri olduğunu söylemeyin. Batılılar Endülüs, Kurtuba, İşbiliye, İskenderiye, Bağdat ve diğer ilim ve sanat merkezlerinde ilim öğrenip bunları pratik hayata geçirmeye çalıştıkları gün Müslümanlar gerilemeye başladılar. Müslümanlar mağrur ve tembel oldular, dondular, gerilediler ve bugünkü hale geldiler. O zaman bizim her şeyimiz vardı. Ama bugün hiçbir şeye sahip değiliz. Hafız’ın dediği gibi:
Yıllarca gönül cam-ı cem talep etti,
Şimdi sahip olduğunu yabancıdan talep etti.
Bundan da öte sizin ilmi ve teknolojik gelişmelerinizin Hıristiyanlıkla bir ilişkisi yoktur. Aksine Müslümanların ilmi bereketleri ve batılı insanın çalışkanlığı sayesinde bu duruma ulaşmışlardır.”
Bu konuda uzun uzadıya sohbet ettik. Sonunda laf buraya gelince şöyle dedim: “Müslümanların önderlerinin dünyadaki meşhur bilginlerle farkı, bunların araçlarla keşif yapması, onların ise araçsız keşif yapmasıdır. İddiamı ispat etmek için de Ehl-i Beyt (a.s)’dan mikroplar ve gözle görülemeyen varlıklar hakkında birkaç hadis aktardım. Mikroskopların olmadığı 1300 yıl önce Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarımız doğal gözleriyle bu gözle görülemeyen varlıkları ve mikropları görmüş, bize tanıtarak onlardan korunmamızı sağlamıştır.
Siz bugün modern teleskoplarla uzaydan haberler vermekle ve uzay araştırmaları yapmakla övünüyorsunuz. Halbuki bizim ikinci önderimiz Hz. Ali (a.s) on üç asır önceden, hem de hiçbir teleskop ve modern aletler olmadan bütün bu bilgileri aktarmış ve oralardan haber vermiştir. Nitekim Hz. Ali (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Bu gökteki yıldızlar da yeryüzündeki şehirler gibi birer şehirlerdir.”
Misyo Juen biraz düşündükten sonra bu rivayeti not aldı ve şöyle dedi: “Lütfen bu rivayeti kaydeden kitapların ismini söyleyin de yazayım.” Ben söyledim, o da yazdı. Sonra şöyle dedi:
“Paris ve Londra’da dünyanın en büyük kütüphaneleri vardır. Her kitabın el yazması orada vardır. Ben önce Londra’ya, sonra da Paris’e gidip oradaki kitapları dikkatlice inceleyeceğim. Doğubilimcileriyle bu konuyu görüşeceğim. Sizin dediğiniz bu kitaplar gerçekten de teleskopların bulunmasından önceki tarihlerde basılmışsa, sizlere söz veriyorum, İsa ve Muhammed’in Rabbi de aramızda şahit olsun ki araştırdıktan ve anladıktan sonra Müslüman olacağım. Çünkü bu haberleri bin yıl öncesinden veren kimse mutlaka melekuti gözlere ve İlahi bir güce sahip bir kimse olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir öndere sahip olan İslâm dini, hak bir dindir ve İslâm Peygamberi (s.a.a)’in halifesi de insan üstü ilmi bir güce sahiptir.”
Beyler yabancılar görmeden ve tanımadan, buğz ve sevgiye kapılmadan sadece ilmi kaideler esasınca böyle hükmettiklerine göre, biz ve sizler bu yolu daha iyi bir şekilde kat etmeli ve bu iki kaide üzere mezkur şartları haiz bulduğumuz herkese uymalıyız.
Hakeza Peygamber (s.a.a)’in hilafeti konusunda da basiretle bakar, bağnazlıktan uzaklaşır ve adetlerimizden el çekersek, sahabe arasında Hz. Ali (a.s )’den daha zahit, alim, faziletli ve soylu bir kimsenin olmadığını açıkça görürüz. Zira Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’den sonra bütün fazilet ve kemallerin sahibi biriydi. İlklerin ve sonların ilmi onun nezdindeydi. Hikmet, kelam, tefsir, kıraat, sarf, nahiv, fıkıh, hendese, tıp astronomi, sayı, cifr, hesap, şiir, hutbe, öğüt, bediy, fesahat, lügat ve kuşların dili ile ilgili bütün ilimler Hz. Ali (a.s)’da bitiyordu.
Bütün bu ilimleri, ya bizzat icat etmiş veya teşrih etmiştir. Her ilimde özel bir beyanda bulunmuş, o ilmin ehli olanlar o kelamı kaynak göstermiş ve sonradan o ilim hakkında söyledikleri o kaynak sözlerin beyanı olmuştur.
Örneğin: Ebu’l- Esved De’li’ye nahiv ilmiyle ilgili olarak kelimenin isim, fiil ve harf diye üçe ayrıldığını, bab-ı inne, bab-ı izafe, bab-ı imale, bab-ı lügat ve atfın kaidelerini, i’rabın ötre, üstün, esre ve cezm diye dörde ayrıldığını bizzat O öğretmiştir.
İbn-i Ebi’l- Hadid’in Hz. Ali’nin İlmi Makamını İtirafı
Eğer İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi kitabının önsözünü okuyacak olursanız, bu insaflı alimin bütün bunları itiraf ettiğini, Hz. Ali (a.s)’ın ilmi makamını övdüğünü ve s. 6’da açıkça şöyle dediğini görürsünüz:
“Bütün faziletlerin kendine isnat edildiği ve grubun faziletlerinin kendisinde noktalandığı biri hakkında ne diyebilirim! Her grup faziletini ondan alıp cezb etmiştir. Faziletlilerin reisi odur. Zira her fazilet ondan kaynaklanmış, fazilet burhanları ve hüccetleri ondan akmıştır. Yarış meydanında yarışı kazanan odur, her faziletin neticesinin kaşifi odur, ondan sonraki faziletler de ona isnat edilir, onunla fazilete iktifa edilir ve ona uymak gerekir”
Ebu Hanife, imam Malik, imam Şafii ve imam Hanbel’in ilmini Hz. Ali (a.s)’a dayandırmakta ve şöyle demektedir: “Sahabenin fakihleri de fıkhını Hz. Ali (a.s)’dan almıştır.”
Bu akşam oturumumuz çok sürdüğü için o aliminizin bütün sözlerini rivayet ederek sizi meşgul etmek ve bundan daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin önsözüne müracaat ederseniz bu aliminizin Hz. Ali (a.s) hakkındaki tanıklık ve itiraflarına şaşırırsınız. Bir yerde şöyle diyor:
“Ali çok ilginç bir insandır, hayatı boyunca “bilmiyorum” dememiştir. Bütün ilimler her zaman onun yanında hazır idi. Bu da başlı başına bir mucizedir. Zira böylesine kaideleri bilmek ve istinbatta bulunabilmek beşerin güç yetirebileceği bir iş değildir.”
Eğer alimlerinizin de rivayet etmiş olduğu ve onayladığı Hz. Ali (a.s)’ın gaiple ilgili verdiği ve asırlar sonra da olsa gerçekleşen haberleri sayacak olursak, sabaha kadar bitiremeyiz. Bu anlattıklarım gerçeklerin onda biri bile değildir, bundan daha fazla vaktinizi almak istemiyorum.
“Eğer evde biri varsa, bir tek söz yeter!”
Dediklerimizi delil ve burhan üzere bilmeniz için zan edersem bu naklettiğim örnekler yeterlidir.
Hz. Ali (a.s)’ın gaybi ilminden perdelerin kalktığı ve herkesin onun gaybi bildiğini anladığı günlerden biri de Hz. Hüseyin’in doğum günü olan yarınki gibi bir gündü: “İnsanlar Peygamber (s.a.a)’in yanına gelip Hz. Hüseyin’in doğum gününü tebrik ediyorlardı. İçlerinden biri şöyle dedi: “Annem babam sana feda olsun ey Allah’ın resulü, bugün Ali’den ilginç bir şey gördüm.”
Peygamber (s.a.a); “Ne gördün?” diye sorunca şöyle dedi: “Biz de tebrik için gelince bize engel olup; “Yüz yirmi bin melek gökten inmiş, Peygamber (s.a.a)’i tebrik ediyorlar, şu anda Peygamber (s.a.a)’in huzurundadırlar.”
Biz de şaşırdık doğrusu. Ali onları nereden saymış ve nasıl haber vermişti? Yoksa siz mi ona söylediniz?” Peygamber (s.a.a) tebessüm ederek Ali (a.s)’a sordu: “O kadar meleğin yanımda olduğunu nereden bildin?”
Hz. Ali (a.s) şöyle arz etti: “Annem babam sana feda olsun, sana nazil olup selam söyleyen meleklerin her biri seninle apayrı bir dille konuşurdu, ben saydım tam 120 bin dille konuştular. Buradan da 120 bin meleğin size geldiğini anladım.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebi’l- Hasan, Allah-u Teala ilmini ve hilmini artırsın.”
Daha sonra ümmetine dönerek şöyle buyurdu: “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Allah-u Teala’nın Ali’den daha büyük bir haberi ve ayeti yoktur. Ali halkın İmamı, Allah’ın en hayırlı emin halifesi ve Allah’ın ilminin hazinesidir. Ali ilimde derinleşendir ve Allah’ın; “Zikir ehline sorun” diye buyurduğu zikir ehlidir. Ben ilim hazinesiyim; de o hazinenin anahtarıdır. Hazineyi isteyen anahtara doğru gelmelidir.”
İnsaf Üzere Yargılamak Gerekir
Beyler eğer biraz insaflı olur ve adetlerinizden uzaklaşırsanız, temiz kalbinizle Hz. Ali (a.s)’ın enbiyanın bütün ilmine, gayb sırlarına sahip olduğunu, Peygamber (s.a.a)’in tam aynası olduğunu, bütün güzel sıfatlara, adalet makamına, takvaya ve ismete sahip olduğunu tastık edersiniz. Peygamber (s.a.a) onun kapısına gidilmesini emretmiş, itaatini kendine itaat, muhalefetini de kendine muhalefet saymıştır. Züht, takva, soy açısından insanların en üstünüydü. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) onu muttakilerin İmamı saymıştır. Önceki geceler naklettiğim rivayetler esasınca da Hz. Ali (a.s) hilafet ve imamet makamına diğer bütün sahabeden daha layıktı. Sahabenin de kendine has faziletleri vardır. Ama biz en üstün, en kamil ve en çok öncelik hakkına sahip olan kimseden söz ediyoruz.
Eğer bütün sahabe ve Peygamber (s.a.a)’in yakınları arasında Hz. Ali (a.s )’den fazilet, kemal, zahiri ve batını sıfatlar açısından üstün birini gösterecek olursanız, biz de teslim oluruz. Eğer böyle birini göstermezseniz, o zaman siz apaçık gerçeğe teslim olmalı, halka aldırmayarak hakkı kabul etmelisiniz.
(Bu esnada ellerimi göğe kaldırarak şöyle dua ettim:) Allah’ım! Sen şahit ol ki ben hakkı eda ettim, buğz ve sevgiye kapılmadan dini görevimi yerine getirdim, Şia’yı savundum, düşmanların iftiraları karşısına apaçık gerçeği açığa çıkardım ve sadece senden yardım diliyorum.
Nevvab’ın Şialığı Kabul Etmekle İlgili Sözleri
Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Artık vakit geçtir, huzurlarınızda feyizlendik ve iki tarafın da delillerini dinledik. Biz de bir kaç kişi olarak bütün geceler boyunca toplantılara katıldık, burada konuşulan konuları kendi aramızda dikkatlice inceledik, araştırdık. Allah-u Teala’ya şükürler olsun ki sizin vesilenizle hidayeti bulduk, apaçık gerçeği gördük. Hayatımızda duymadığımız delilleri duyduk. Şia’nın hak mezhep olduğuna yakin ettik. Muhalifler her ne kadar onları müşrik, kafir ve Rafızî saysa da biz Şia’nın gerçek İslâm olduğunu anladık.
Sadece burada olan bizler değil, buradaki konuşulanların yazıldığı gazete ve dergileri okuyan birçok insan gerçekleri görmüş, apaçık gerçeklere teslim olmuşlardır. Elbette sadece bazıları işleri gereği veya makamları hasebiyle bunu açığa vuramamış, bizim nezdimizde itiraf etmiş oldukları halde takıyye etmişlerdir. Siz bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmadınız. Herkesin anlayacağı bir dille apaçık gerçekleri beyan ettiniz.
Ama burada olan bizler hiç kimseden bir korkumuz olmadığı için açıkça Şii olduğumuzu beyan ediyoruz. Kaç gecedir perdeyi kaldırıp kendimizi tanıtmak istedik. Ama bir türlü fırsatını bulamadık. Buna rağmen her gece basiretimiz daha da arttı. Güçlü delillerinizi duyunca, inançlarımız daha da sabitleşti.
Müsaade ederseniz ikrarımızı duyun, bize şeref verin, adımızı Hz. Ali (a.s)’ın ve On iki hidayet İmamlarının defterine yazın. Şii camiası da bizleri kardeşleri olarak kabul etsin. Allah’ın adalet mahkemesinde de bizim ilim ve yakin üzere Peygamber (s.a.a)’in halifesi ve vasileri olan on iki İmama iman ettiğimize şahitlik edin.
Davetçi: Sizin gibi seçkin insanların basiretinin açılması, apaçık gerçekleri görmesi ve akıl nuruyla idrak edip doğru yola girmesi beni çok sevindirdi. Bu doğru yolu bizzat Peygamber (s.a.a) emretmiştir. Nitekim Ahmed bin Hanbel Müsned’de, İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de, İbn-i Meğazili, Fezail’de, Harezmi, Menakıb’da, Süleyman Hanefi, Yenabi’de ve diğerleri kendi kitaplarında Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Ali’nin yolu haktır; ona sarılalım.”
İnşaallah diğer kardeşlerimizde adet ve bağnazlıktan çıkar, gözlerindeki perdeler kalkar, hak ve gerçekler açıkça ortaya çıkmış olur.
Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Çektiğiniz zahmetler ve bize güzel ahlakla verdiğiniz cevaplardan dolayı sizlere teşekkür ederiz. Kalbimizin köşesinde duran bir sorumuza da cevap verirseniz bizi çok sevindirir, inançlarımızın pekişmesine sebep olursunuz.
Davetçi: Rica ederim buyurun, siz sorun ben cevap vereyim.
Nevvab: On iki İmam’ın imameti ve isimleri hakkında sormak istiyorum. Çünkü bütün bu geceler daha çok Hz. Ali (a.s) hakkında konuştunuz. Kur’ân’da bizlere on iki İmamın imametini gösteren bir ayet var mıdır?
Ayrıca bizim kitaplarımızda on iki İmamın ismi yer almış mıdır? Kalbimizin tatmin olması için cevap verirseniz memnun oluruz.
Davetçi: Sorduğunuz soru yerinde ve önemli bir sorudur. Cevabı da hazırdır. Ama vakit çok geç oldu. Bu sorunun cevabı da uzun süreceğe benziyor. Eğer izin verirseniz yarın akşam gelin, sizlere cevabını vereyim veya yarın sabah cevap vermeye çalışırım.
Yarın Hz. Hüseyin’in kutlu doğum yıldönümüdür. Yarın sabah öğlene kadar Risaldar Hüseyniyesi’nde bir kutlama merasimi var. Orada sizin bu sorunuza cevap vermeye çalışacağım.
Nevvab: Çok memnun oluruz, daha fazla sizi rahatsız etmek istemiyoruz. O halde izin verirseniz bu nurani toplantılarınızdan feyizlenen kardeşlerimizi size tanıtmak istiyorum.
Davetçi: Büyük bir istekle değerli kardeşlerimi muhabbetle kucaklıyorum.
Altı Kişinin Teşeyyü Mektebine Girmesi
Nevvab: La ilahe illallah Muhammed Resulullah bayrağı altında Hz. Ali (a.s)’ın ve diğer on bir İmamın hilafet ve imametini kabul eden kardeşlerimiz şunlardır.
1- Bendeniz Abdulkayyum. 2- Seyyid Ahmed Alişah. 3- Gulam İmameyn (Muhterem tacirlerden). 4- Gulam Haydar Han (Sınır eşrafından). 5- Abdulahad Han (Pencab’ın muhterem tüccarlarından). 6- Abdussamed Han (Meşhur zenginlerden).
(Bütün bu beyler bana doğru geldiler, ben de meclistekilerle birlikte ayağa kalktım, hepsini muhabbetle kucaklayıp öptüm, sonra da ardından bütün meclistekiler onlarla kucaklaştılar. Ehl-i Sünnet kardeşlerin üzüldüğünü görünce gönüllerini almak için şöyle dedim: “Bu gece bayram akşamıdır. İslâmi emirlere göre Müslümanlar birbiriyle tokalaşmalı ve sarılmalıdırlar. Bunun büyük sevabı vardır. O halde kalkıp her birlikte tokalaşalım sarılalım.” İlk önce Hafız Şeyh Abdusselam ile, daha sonra da diğer kardeşlerle tokalaştık, hepsinin tek tek alnından öptüm. Ardından tatlı ve şerbet ikramı yapıldı. Böylece tatlı sohbetlerle mecliste büyük bir sevinç havası yaratıldı. Kalplerde olan kırgınlıklar ve üzüntüler giderildi.
Hafız: Sahip (Cenap)! Sizinle olduğumuz bu gecelerde ömür boyu unutamayacağımız büyük lezzetler aldık. Özellikle beni minnettar ettiniz. Allah-u Teala ve ceddiniz sizlere mükafat versin. Gerçekten birçok gerçekleri ortaya koydunuz. Önceki gecelerde dediğim gibi beni uyandırdınız. Gerçekten ben o ilk geceki insan değilim. Sizin her türlü şüpheden uzak delillerinizi duyan insaflı ve akıllı herkes mutlaka uyanacak, kendine gelecektir. Özellikle de ben çok istifade ettim. İnşaallah Ehl-i Beyt (a.s) velayeti yolunda bu dünyadan göçer ve Peygamber (s.a.a) huzuruna yüzü ak çıkarım. Sizinle daha çok konuşmak isterdim. Ama vakit çok geç oldu. Birçok şahsi işlerimiz duruyor. Biz de iki gece için gelmiştik. Ama çok sürdü. Bu gece son gecemiz olsun. Yarın tirenle hareket edeceğiz. Bizim bölgemize de gelirseniz sizden çok istifade ederiz.
Davetçi: Bildiğiniz gibi ben de sizinle birlikte samimiyet içinde inat ve taassuptan uzak muhabbet ettim. Sizlere büyük bir ilgi ve alaka duydum. Sizlere engel olmak istemiyorum. Ama inanın gideceğinizi duyunca çok rahatsız oldum. Büyük ariflerden biri şöyle diyor:
Ben ünsiyet ve vuslata karşıyım.
Çünkü her vuslattan sonra ayrılık gelir.
Hz. Ali de kendine mensup olan Divan’ında şöyle buyuruyor:
Gence ölüm zordur diyorlar.
Vallahi dostlardan ayrılık daha zordur.
Bu on gece gerçekten beylerden, özellikle de sizden asla unutama-yacağım birçok şeyler öğrendim. Ama “söz sözü açar” babından konuşmamız çok uzun sürdü. Her akşam altı yedi saatten fazla vaktinizi aldım. Lakin özellikle oturumlar boyunca Kur’ân-ı Kerim ve hadis rivayet ettiğimiz ve cahilce inat ve bidat şeylerden uzak kaldığımız için ibadet etmiş olduk. Ama insan nisyanla malûldür. Eğer benden taraf bilmeden bir saygısızlık veya rahatsızlık olmuşsa sizlerden af diliyorum. Lütfen dualarınızdan beni de eksik etmeyin.
Hafız: Söz güzelliğiniz, lütfünüz, herkesçe malumdur. Hiçbirimiz size kırgın değiliz. Sizin güzel ahlak ve edebiniz hepimizi cezb etti. Sözünüzün uzamasından ise hiç kimse sıkılmadı. Sizin güzel beyanınız ne kadar uzun da sürse asla usandırıcı değildir.
Davetçi: Siz beylere teşekkür ederek bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Yarın ümmetin kurtarıcısı ve Peygamber (s.a.a)’in gülü Hz. Hüseyin’in kutlu doğum günüdür. Şii kardeşlerimiz tarafından Risaldar Hüseyniyesi’nde bir kutlama merasimi vardır. Hepinizi, bütün Ehl-i Sünnet kardeşlerimi samimice oraya davet ediyorum. Peygamber (s.a.a)’e olan özel ilginiz ve Hz. Hüseyin’in ruhunu sevindirmek için siz Ehl-i Sünnet kardeşler de teşrif ediniz. Sizin bu merasime katılmanız herkesi sevindirecektir. Bildiğiniz gibi Şii ve Sünni kardeşlerin bu merasime katılması Müslümanların düşmanlığını isteyenleri hayrete düşürecektir.
Bu kitabı Cemadi’s- Sani 1374’de bitirdim.
Bendeniz fani kul Muhammed Musevi
(Sultan’ul- Vaizin Şirazi)
PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali (a.s)’ın En Bilgin ve En Faziletli Oluşu
PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali’nin “Bana Sorun” Sözü Hususunda Ehl-i Sünnet Hadisleri