PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali (a.s)’ın Düşmanı Kafirdir
DOKUZUNCU OTURUM
Bu delillerden ilave, kendi alimlerinizden, Hz. Ali’ye sövenin ve O’na düşman olanın kafir olduğuna dair pek çok hadis nakledilmiştir. Örneğin: Suyuti Tefsir’inde, imam Salebi Tefsir’inde, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet'ul Kurba’da, Ahmed bin Hanbel Müsned’de, İbn-i Hacer Savaik’da, Harezmi Menakıb’da, İbn-i Meğazili Fezail’de, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, Taberani Evset’te, İmam’ul- Harem Zehair’ul- Ukba’da, Nesai Hasais’ul- Alevi’de, Genci Şafii Kifayet’ut Talib’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Sibt bin Cevzi Tezkiret’ul- Havass’da, İbn-i Sabbağ Fusul’ul- Muhimme’de ve diğerleri de kendi kitaplarında farklı ibarelerle Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Ali’yi sadece mümin sever ve O’na sadece kafir buğz eder.” Önceki geceler aktardığım gibi bazı rivayetlerde de, “...sadece münafık buğz eder.” diye yer almıştır.
Açıktır ki hadiste yer alan kafir ve münafık kelimesi, Hz. Ali (a.s)’ın düşmanının ateşte olduğuna delalet etmektedir. Zira Allah-u Teala Kur’ân’da kafir ve münafıkların yerinin cehennem olduğunu açıkça vurgulamaktadır.
Nitekim Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib’in 3. babının sonunda Muhammed bin Menzur-i Tusi’den müsned olarak şöyle rivayet etmektedir:
“Biz imam Hanbel’in yanındaydık. Adamın birisi ona; “Ey Eba Abdullah, Hz. Ali’nin; “Ben cehennemi bölenim” sözü hakkında ne diyorsunuz?” diye sorunca, imam Hanbel şöyle dedi: “Bunu hiç kimse inkar edemez. Zira Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye şöyle buyurmamış mıdır?: “Seni sadece mümin sever ve sana sadece münafık buğz eder.” Ben de; “Evet öyledir” dedim. Ardından imam Hanbel konuyu yorumlayarak şöyle dedi: “Söyleyin mümin nerededir?” Biz de; “Cennettedir.” dedik. Tekrar; “Münafık nerededir?” diye sordu. Biz; “Cehennemdedir” deyince şöyle dedi: “O halde Ali’nin cehennemi bölen olduğu doğrudur.”
Yani Peygamber (s.a.a)’in buyurduğuna göre ve Nisa suresinin şu ayeti gereği Ali (a.s)’ın düşmanı münafıktır:
“Şüphesiz ki münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Onlara asla bir yardımcı bulamazsın.”[12]
O halde Hz. Ali (a.s)’ın düşmanı cehennemin en alt katında olacaktır. Bu ayet gereğince münafıkların azabı kafirlerin azabından daha şiddetlidir.
Muteber kitaplarınızda yer aldığı üzere Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ali’ye buğz eden bana buğz etmiştir, bana buğz eden ise Allah-u Teala’ya buğz etmiştir.”
Bu tür rivayetler o kadar çoktur ki manevi tevatür derecesine ulaşmıştır.
Şeyh: Sizin gibi birine, ashaba dil uzatmak yakışır mı? Halbuki Allah-u Teala birçok ayette onları övmüş, müjdelemiş, bağışlamış ve hoşnut olduğunu bildirmiştir. Müminlerin dayısı Muaviye de değerli ashaptandır. Dolayısıyla bu ayetlere muhataptır. Sahabeye ihanet, Peygamber’e ve Allah’a ihanet değil midir?
Hz. Peygamber’in Ashabı Arasında İyi ve Kötü İnsanlar Çoktu
Davetçi: Unutmadıysanız önceki geceler sahabe konusunu sizler için açıkladım. Şimdi de cevapsız kalmasın diye kısa olarak arz edeyim. Hiç kimse sahabeyi metheden ayetleri inkar etmemektedir. Ama sahabe kavramına dikkat edecek olursanız, sahabeyi metheden ayetlerin genel bir anlam ifade etmediğini görürsünüz. Bu ayetler ışığında bütün ashabı temiz, adil, kötülüklerden münezzeh, günah ve irtidattan uzak sayamayız.
Efendim bildiğiniz gibi “sehibehu”, Firuzabadi’nin de Kamus’da dediği gibi “onunla yaşadı ve muaşeret etti” manasınadır. Örfte ise kısa veya uzun süren birliktelik ve yardım manasına da kullanılmaktadır.
Dolayısıyla birçok Kur’ân ayeti ve hadiste de yer aldığı gibi, Peygamber (s.a.a)’in ashabı Müslüman veya kafir, iyi veya kötü, muttaki veya fasık, mümin veya münafık, Peygamber (s.a.a) ile muaşeret eden kimselerdir.
Binaenaleyh sizin sahabe lafzını, sadece cennet ehli ve Allah’ın hoşnut olduğu kimseler hakkında kullanmanız, doğru olmadığı gibi akil ve nakil ile de uyumlu değildir.
Konunun anlaşılması ve böylece haktan uzaklaşmış sahabilerin etkisinde kalmamanız ve de sahip, musahip ve ashap kelimelerinin mümin, kafir, münafık, iyi ve kötü genel anlamda kullanıldığını bilmeniz için özetle öncekilere ilaveten bazı ayet ve hadislere kısa olarak işaret etmek istiyorum.
1- Necm suresi 2. ayette müşriklere hitaben şöyle buyurulmaktadır:
“Sahibiniz (olan Peygamber) şaşırıp sapmadı ve azmadı.”
2- Sebe suresi 46. ayette ise şöyle buyurulmaktadır:
“De ki: Size bir öğüt veriyorum; Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam ediniz, sonra düşünmeniz; sizin sahibiniz (veya arkadaşınız olan Peygamber)de hiçbir delilik yoktur.”
3- Kehf suresi 34. ayette ise şöyle buyuruluyor:
“Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden sahibiyle (arkadaşıyla) konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”
4- Aynı surenin 37. ayetinde ise şöyle buyuruluyor:
“Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra nutfeden (spermden) yaratan, sonra da seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkar mı ettin?”
5- A’raf suresinin 184. ayette ise şöyle buyuruluyor:
“Düşünmediler mi ki, sahiplerinde (arkadaşlarında) (Muhammed’de) delilik yoktur?”
6- En’am suresinin 71. ayetinde ise şöyle buyuruluyor:
“De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda ve zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, ashabının (arkadaşlarının) ise: “Bize gel!” diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah’ın yolu doğru yolun ta kendisidir...”
7- Yusuf suresinin 39. ayetinde ise, Yusuf (a.s) zindanda kafir olan iki arkadaşına hitaben şöyle buyuruyor:
“Ey zindan arkadaşım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan tek Allah mı?”
Örnek olarak zikrettiğim bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere ashab, sahip ve musahip kelimeleri lügat açısından Müslüman veya müminle sınırlı değildir. Müslüman, kafir, mümin, münafık, iyi ve ya kötüye de itlak edilmiştir. Zira belirttiğim gibi lügatte insanın muaşeretine musahip ve ashap denmektedir. Dolayısıyla Resulullah (s.a.a)’in ashabı demek, ayetlerden de anlaşıldığı üzere Peygamber (s.a.a) ile muaşeret eden kimse demektir.
Elbette Peygamber (s.a.a) ile muaşeret edenler ve ashabı arasında iyi veya kötü mümin veya münafık birçok kimse vardı. Dolayısıyla ashabı öven ayetler genel bir anlam ifade etmez. Aksine sadece ashabın iyileriyle ilgilidir.
Biz de kabul ediyoruz ki, Peygamber (s.a.a)’in büyük ashabı büyük peygamberlerden hiçbirinin ashabı gibi değildir. Bedir, Uhud, Huneyn ve diğer savaşlarda imtihan vermiş, Peygamber (s.a.a)’in emri altında heva ve hevesine kapılmadan direnmişlerdir. Peygamber (s.a.a)’den bir an olsun sapmamışlardır.
Ama ashap arasında kötü kalpli hilekar, münafık, Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın düşmanı kimseler de çoktu. Örneğin: Abdullah bin Ubey, Ebu Süfyan, Hakem bin As (Resulullah’ın kovmuş olduğu Osman’nın amcası), Ebu Hureyre, Sa’lebe, Yezid bin Ebi Sufyan, Velid bin Ukbe, Habib bin Muslime, Semure bin Cündeb, Amr bin As, Busr bin Ertat, Muğeyre bin Şu’be, Muaviye bin Ebu Süfyan ve harici Zi’s- Sediyye gibileri de Peygamber (s.a.a)’in hayatında veya vefatında büyük fitneler koparmışlar, dinden dönmüşler ve fesat çıkarmışlardır.
Muaviye bizzat Peygamber (s.a.a)’in lanet etmiş olduğu bir kimsedir. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra da fırsatını bulunca Osman’ın kanını bahane edip kıyam etmiş, birçok Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep olmuştur. Ammar gibi temiz sahabiler Peygamber (s.a.a)’in de haber verdiği üzere şehit edilmişlerdir. Bunu daha önceki geceler detaylıca anlattım.
Şeyh: Şaşırılacak bir şey; Peygamber (s.a.a)’in ashabının mürtet olduğunu, fitne ve fesat çıkarttığını nasıl söylüyorsunuz!
Davetçi: Ben söylemiyorum, ayetler ve rivayetler beyan ediyor; biraz dikkat edecek olursanız asla şaşırmazsınız. Nitekim Allah-u Teala Âl-i İmran suresinin 144. ayetinde şöyle buyuruyor:
“...Şimdi o (Peygamber) ölür veya öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?”
Münafıkun suresi ve diğer ayetlerde ashap açıkça kınanmaktadır. Ayrıca Buhari, Müslim, İbn-i Asakir, Yakub-i Süfyan, Ahmed bin Hanbel, İbn-i Abdulbirr ve benzerleri gibi büyük alimlerinizin de rivayet etmiş olduğu birçok rivayetlerde kötü ashap eleştirilmekte; küfür, irtidat ve nifakları fert veya topluluk olarak rivayet edilmektedir. Vakit az olduğundan dolayı şaşkınlığınız gitsin diye sadece bir kaçına işaret edeceğim. Böylece iyi sahabileri iyi ve kötü sahabileri ise kötü bilmek gerektiğini anlamış olur ve artık Hz. Ali (a.s)’ın düşmanlarının, O’na lanet edenlerin, Peygamber (s.a.a)’in temiz ashabını ve soyunu katledenlerin, Allah-u Teala ve Resulüne düşman olanların küfürlerine delil nedir? diye sormazsınız.
Buhari, az bir tabir farklılığıyla Sehl bin Sa’d ve Abdullah bin Me’sud’dan naklen Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir
“Ben sizden önce havuzun kenarında sizi bekleyeceğim, ben sizden bir grubu görmeyince; “Ey Rabbim, ashabım nerede?” diye soracağım. Şöyle buyuracak: “Senden sonra neler yaptıklarını ve dinde neler çıkardıklarını sen bilmiyorsun.”
Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Taberani Kebir’de, Ebu Nasr ise İbane’de İbn-i Abbas’dan naklen Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu yazmışlardır:
“Sizi cehenneme düşmekten alıkoyan şeyleri sizlere anlattım, yine de diyorum; ateşten sakının, Allah’ın dinini tahrif etmeyin, ben ölünce sizden önce Kevser havuzuna varacağım, orada yanıma gelenler kurtuluşa erenlerdir. Orada bana, İlahi azaba duçar olan bir grubu gösterirler, ben; “Ey Rabbim, bunlar benim ümmetimdir” derim. Şöyle hitap edilir. “Bunlar senden sonra mürtet olarak cahiliye dinlerine döndüler.”
Taberani’nin Kebir’deki rivayetinde ise şöyle yer almıştır:
“Sen onların neler çıkardığını bilemezsin, bunlar senden sonra dinde bidat çıkardılar cahiliye dönemine geri döndüler.”
Daha önce de delillerini arz ettiğim ve küfrünü önceki geceler ispat etmiş olduğum, Yezid gibi böylesine kafir ve dinsiz birini Müslüman veya mümin saymanız, onların İslâm ve iman ehli olduğunu söylemeniz ve bunu ispat etmek için deliller getirmeniz, hilafet ve cennet ehli olduğunu iddia etmeniz çok ilginçtir. Halbuki, onların küfrü, insaflı Ehl-i Sünnet alimlerinin muteber kitaplarında da yer almıştır ve hatta bu konuda müstakil kitaplar yazmışlardır.[13] Oysa siz öte yandan Ebu Talib (r.a) gibi muvahhid ve mümin birini kafir sayıyorsunuz!
Elbette bu tür inançlar, Hz. Ali (a.s)’a buğz ve kinden kaynaklanmaktadır ve bu ısrar ve uygunsuz kelimeler, o Allah dostu İmam’ın ve Peygamber (s.a.a)’in kalbini yaralamaktadır. Öte yandan Muaviye ve Yezid gibi küfür ve nifakı sabit insanları kurtarmaya çalışıyor, müçtehit ilan ediyor, küframiz hareketlerini içtihatlarından sayıyor ve temize çıkarmak için zayıf delillere başvuruyorsunuz. Ama apaçık delillerle mümin olduğu belli olan Ebi Talib’i reddedip kafir olduğunu ilan ediyorsunuz.
Bilemiyorum, daha ne zamana kadar Sünni kardeşler bir avuç Hariciler, Nasibiler, Emeviler ve taraftarlarının etkisi altında kalacaklar, onları körü körüne taklit edecekler ve inançlarına uyacaklardır. Onlar Sünni Müslümanların gözünün açılmasını, gerçekleri açıkça görmesini istememekteler.
Yine Ebu Talib’in İmanına Dair Deliller
Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu gibi Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan, icması Müslümanlara hüccet sayılan ve kendi alimlerinizin de rivayet etmiş olduğu ilim, züht ve takva ehli olan Ehl-i Beyt (a.s) Ebu Talib (r.a)’in iman ehli olduğunu ve dünyadan mümin halde ayrıldığını söylemediler mi?
Rical alimlerinizin güvenilir olduğunu teyit etmiş olduğu Esbeğ bin Nebate Hz. Ali (a.s)’den şöyle rivayet etmemiş midir?:
“Allah’a and olsun ki babam, dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdumenaf asla puta tapmamıştır.”
Yani bir olan Allah’a tapmışlar, Kabe’ye doğru ibadet etmişler ve İbrahim’in hanif dinine tabi olmuşlardır. Sizin Ali ve Ehl-i Beyt (a.s)’ı bir kenara bırakıp mel’un Muğeyre, Emeviler, Hariciler, Nasibiler ve Hz. Ali (a.s)’ın baş düşmanlarının peşinden gitmeniz ve Ebu Talib (r.a)’in açık sözlerini tevil etmeniz doğru mudur?
Ebu Talib (r.a)’in mümin ve muvahhid olduğunu söyleyen Hz. Ali (a.s)’ı teyit eden delillerden biri de Resulullah (s.a.a) ile Hz. Hatice’nin evlilik hutbesidir. Sibt bin Cevzi Tezkire 11. bab s. 170’de şöyle rivayet etmektedir: “Nikah meclisi düzenlendiğinde Ebu Talib (r.a), bir hutbe okudu; bu hutbesi onun muvahhid olduğuna ve bir olan Allah’a inandığına delalet etmektedir. Ebu Talib (r.a), bu hutbede şöyle dedi:
“Hamd olsun Allah-u Teala’ya ki bizleri İbrahim’in, İsmail’in, Meadd’ın ve Muzir’in soyundan kıldı. Bizleri kendi evinin koruyucuları kıldı. Bizlere herkesin yöneldiği bir evi, emniyet ve güvenlik yeri olan bir haremi karar kıldı ve bizleri insanlara hakim kıldı...”
Şeyh Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde s. 73’de Harezmi ve Muhammed bin Ka’b’den naklen şöyle yazıyor: “Ebu Talib (r.a), Peygamber (s.a.a)’in Ali’nin ağzına mübarek tükürüğünü sürdüğünü görünce, “Neden böyle yaptın?” diye sorduğunda Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu tükürük iman ve hikmettir.”
Ebu Talib de bunun üzerine şöyle dedi: “Oğlum, Peygamber (s.a.a)’ın yardımcısı ve veziri ol.”
Acaba bu deliller Ebu Talib (r.a)’in imanına delalet etmiyor mu? Ebu Talib (r.a), Peygamber (s.a.a)’in bu işine mani olmamasının ve on iki yaşındaki oğlu Ali’yi O’na yardım noktasında engellememesinin yanı sıra, bizzat O’na yardımcı olmasını emretmektedir.
Cafer’in, Babası Ebu Talib’in Emriyle İman Etmesi
Alimleriniz kendi kitaplarında ve bu cümleden İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde şöyle yazmıştır: “Bir gün Ebu Talib (r.a), camiye girince Peygamber (s.a.a) ile Ali (a.s)’ın namaz kıldığını gördü, o anda yanında bulunan ve henüz Müslüman olmayan Cafer-i Tayyar’a şöyle dedi: “Sen de amca oğlunun yanına git ve O’nunla namaz kıl.” Bunun üzerine Cafer de Peygamber (s.a.a)’in sol tarafına geçerek namaza durdu. Ebu Talib (r.a), bunun üzerine şu şiiri okudu:
Ali ve Cafer benim güvendiklerim,
Zor günlerde yardımcılarımdır.
Ey Ali ve Cafer, Peygamber)’e yardımcı olunuz.
Çünkü O, benim öz kardeşimin oğludur.
Allah’a and olsun, Peygamber’den el çekmeyeceğim,
Çünkü O, şerefli ve soyludur.
Kendi tarihçi ve alimlerinizin de belirttiği gibi Cafer’in Müslüman olması ve Peygamber (s.a.a)’le birlikte namaz kılması bile bizzat Ebi Talib’in emriyle olmuştur. Dolayısıyla müşrik ve kafir olan, hem de Kureyş’in reisi olan Ebu Talib (r.a) gibi muktedir bir babanın, büyük bir iddiada bulunan ve yeni bir din getiren yeğenine engel olmaması, evlatlarının bile on tabi olmasına mani olmaması, hatta onları teşvik bile etmesi, aklın kabul edebileceği bir şey değildir. Kafir olan bir şahıs oğluna; “Git amcan oğluna iman et ve O’na uy” deyip de kendisi de ruhi ve cismi tüm gücüyle kendi dininin en büyük düşmanı olan birisini takviye edip O’na yardımda bulunur mu? Ey akıl sahipleri ibret alın!
Sünni ve Şii bütün ulemanın rivayet etmiş olduğu üzere Kureyş, Haşim oğullarına iktisadi ambargo uygularken Ebu Talib (a.s), tüm Haşim oğullarıyla birlikte Resulullah (s.a.a)’a yardıma koştu, dört yıl boyunca onu korudu. Ebu Talib (r.a), Resulullah (s.a.a)’in uyuduğu bir sırada geliyor, O’nu uyandırıyor, güvenli bir yere götürüyor, oğlu Ali (a.s)’ı da O’nun yerine yatırıyordu. Böylece Peygamber (s.a.a)’i orada uyur gören düşman, O’nu öldürmek isteyince Peygamber (s.a.a)’in yerine Ali’nin feda olmasını istiyordu.
Lütfen Allah için söyleyin, müşrik bir insan, nübüvvet iddiasında bulunan ve müşrikleri dalalet ehli kabul eden birini bu kadar ciddiyetle korur mu? Kesinlikle korumaz. Dolayısıyla bütün bu fedakarlıklar ve ciddiyetler onun iman ettiğini göstermektedir. İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’inde, Sibt bin Cevzi Tezkire’de (Muhammed bin Sad’ın Tabakat’ından, o da Vakidi’den naklen), Allame Berzenci Kitab’ul- İslâm’da (İbn-i Sad’dan naklen), İbn-i Asakir ve diğerleri de sahih senetlerle Muhammed bin İshak’tan Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:
“Babam Ebu Talib (r.a) vefat edince, Peygamber (s.a.a)’e haber verdim; Peygamber (s.a.a) hüngür hüngür ağladı ve bana şöyle buyurdu: “Git onu yıka, kefenle, mezara bırak, Allah-u Teala onu af ve rahmet etsin.”
Allah aşkına insaf üzere hüküm verin, İslâm’da kafir yıkanır mı? Kefenlenir mi? Peygamber (s.a.a)’in kafirler için af ve rahmet dilediği söylenebilir mi? Hatta söylenildiğine göre Peygamber (s.a.a) günlerce evinden çıkmadı ve onun için Allah’tan merhamet diledi. Acaba Peygamber (s.a.a) kendi Kur’an’ında Allah Teala’nın şöyle buyurduğunu: “Hiç şüphesiz Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz; bundan dışındaki (günahları) ise dilediği kimse için bağışlar.”[14] görmemiş olabilir mi?
Allah-u Teala açıkça müşrikleri bağışlamayacağını söylediği halde Peygamber (s.a.a) müşrik için bağışlanma dileyebilir mi? Halbuki müşrik için rahmet ve af dilemek haramdır. Ayrıca yıkamak ve kefenlemek de Müslümanlara özgüdür. Kafirler için câiz değildir. Dolayısıyla Ebu Talib (r.a) için bağışlanma dilemesi ve Hz. Ali (a.s)’a gidip yıkamasını ve kefenlemesini emretmesi, Ebu Talib (r.a)’in Allah’a iman ve teslimiyetinin apaçık bir delilidir.
Hak ve insaf gözüyle bakınız! Sibt bin Cevzi’nin Tezkire kitabını okuyunuz ve orada Hz. Ali (a.s)’ın babası hakkındaki şu ağıtı okuyunuz.
Ey Ebu Talib, sen sığınanların sığınağı,
Düşenlere rahmet, karanlıklara ışıktın.
Ölümünle koruma altında olanlar zayıf duruma düştü,
Allah’ın rahmeti sana nazil oldu,
Ve seni cennete götürdü.
Sen Peygamber (s.a.a)’in en iyi amcasıydın;
Ona ve dinine yardım ettin.
Acaba tevhid abidesi Ali gibi birinin güya kafir birine böylesine ağıt yakması inanılacak bir şey mi?
Bütün bu deliller, Ebu Talib (r.a)’in mümin olarak öldüğüne delalet etmektedir. Yoksa Peygamber (s.a.a) onun yıkanmasını, kefenlenmesini, defnedilmesini istemez, ona ağlamaz ve bağışlanma dilemezdi. Halbuki Peygamber (s.a.a) de sadece Allah için sever ve sadece Allah için buğz ederdi, dostluğu ve düşmanlığı Allah içindi. Peygamber (s.a.a), müşrik ve isyankar birisine, amcası olduğundan dolayı ağlamadı ve rahmet dilemedi.
Şeyh: Eğer Ebu Talib (r.a), Müslüman idiyse, neden Hamza, Abbas ve diğer kardeşleri gibi iman ettiğini açıklamadı?
Davetçi: Şüphesiz, Abbas, Hamza ve Ebu Talib arasında büyük bir fark vardır. Zira Hamza bütün Mekke ehlinin kendisinden korktuğu cesur ve güçlü biriydi. Elbette onun açıkça İslâm’a girişi, Peygamber (s.a.a)’i düşmanların şerrinden korumuştur. Ama Abbas Müslüman olduğunu hemen açığa vurmadı.
Nitekim İbn-i Abdulbirr İstiab’da şöyle rivayet etmektedir: “Abbas Mekke’de Müslüman oldu, Ama halktan bunu gizledi. Peygamber (s.a.a) hicret etmek isteyince o da Peygamber (s.a.a)’le birlikte gitmek istedi. Ama Peygamber (s.a.a) ona Mekke’de kalmasını buyurdu. Mekke’deki haberleri Peygamber (s.a.a)’e ulaştırıyordu. Bedir Gazvesinde kafirler Abbas’ı beraberinde getirdiler, yenilince Abbas da esir düştü. Hayber günü durum elverince de iman ettiğini açıkladı.”
Şeyh Süleyman Belhi de Yenabi’ul- Mevedde’nin 56. babında Taberi’nin Zehair’ul- Ukba ve Ebu’l- Kasım İlahi’nin Fezail’inden naklen şöyle yazmıştır:
“İlim ehli, Abbas’ın önceden Müslüman olduğunu bilmektedir. Ama Abbas iman ettiğini gizliyordu. Bedir günü Peygamber (s.a.a) Abbas’ın öldürülmemesini emretti. Zira o istemeden kafirlerin zoruyla savaşa katılmıştı. Peygamber (s.a.a) ile hicret etmek istediği halde Peygamber (s.a.a) onun Mekke’de kalmasını ve kendisini bilgilendirmesini istemişti. Ebu Rafi, Abbas’ın İslâm’ı seçip izhar ettiğini haber verince de onu özgür bıraktı.
Ebu Talib’in İmanını Saklamasının Sebebi
Ama Ebu Talib (r.a), eğer iman ettiğini zahir etmiş olsaydı, artık iş biterdi. Çünkü o zamanlar Peygamber (s.a.a)’in bir yardım edicisi yoktu. Dolayısıyla bütün Kureyş ve Araplar Haşim oğulları aleyhine kıyam eder ve risaleti yok ederdi. Bu yüzden Ebu Talib (r.a), iman ettiğini siyaset gereği sakladı. Onlardan görünerek Kureyş’e engel olmaya çalıştı. Onlar da Ebu Talib’e saygı olarak ciddi kararlar almıyorlardı. Böylece iman ettiğini izhar edebileceği bir zamanı bekliyordu.
Nitekim de böyle oldu, o hayatta olduğu müddetçe Peygamber (s.a.a) gönül rahatlığı içinde görevini yaptı. O, bi’setin 10. yılında vefat edince Cebrail nazil olarak şöyle arz etti:
“Mekke’den çık, Ebu Talib’ten sonra artık sana yardım edecek kimsen yok.”
Şeyh: Acaba Ebu Talib, Peygamber (s.a.a) zamanında İslâm’ı seçtiğini açıklamış mıydı ve ümmet bunu biliyor muydu?
Davetçi: Evet, bu biliniyordu. Bütün ümmet onun adını saygıyla anıyordu.
Şeyh: Peygamber (s.a.a) zamanında Müslüman olduğu biliniyorduysa, nasıl oldu da 30 yıl sonra uydurulan bir hadis yaygınlaştı ve apaçık gerçek kayboldu.
Davetçi: Bu, İslâm’da kırılan ilk şişe (kaybolan ilk gerçek) değildir. Peygamber (s.a.a) zamanında birçok olay, bilindiği halde sonradan uydurulan hadislerle ortadan kalkmıştır. Hatta birçok dini hükümler bile yıllar geçtikten sonra bazılarının otoritesiyle değişmiş ve başka bir şekle bürünmüştür.
Şeyh: O çoklardan birini örnek verir misiniz?
Davetçi: Vakit dar olduğundan dolayı sadece hepsinden önemli bir konuyu zikretmek istiyorum. Bu Kur’ân’da da yer alan mut’a nikahı ve nisa haccıdır.
Kur’ân-ı Kerim’in hükmü ve iki fırkanın ittifakıyla mut’a Peygamber (s.a.a) zamanında meşru ve yaygın bir ameldi. Ebu Bekir döneminde ve Ömer’in hilafetinin ilk yıllarında da ümmet arasında uygulanıyordu. Ama Ömer şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a) zamanında varolan iki mut’ayı ben haram kılıyorum ve yapanları cezalandıracağım.”
Yani Allah’ın helali, on üç asırdır haram kılınmıştır. Ömer’in bu sözü güçlendi ve Kur’ân-ı Kerim’in Peygamber (s.a.a)’in ve ashabın açık beyanlarına rağmen körü körüne hiçbir delil olmaksızın uygulandı. Böylece her iki konu da tahrif edildi. Şimdi de Ehl-i Sünnet kardeşler Peygamber (s.a.a)’in bu güzel sünnetini ve Allah’ın helalini Şii Müslümanların bidati olarak adlandırıyorlar. Şu anda da Ehl-i Sünnet bunu kabul etmemektedir. Delillerini de beyan edecek olursak yine de reddediyorlar. Halbuki bu her iki mut’a da Peygamber (s.a.a) zamanında helaldi. Bizzat halifenin kendi deyimiyle Allah’ın bu helali haram edildi.
Kur’ân’da belirtilen, Peygamber (s.a.a)’in hayatında uygulanan ve ashapça da kabul gören böylesine açık bir İlahi hüküm, sizin muteber kitaplarınızda da helal olduğu söylendiği halde bizzat Ömer tarafından hiçbir ayet ve hadise dayanmadan haram kılınmıştır. Bütün bunlara rağmen siz Ebu Talib (r.a)’in imanının küfre nasıl dönüştüğünü mü merak ediyorsunuz?
Şeyh: Siz milyonlarca Müslüman’ın, asırlardır Kur’ân-ı Kerim ve sünnete aykırı amel ettiğini mi söylemek istiyorsunuz? Halbuki biz de bütün dünyada Sünni diye biliniyoruz. Yani Peygamber (s.a.a)’in sünnetine bağlıyız. Şiiler de Peygamber (s.a.a)’in sünnetinden yüz çevirdiği için Rafızî diye adlandırılmıştır.
[12] - Nisa/145.
[13] - Örneğin: Ebu’l- Ferec, İbn-i Cezvi, son olarak da büyük alim Seyyid Muhammed bin Akil el-Alevi bu konuda kitaplar yazmışlardır.
[14] - Nisa/116.
PEŞAVER GECELERİ:Muaviye ve Yezid’in Lanetlendiğine Delalet eden Ayet ve Rivayetler
PEŞAVER GECELERİ:Hz. Peygamber’in Anne ve Babaları Arasında Müşrik Yoktu, Aksine Hepsi Allah’a İnana