PEŞAVER GECELERİ:Peygamber (s.a.a)’in Ümmeti Hz. Ali’ye İtaat Etmeye Emretmesi
ONUNCU OTURUM
Hırsız ve Ziyaretçiler Hikayesi
Evvela; Hz. Ali (a.s)’ın kendi rızayetiyle hilafeti kabul ettiğini beyan ettiniz. Burada aklıma bir şey geldi, örnek olsun diye arz edeyim. Eskiden İran’da meşrutiyetin ilk yıllarında yollar eşkıyalar tarafından emniyetsiz hale geldiği için mukaddes mekanların ziyaretçileri zorlukla gidip geliyorlardı. Ziyaret kervanı yolda hırsızların saldırısına uğruyor, esir alınıyor, malları paylaşılıyordu. İşte bu kervanların birinde yaşlı bir hırsız, mallar arasında kefen görünce sahibine bunun ne olduğunu sordu. Ziyaretçi o kefenin kendi malı olduğunu söyledi.
Hırsız; “Benim kefenim yok, bu kefeni bana bağışla ki helal olsun.” dedi.
Adam; “Bütün malım sizin olsun. Ama kefeni bana veriniz; çünkü ömrümün sonudur, bunu zorla aldım. Bu benim ümit vesilemdir” dedi.
Hırsız ne kadar ısrar ettiyse de adam vermedi. Hırsız kırbacı çekerek vurmak istedi ve; “Helal edinceye kadar seni döveceğim” dedi.
Biraz kırbaç yiyince zavallı adam; “Tamam helal ettim, annenin sütü gibi helal olsun” diye bağırdı. (Oradakilerin gülüşmesi.)
Elbette af edersiniz teşbihte hata olmaz, ben daha iyi anlayasınız diye bu örneği verdim. Herhalde daha önceki geceler söylediğim kesin tarihi delilleri unuttunuz. Halbuki İbn-i Ebi’l- Hadid, Cevheri, Taberi, Belazuri, İbn-i Kuteybe, Mes’udi ve diğerlerinin de tanıklık etmiş olduğu gibi Hz. Ali (a.s)’in evini ateşe verdiler. Onu başı açık abasız zorla camiye götürdüler, üzerine kılıç çektiler; “Biat et yoksa boynunu vururuz” dediler.
Allah aşkına insaflıca hükmedin, rızayet ve teslimiyetin manası bu mudur? Eğer ortalığı velveleye vererek, kapısını yakarak, kılıç çekerek, tehdit ederek biat almak rıza ve isteğin göstergesiyse, o halde zorbalık ve cebrin manası nedir?
İnşaallah eve gidince insaflıca, gazetelerde yer alan önceki açıklamalarımı bir daha dikkatlice okursanız Hz. Ali (a.s)’ın asla razı olmadığını açıkça görürsünüz. Bizi, o hırsızlar gibi başımıza vurarak “Hz. Ali razı idi” söylemeye mecbur edesiniz o başka.
İkinci olarak; 1300 yılın ardından dikkatli olmamız gerektiğini, kavga etmememiz icap ettiğini söylediniz. Evvela; biz de hiç kimseyle kavga etmedik, etmeyeceğiz. Sadece saldırılar karşısında kendimizi savunuyoruz. Ehl-i Sünnet kardeşler Şiilere saldırıyor, mallarını ve canlarını helal biliyor. Zavallı halka müşrik ve kafir olduğumuzu söyleyince biz de mecburen kafir ve müşrik olmadığımızı, muvahhid ve mümin olduğumuzu ispat etmeye çalışıyoruz.
Dini İnançlar Körü körüne Olmamalıdır
Üçüncü olarak; önceki gecelerde belirttiğim gibi dini inançlar taklit üzere olamaz. Tarihte de yer aldığı üzere dört halife, beyan ettiğiniz gibi sırasıyla hilafete geçtiler. Bizim de körü körüne adet ve geleneklerimiz etkisinde kalarak her şeyi kabul etmemiz asla doğru değildir. Halbuki akli ve nakli deliller de inançların araştırmalara dayanmasını, taklitten uzak olmasını gerektirmektedir.
Yine tekrar edeyim; ümmetin ekseriyeti ve büyük tarihçilerimizin yazmış olduğuna göre Peygamber (s.a.a)’den sonra insanlar ikiye ayrıldı. Bir grubu Ebu Bekir’e biat edilmesi gerektiğini söyledi. Bir grubu da hakkın Ali ile olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’in; “Ali’ye itaat bana itaattir ve Ali’ye muhalefet bana muhalefettir.” buyurarak Ali için Müslümanlardan biat aldığını ifade etti.
O halde hepimiz iki tarafın da delillerini dinlemek, araştırmak ve incelemek zorundayız. Hangisini hak görürsek uyarız. Elbette akıl, nakil ve mantık üzere olan yol haklıdır.
Siz benim, atalarıma uyarak körü körüne Şia mezhebini kabullendiğimi mi zan ediyorsunuz? Hayır Allah’a and olsun ki kendimi tanıdığım günden beri sürekli hakkı araştırdım, önce Allah-u Teala hakkında dikkatli araştırmalar yaptım, materyalistlerin inançlarını gözden geçirdim ve sonunda Allah’a çok şükür tevhidi seçtim. Daha sonra Peygamberlerin risaletini ve davetçilerin yolunu araştırdım. Kitaplarını okuyarak her grubun alimleriyle tartıştım. Sonunda da delil ve burhan üzere ecdadım Resulullah (s.a.a)’in mukaddes dini İslâm’ı kabul ettim.
Peygamber (s.a.a)’den sonrası için de atalarımın etkisinde kalarak körü körüne yola koyulmadım. Şii ve Sünni’nin delillerini inceledim, yüzlerce muhalif kitaplar okudum. Allah’a and olsun ki sizin yüzlerce muteber kitaplarınız arasından Hz. Ali (a.s)’ın hilafet ve velayet gerçeğini tahkik ederek buldum.
İmamet ve hilafet hususunda, Şia alimlerinden çok Sünni alimlerin kitaplarını okuduğumu söyleyebilirim. Zira imametin ispatı noktasında Şii alimlerinin kitabında yer alan deliller, sizin kendi alimlerinizin kitaplarında mevcut olan delillerden daha kamil bir şekilde yer almıştır.
Ama siz maalesef o ayet ve rivayetleri yüzeysel okuyorsunuz. Biz dikkatlice okuyoruz. Siz atalarınıza uyarak Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti hakkındaki apaçık naslar olan ayet ve rivayetleri gülünç bir şekilde tevil ediyor, gerçek manasından uzaklaştırıyorsunuz.
Halbuki sizin kendi alimlerinizin kitabını dikkatlice okuyanlar, ister istemez Hz. Ali (a.s)’ın Allah’ın velisi, Resulullah (s.a.a)’in halifesi ve insanlara hüccet olduğunu tasdik edecektir.
Dördüncü olarak; Tarihçilerin sözüne uyup da Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı Ali’den öne geçirmemiz gerektiğini beyan ettiniz. Sizin bu sözünüz, akil ve nakile aykırıdır. Zira insanla hayvanın farkı, akıl, ilim ve fikirdir; körü körüne atalarını taklit edemez.
Örneğin: Bir müçtehit ölünce, yerine cahil birini geçirdiklerinde halkın körü körüne onu taklit etmesi gerekir mi? Özellikle de o şahsın fıkıh ve ilimden habersiz olduğu anlaşılırsa, akıl ve rivayetin de hükmettiği üzere onu taklit etmek haramdır. Bir alim varken cahili öne geçirmek câiz değildir.
O halde kaideler ve alimlerinizin nakilleri esasınca, Hz. Ali (a.s)’ın, var olan naslara ilaveten ilmi makamı sabit olursa, hilafet işinde önceliği de, akil ve nakil üzere sabit olmuş demektir. Peygamber (s.a.a)’in ilim kapısı olan Ali’den yüz çevirmek, aklen ve naklen kınanmıştır.
Ama tarihi vakıalar yönünden, elbette Peygamber (s.a.a)’den sonra Ebu Bekir’in 2 yıl üç ay, Ömer’in 10 yıl, Osman’ın 12 yıl hilafette kaldığını ve her birinin kendi yerinde bir takım hizmetler yaptığını da kabul ediyorum. Ama bunlar akil ve nakil esasınca da H<. Ali (a.s)’ı gerçekte onlardan sonraya atmamızı gerektirmez. Zira büyük alimlerinizden Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 38. Bab s. 112’de, “Onları tutuklayın çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”[5] ayetinin tefsirinde, Firdevs-i Deylemi’den, Ebu Naim İsfahani’den, Muhammed bin İshak’tan, Hakim’den, Himvini’den, Harezmi’den ve Meğazili’den, İbn-i Abbas, Ebu Said Hudri ve İbn-i Mes’ud vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Onlar Hz. Ali (a.s)’ın velayetinden sorguya çekileceklerdir.”
Hakeza Sibt bin Cevzi Tezkire s. 10’da, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib 62. Babda, İbn-i Cerir o da İbn-i Abbas’dan bu ayetin tefsirinde, velayet hakkında sorguya çekileceklerini rivayet etmiştir.
Peygamber (s.a.a)’in Ümmeti Hz. Ali’ye İtaat Etmeye Emretmesi
Ayrıca; “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.”[6] ayeti gereğince de Müslümanlar Peygamber (s.a.a)’in emrettiğine uymak zorundadır. Peygamber (s.a.a)’in sizin muteber kitaplarınızda da yer alan emirlerine müracaat ettiğimizde, Peygamber (s.a.a)’in ümmet arasında Hz. Ali (a.s)’ı ilim kapısı olarak tanıttığını, itaatini emrettiğini ve ona itaatin kendisine itaat olduğunu beyan ettiğini görüyoruz.
Nitekim imam Ahmed bin Hanbel Müsned’de, İmam’ul- Harem Zehair’ul- Ukba’da, Harezmi Menakıp’ta ve diğerleri kendi kitabında bunu açıkça yazmışlardır. Süleyman Hanefi Yenabi’ul- Mevedde’de, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib’de Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:
“Ey Ensar topluluğu, sizi, benden sonra sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız doğru yola hidayet edeyim mi?”
Halk; “Evet” dediklerinde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Bu Ali’dir, onu seviniz, ona ikram ediniz, ona tabi olunuz; zira Ali Kur’ân’ladır, Kur’ân da Aliyle; o sizi hidayete ulaştırır, helakete götürmez. Size bu söylediklerimi Cebrail bana haber verdi.”
Hakeza önceki geceler senedini de arz etmiş olduğum gibi büyük alimlerinizin rivayet etmiş olduğu üzere Peygamber (s.a.a) Ammar-i Yasir’e şöyle buyurdu:
“Bütün insanlar bir yolda gitse Ali de diğer bir yolda, sen Ali’nin yolundan git ve insanlardan uzaklaş.”
Hakeza birçok defalar farklı mekan ve zamanlarda şöyle buyurmuştur: “Ali’ye itaat eden bana itaat etmiştir, bana itaat eden de Allah’a itaat etmiştir.”
Bunları geçen gecelerde senetleriyle detaylıca açıkladım. Bu tür hadisler sizin itaplarınızda da çoktur ve manevi tevatür derecesine ulaşmıştır. Bunların hepsinde de Peygamber (s.a.a), Ali’nin yolundan gidilmesini, başkalarının yolundan gidilmemesini emretmiştir.
Aksine sizin kitaplarınızda Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sonra doğru yola erişme yolunun veya ilim kapısının Ebu Bekir, Ömer veya Osman olduğunu söylediğine dair bir tek rivayet bile görmedim. Eğer siz gördüyseniz ve de uydurulmuş tek taraflı Ebu Bekir ve Emevilerin taraftarlarınca söylenmiş hadisler değilse, buyurun söyleyin, çok memnun oluruz.
Bütün bunlara rağmen siz Peygamber (s.a.a)’in ilim kapısı, doğru yola erişme yolu, vasisi ve halifesi olan Ali (a.s)’ı dördüncü mertebede karar kılmamızı, Peygamber (s.a.a)’in Ali (a.s)’a uyulması hakkındaki kitaplarınızda yazılan sayısız rivayetleri görmezlikten gelmemizi, körü körüne tarihe uymamızı ve haklarında hiçbir rivayet olmayan kimselere uymamızı beyan ediyorsunuz. Böyle bir şey mümkün müdür? Eğer dediğinizi yapacak olursak, akıl ve nakil açısından gülünç bir duruma düşmez miyiz; Allah-u Teala indinde sorumlu olmaz mıyız? Sizin dediğiniz gibi hareket edersek, Resulullah (s.a.a)’in emrine muhalefet etmiş sayılmaz mıyız? Bu konuda hüküm vermeyi siz beylerin vicdan ve insafına bırakıyorum.
PEŞAVER GECELERİ:İbn-i Sabbağ Maliki’nin Hz. Ali’nin İlim ve Faziletleri Hakkındaki Beyanı [6] - Haşr/7.