PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali’nin Fazilet ve Menkıbeleri Hakkında Hadisler
DOKUZUNCU OTURUM
Hz. Ali’nin Faziletleri Sınırsızdır
Bizzat kendi alimlerinizin, faziletleri hakkında onca rivayet nakletmiş oldukları Hz. Ali (a.s) gibi birinin karşısına dikilmesi doğru mudur?
Nitekim imam Hanbel’in Müsned’de, İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, imam Fahr-u Razi’nin Tefsir-i Kebir’de, Harezmi’nin Menakıb’da, Şeyh Süleyman’ın Yenabi’ul- Mevedde’de, Muhammed bin Yusuf-u Genci’nin Kifayet’ut Talib’in 62. babında, Mir Seyyid Ali Hemedani’nin Meveddet’ul- Kurba’nın 5. Mevedde’sinde Ömer bin Hattab ve Abdullah bin Abbas’tan rivayet ettiğine göre Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ey Ebel Hasan (Ali)! Eğer deryalar mürekkep, ağaçlar kalem, insanoğlu yazar, cinler hesaplayıcı olsa, yine de senin faziletlerini sayamazlar.”
Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu gibi bütün ins ve cinlerin, faziletlerini sayamadığı birisinin yüce faziletlerini bizim nakıs dillerimiz ve kırık kalemlerimiz nasıl tavsif edebilir!
Ama bilindiği gibi buna rağmen Şii alimlerinin yanı sıra Kuşçu, İbn-i Hacer, Ruzbehan vb. inatçı ve bağnaz alimleriniz bile Hz. Ali (a.s)’ın o sonsuz fazilet ve menkıbelerinden bir miktarını, edebildikleri kadar kendi kitaplarında yazıp nakletmişlerdir.
Hz. Ali’nin Fazilet ve Menkıbeleri Hakkında Hadisler
Kutub-i Sitte’yi dikkatlice bir okuyun! Ayrıca bilmek icap eder ki Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, Taberani Mu’cem’de, Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib’us- Süul’de, imam Hanbel Fezail’de, Hamidi Cem’un Beyn’es- Sahihayn’de, Harezmi Menakıb’da, İbn-i Ebi’l-Hadid Nehc’ul- Belağa c. 2, s. 449’da, İbn-i Sabbağ Maliki Fusul’ul- Muhimme s. 124’de Hafız Abdulaziz bin Ahzar’dan naklen Hz. Fatıma (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:
“Babam Resulullah (s.a.a) Arefe akşamı yanımıza gelerek bizlere şöyle buyurdu: “Allah meleklere karşı sizinle övünür; Allah genel olarak sizi, özel olarak ise Ali’yi bağışlamıştır...; gerçek saadet ehli hayatında ve öldükten sonra Ali’yi seven, şekavet ehli de hayatında ve öldükten sonra Ali’ye buğz edendir.”
Aynı kitaplarda, galiba önceki geceler nakletmiş olduğum uzun bir hadiste Ömer bin Hattab’dan naklen Resulullah (s.a.a)’in ölüm döşeğinde Hz. Ali’ye şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Ey Ali, sana buğz etmiş olduğu halde beni sevdiğini sanan yalan söylemiştir; seni seven beni sevmiştir; beni seveni de Allah sever ve cennete götürür. Sana buğz eden bana buğz etmiştir; bana buğz edene de Allah buğz eder ve cehenneme götürür.”
Ali’nin Sevgisi İman, Buğzu ise Nifak ve Küfürdür
Yine aynı kitaplarda Ebu Said Hudri’den naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ali (a.s)’a şöyle buyurduğu yazılıdır:
“Ya Ali, sevgin iman, buğzun ise nifaktır. Cennete ilk girecek olan seni sevendir; cehenneme ilk girecek olan da sana buğz edendir.”
Hakeza Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’nın 3. Mevedde’sinde, Himvini de Feraid’de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabı arasında şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Ali’yi sadece mümin sever; O’na sadece kafir buğz eder.”
Başka bir yerde ise şöyle buyurmaktadır:
“Seni sadece mümin sever ve sana sadece münafık buğz eder.”
Muhammed bin Yusuf-u Genci Kifayet’ut- Talib’in 62. babının 119. sayfasında Tarih-i Dimaşk’en naklen, Şam ve Irak Muhaddisleri ise Huzeyfe ve Cabir’den naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmekteler:
“Ali insanların en üstünüdür; bunu kabul etmeyen kafir olmuştur.”
Ata’dan rivayet edildiği üzere, Aişe’ye Hz. Ali (a.s)’ın hali sorulunca şöyle dedi: “O insanların en üstünüdür; O’nun hakkında sadece kafir şek ve şüphe eder.”
Hakeza Hafız bin Asakir, yüz ciltlik olan ve bunun üç cildini Ali (a.s)’ın faziletlerine ayırdığı Tarih kitabının 50. cildinde bu haberi Aişe’den nakletmektedir.
Muhammed bin Yusuf, Metalib’us- Süul s. 27’de, İbn-i Sabbağ Maliki de Fusul’ul- Muhimme’de Tirmizi ve Nesai’den onlar da Ebi Said Hudri’den şöyle dediğini nakletmişlerdir: “Biz Resulullah (s.a.a) döneminde münafıkları, sadece Ali’ye buğzları vasıtasıyla tanıyorduk.”
Hakeza Fusul’ul- Muhimme’de Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğu yer almıştır:
“Seninle savaşmak benimle savaşmaktır; senin kanın benim kanımdır; ben sana karşı savaşanla savaşırım. Seni ancak soylu kimseler sever, sana ancak soyu bozuk insanlar buğz eder; seni ancak müminler sever, sana ancak münafıklar düşmanlık eder.”
Şeyh: Bu tür hadisler sadece Hz. Ali (k.v) hakkında değildir. Raşid halifeler hakkında da bu tür hadisler rivayet edilmiştir.
Davetçi: Mümkünse o hadislerden örnek olarak birini nakledin de gerçekler apaçık ortaya çıksın.
Şeyh: Abdurrahman bin Malik kendi senediyle Cabir’den naklen Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu yazmaktadır: “Ebu Bekir ve Ömer’e mümin buğz etmez, münafık da onları sevmez.”
Davetçi: Önceki gecelerde söylediğim gibi lütfen tek taraflı hadisler rivayet etmeyin. Sahih hadislere istinat ediniz. İftira ve yalancı ravilerden rivayet edilen uydurma hadisleri bir kenara bırakınız.
Şeyh: Siz adeta bizden duyduğunuz her hadisi aşağılayarak reddetme kararını almışsınız!
Davetçi: Maalesef sadece ben değil, kendi alimleriniz de red etmektedirler. Lütfen Zehebi’nin Mizan’ul- İtidal’ine ve Hatib Bağdadi’nin Tarih kitabının c. 10, s. 236’sına müracaat ediniz; orada birçok alimleriniz Abdurrahman bin Malik hakkında şöyle demişlerdir: “O, yalancı ve iftiracıdır. Hadis uyduran birisidir. Hiç kimse bu konuda şek dahi etmemiştir.”
Allah aşkına, iftiracı, yalancı ve hadis uyduran birinden rivayet ettiğiniz tek taraflı olan bu hadis, o büyük alimlerinizin rivayet etmiş olduğu ve bizim de onlardan bazılarına değindiğimiz onca hadislerle eşit olabilir mi?
Lütfen Suyuti’nin Cami’ul- Kebir c. 6, s. 390’ına, Muhibbuddin’in Riyaz’un- Nazire c. 2, s. 215’ine, Tirmizi’nin Cami c. 2, s. 229’una, İbn-i Abdulbirr’in İstiab c. 3, s. 46’sına, Hafız Ebu Naim’in Hilyet’ul- Evliya c. 6, s. 295’ine, Muhammed bin Talha’nın Metalib’us- Süul s. 17’sine, İbn-i Sabbağ Maliki’nin Fusul’ul- Muhimme s. 216’sına bir bakınız. Ebuzer’den farklı ibarelerle şöyle rivayet edilmektedir:
“Biz münafıkları Resulullah (s.a.a) zamanında ancak üç alametle tanıyorduk: Allah-u Teala ve Resulünü reddetmek, namazdan kaçınmak ve Ali bin Ebi Talib’e buğz etmek.”
Ebu Said Hudri de şöyle diyor: “Münafıkları Ali’ye buğz etmeleri ile tanıyorduk. Resulullah (s.a.a) zamanında münafıkları sadece Ali’ye düşmanlık etmelerinden tanıyorduk.”
Hakeza imam Ahmed bin Hanbel Müsned c. 1, s. 95 ve 138’de, İbn-i Abdulbirr İstiab c. 3, s. 37’de, Ahmed Hatib Bağdadi Tarih-i Bağdadi c. 14, s. 426, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 264’da, imam Nesai Sünen c. 8, s. 117’de, Hasais’ul- Alevi s. 27’de, Himvini Feraid 22. babda, İbn-i Hacer İsabe c. 2, s. 509’da, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya c. 4, s. 185’de, Sibt bin Cevzi Tezkire s. 15’de, Suyuti Cami’ul- Kebir s. 152 ve 408’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul, s. 17’de ve Tirmizi Cami’ c. 2, s. 23’de farklı ibarelerle bazen Ümmü Seleme’den, bazen de İbn-i Abbas’tan Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Ya Ali, münafık seni sevmez, mümin de sana buğz etmez; ancak mümin seni sever ve ancak münafık sana buğz eder. Münafık Ali’yi sevmez ; mümin de Ali’ye buğz etmez.”
İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 1, s. 364’ünde Mutezile şeyhi Şeyh Ebu’l- Kasım Belhi’den şöyle dediğini naklediyor: “Bütün muhaddisler, sıhhatinde şüphe olmayan birçok hadislerde Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunda ittifak etmişlerdir:
“Ya Ali! Mümin sana buğz etmez; münafık ise seni sevmez.”
Yine İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 264’de Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
“Bu kılıcımla, bana buğz etmesi müminin burnuna vursam bile bana buğz etmez; tüm dünyayı, beni sevsin diye münafığa versem bile yine de beni sevmez. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bana şöyle buyurmuştu: “Ya Ali! Mümin sana buğz etmez; münafık da seni sevmez.”
Bu tür rivayetler sizin muteber kitaplarınızda oldukça çoktur. Toplantının vaktini göz önünde bulundurarak olarak örnek olsun diye aklımda olan bu birkaç rivayeti naklettim.
Şimdi siz beyler insaflıca lütfen hüküm verin; Aişe’nin Hz. Ali (a.s) ile savaşması, Resulullah (s.a.a) ile savaşmak değil miydi? Acaba bu savaş ve halkı Hz. Ali (a.s) aleyhine savaşa teşvik etmek, sevgi, dostluk ve muhabbet üzere miydi, yoksa buğz, kin ve düşmanlık üzere mi? Şüphesiz ki hiç kimse iki kişi arasındaki savaşın sevgi ve dostluk üzere olduğunu söylemez; bu savaş da buğz ve düşmanlık üzere olmuştur.
Halbuki bilindiği gibi rivayet ettiğim bütün bu hadislerde de Peygamber-i Ekrem (s.a.a), küfür ve nifakın alametlerinden birinin de Hz. Ali’ye buğz etmek ve onunla savaşmak olduğunu buyurmamış mıydı? Bu hadisler ışığında Aişe’nin kıyamını ve Hz. Ali (a.s) ile savaşını nasıl değerlendirebiliriz? Lütfen sevgi ve buğz üzere değil, insaf üzere hüküm veriniz!
Aklıma bir rivayet geldi; Mir Seyyid Ali Şafii Meveddet’ul- Kurba 3. Mevedde’de bizzat Aişe’den Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Allah-u Teala, Ali’ye karşı kıyam edenin kafir ve ateş ehli olduğunu bana bildirdi.”
Çok ilginçtir, Aişe’yi; “Böyle bir sözü Peygamber (s.a.a)’den duyduğun halde neden Ali’ye karşı kıyam ettin?” diye eleştirdiklerinde, gülünç bir özür getirerek; “Bu hadisi Cemel günü unuttum, ama Basra’da hatırladım!” dedi.
Şeyh: Sizin kendi beyanınıza göre, o zaman neden Ümm’ül- Müminin Aişe’yi (r.z) eleştiriyorsunuz? Şu açıktır ki, insan gaflet edebilir, unutabilir.
Davetçi: Cemel günü savaş ateşi alevlenince unutmuş olabilir. Ama Mekke’den hareket edince Peygamber (s.a.a)’in tüm dostları, hatta temiz eşleri bile onu engellemek istediler. Gereksiz işlere kalkışmamasını, Ali’ye muhalefetin Hz. Peygamber’e muhalefet olduğunu söylediklerinde de mi bunu hatırlamadı? Acaba Cemel olayını yazan tarihçileriniz de mi Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu hatırlatmadılar?:
“Ey Aişe! Hav’eb köpeklerinin sana karşı havladığı yoldan kork”
Aişe Basra’ya giderken Kilaboğulları suyuna varınca köpekler etrafını sararak havlamaya başladı. “Burası neresi?” diye sorunca da, “Hav’eb” dediler. Bu ismi duyunca Resulullah (s.a.a)’in ona buyurmuş olduğu sözü hatırladı. Yine neden Zübeyr ve Talha’nın oyununa gelerek yoluna devam edip Basra’ya gitti ve o büyük fitneye sebep oldu? Acaba yine de onun unuttuğunu ve bilerek yoluna devam etmediğini söyleyebilir misiniz?
Acaba bu delil Aişe için hiçbir zaman silinmeyecek büyük bir leke değil midir? Bilerek Resulullah (s.a.a)’a itaatsizlik etti. Talha ve Zübeyr’in oyununa gelerek Peygamber (s.a.a)’in halifesine karşı savaştı! Halbuki bilindiği gibi bizzat kendisi Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu beyan ediyordu:
“Her kim Ali ile savaşır ve ona karşı kıyam ederse kafirdir!”
Peygamber (s.a.a)’in halifesine karşı savaşmak ve O’na birçok zorluklar çıkarmak Peygamber’e eziyet etmek değil midir? Önceki geceler senetleriyle rivayet ettiğim bir hadiste Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmamış mıydı?:
“Kim Ali’ye eziyet ederse bana eziyet etmiştir; bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiştir. Ey insanlar! Ali’ye eziyet eden kıyamet günü Yahudi ve Hıristiyan olarak haşr olur.”
Aişe’nin Emriyle Basra’da Sahabe ve Müminlerin Katliamı
Bu rivayetler sizin muteber kitaplarınızda yok mudur; o halde neden Şia’ya itiraz ediyorsunuz? Müminlerin kanını dökmek, Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Osman bin Huneyf’e işkence etmek, yüzden fazla hafız ve silahsız devlet memurlarını öldürmek, kırk kişiyi camide katletmek, bu savaşa sebep olan Aişe’nin boynunda değil midir?
Allame Mes’udi Müruc’uz- Zeheb, c. 2, s. 7’de şöyle yazıyor: “Yaraladıkları hariç yetmişten fazla insanı öldürdüler. Bu yetmiş kişiden ellisinin boynunu vurdular. Bu öldürülenler İslâm’da mazlumca öldürülen ilk kimselerdi.”
Bu acı olayın detaylarını İbn-i Cerir, İbn-i Esir ve diğer alim ve tarihçileriniz de nakletmişlerdir.
Ya bu rivayetleri muteber kitaplarınızdan çıkararak (nitekim kitapların yeni baskılarında tahrifler yapılmış ve sadece bazı konular çıkartılmıştır ) büyük alim ve tarihçilerinizi yalanlayın ya da en azından Şiilere itiraz edip onları eleştirmeyin. Zira Şiiler sadece sizin muteber kitaplarınızda yazılanları söylemektedir. Allah-u Teala’ya yemin olsun ki Şiiler suçsuzdur. Farkımız şudur: Sizler bu muteber kitaplarınızdaki rivayetleri yüzeysel olarak okuyorsunuz. “Bir şeyi sevmek insanı kör ve sağır eder.” kaidesi gereğince önemli tarihi olayları rivayetlerle tatbik etmiyorsunuz. Sürekli hüsn-ü zanda bulunarak gereksiz yere savunuyor, apaçık gerçeklere teveccüh etmiyorsunuz, etseniz de örtmeye kalkışıyor ve herkesin güleceği bir şekilde tevillere baş vuruyorsunuz.
Ama bilindiği gibi biz olaylara derince, tarafsızca ve insaflıca bakıyoruz. Her iki fırkanın kitaplarındaki rivayetleri olaylarla tatbik ediyor, apaçık gerçekleri keşfediyoruz. Tatbik ederken, herhangi bir yerde garazlı ve haksız olduğumuzu görürseniz, mantık üzere itiraz edin, kabul etmeyin. Buna ben de çok sevinirim.
Şeyh: Buyurduklarınız doğrudur. Ümm’ül- Müminin Aişe de bir insandı, masum değildi. Elbette kanmış, hata etmiş, sadeliğinden iki sahabeye aldanmıştır. Ama sonra tövbe etmiş, Allah-u Teala da onu affetmiştir.
Davetçi: Evvela; siz de kabul ediyorsunuz ki bazı büyük sahabiler de hata etmiş ve aldanmıştır. Halbuki bilindiği gibi bunlar da Rıdvan ağacının altında biat edenlerdendi. Dolayısıyla sizin önceki gece rivayet ettiğiniz; “Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız doğru yola hidayet olursunuz.” hadisi kendiliğinden batıl olmaktadır.
İkinci olarak; Aişe’nin tövbe etmesi sırf bir iddiadır. Aişe’nin kıyamı, savaşı ve katliamı bütün Müslümanlar nezdinde bellidir. Ama tövbe etmesi belli ve kesin değildir.
Aişe’nin, İmam Hasan (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.a)’in Kenarında Defnedilmesine Mani Olması
Kesin olan bir konu Aişe’nin zati gereği sakin olmadığı, çocukça hareket etmiş olduğu ve her bir davranışının tarihte bir fesada neden olduğudur. Sizin dediğiniz gibi eğer gerçekten tövbe edip pişman olmuş olsaydı, o zaman neden Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’ın cenazesi karşısında herkesi üzecek o davranışları sergilerdi ve yeni bir fesada sebep oldu.
Aişe sadece Peygamber (s.a.a)’i üzmek, incitmek, devesine binerek cahiliye kadınları gibi Peygamber (s.a.a)’in halifesiyle savaşmakla kalmıyordu. Yani o sadece yaşayanlara muhalif ve zıt değildi, ölüler için de aynı şeyi yapıyordu. Devesine binip Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’ın cenazesini teşyi eden kafilenin önünü keserek O’nun Peygamber (s.a.a)’in kabri yanına gömülmesine de engel olmuştur.
Yusuf Sibt bin Cevzi Tezkiret’u- Havass’il- Ümme s. 122’de, Allame Mesudi İsbat’ul- Vesiyye, s. 136’da, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 18’de (Ebu’l- Ferec ve Yahya bin Hasan’dan naklen), Muhammed Havendşah Revzat’us- Safa, c. 2’de, Ahmed bin Muhammed bin Hanefi Tarih-u A’sam-i Kufi’nin tercümesinde, İbn-i Şahne Revzat’ul- Menazir’de, Ebu’l- Fida ve başkaları da kendi tarihlerinde şöyle nakletmişlerdir:
“Hz. Hasan’ın cenazesini getirdiklerinde Aişe bir katıra binerek Beni Ümeyye’den bir grup şahısla ve köleleriyle birlikte cenazenin önünü keserek İmam Hasan’ın Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanında defnedilmesine izin vermeyeceklerini söylediler.”
Mesudi’nin rivayetine göre İbn-i Abbas şöyle dedi: “Sana şaşıyorum ey Aişe! Halkın Cemel (Deve) günü demesi sana yetmiyor mu ki şimdi de Katır günü desinler! Bir gün deveye bir gün de katıra binerek Resulullah (s.a.a)’in hicabını yırttın (ihtiramını korumadın), Allah’ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Halbuki müşrikler istemese de Allah-u Teala nurunu tamamlayacaktır. Biz Allah içiniz O’na doğru dönücüleriz.”
Bazıları da ona şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Bir gün deveye bindin, bir gün de katıra; yaşayacak olursan bir gün de file bineceksin. (Yani Ebrehe gibi Allah’la savaşmaya kalkışacaksın.) Sana sekizde birin dokuzda biri düştüğü halde sen hepsine el koydun.”[7]
Haşimoğulları kılıç çekip onları defetmek isteyince İmam Hüseyin (a.s) engel olarak; “Kardeşim, cenazesinin arkasında bir hacamat boynuzu kadar bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir.” buyurdu. Bu yüzden cenazeyi geri götürüp Baki mezarlığında defnettiler.
Aişe’nin Hz. Ali’nin Şehadetine Sevinerek Şükür Secdesi Etmesi
Eğer Aişe gerçekten tövbe etmiş ve Hz. Ali’yle savaşmaktan pişman olmuştuysa, o zaman Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca şükür secdesinde bulundu. Nitekim Ebu’l- Ferec İsfahani Mekatil’ut- Talibiyyin kitabında Hz. Ali (a.s)’ın biyografisinin sonunda şöyle yazmıştır: “Aişe Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca şükür secdesi etti.”
Eğer Aişe gerçekten tövbe edip pişman olmuştuysa, neden böylesine sevinmiş bayram etmiştir. Nitekim İbn-i Cerir-i Taberi Tarih kitabında H. 40. Yıl olaylarını yazarken ve Ebu’l- Ferec İsfahani de mezkur kitabında şöyle yazmışlardır: “Bir köle Aişe’ye Hz. Ali’nin şehadet haberini verince Aişe şöyle dedi:
İçim rahat etti, fikrim rahatladı;
Misafirinin gelmesiyle rahat olup gözü aydınlanan kimse gibi.
Yani Aişe misafirini bekleyen birisi gibi sürekli böyle bir haberi bekliyordu. Misafiri gelenin gözü aydınlandığı gibi, Aişe de Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca kalbi rahatlamış, huzura ermiştir. Bu haberi verene; “Onu kim öldürdü?” diye sordu. O da; “Murad oğulları kabilesinden Aburrahman bin Mülcem-i Muradi” dedi. Bunun üzerine de şöyle dedi: “Gerçi Ali benden uzaktır, ama bana ölüm haberini getiren kölenin yüzü toprak görmesin!!”
Orada bulunan Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb onun bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Ali hakkında böylesine sevinmen, böyle sözler söylemen doğru mudur?” Aişe durumun kötüleştiğini görünce şöyle cevap verdi: “Farkında değildim, unutkanlıktan söyledim, bundan sonra böyle söyleyecek olursam bana hatırlatın da söylemeyeyim.”
Lütfen sevgi ve buğzunuzu bir kenara bırakın ve ibret alın. Tövbe etmiş olduğu gerçek değildir, son nefesine kadar O’na düşmanlık etmiştir, yoksa sevinmez ve şükür secdesi etmezdi.
Siz beyler bunları neye yorumluyorsunuz? Aişe diğerlerinden daha hafif akıllı ve hayatında daha huzursuz birisi değil miydi?
Şimdi aklıma gelen bir konu da şu ki; siz beyler, Şiiler Osman’ı, kendi alimlerinizin nakletmiş oldukları sözlerle eleştirdiklerinden dolayı onlara düşmanlık gözüyle bakıyorsunuz.
Aişe’nin Osman Hakkındaki Çelişkili Sözleri
Eğer Osman’ı eleştirmek açısından da olsa, o zaman Aişe’ye iyimser olmamanız gerekir. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi c. 2 s. 77’de, Mes’udi Ahbar’uz- Zaman ve Evset kitaplarında, İbn-i Cevzi Tezkiret’u- Havass’il- Ümme s. 36’da, İbn-i Cerir, İbn-i Asakir, İbn-i Esir ve diğer tarihçi ve alimleriniz de şöyle yazmışlardır: “Aişe sürekli Osman’ı kınıyordu. Nitekim şöyle feryat ediyordu: “Öldürün bu Na’sel’i (ihtiyar ahmağı veya Yahudi Na’sel’e benzeyen bu şahısı). Allah-u Teala onu öldürsün, şüphesiz o kafir olmuştur.”
Ama bilindiği gibi Osman öldürülünce, Hz. Ali’ye olan kin ve düşmanlığı yüzünden şöyle dedi: “Osman mazlum olarak öldürüldü, vallahi onun kanını talep edeceğim, benimle kıyam edin!”
İbn-i Ebi’l- Hadid şöyle yazıyor: “Aişe Osman’a karşı en şiddetli olan kimseydi; hatta Resulullah (s.a.a)’in elbiselerinden birini çıkarıp evine asmış, gelenlere şöyle diyordu: “Bu Resulullah (s.a.a)’in elbisesidir, hala eskimemiş, ama Osman O’nun sünnetini eskitti.”
Yine İbn-i Ebi’l- Hadid şöyle diyor: “Mekke’de Osman’ın ölüm haberini duyan Aişe şöyle dedi: “Yaptıklarından dolayı Allah onu kendi rahmetinden uzak kılsın. Allah-u Teala kullarına zulmedici değildir.” (Yani Allah onu amelinden dolayı cezalandırmıştır.)
Aişe’nin Osman’a söylediği bu tür sözlerden asla rahatsız olmuyorsunuz, ama zavallı Şiilerden duyunca hemen tekfir ediyor, ölümlerine hükmediyorsunuz.
O halde bakışlar temiz olmalıdır, eğer kötümserlik olursa her türlü ayıp bulunabilir. Kesin olan şu ki Aişe, Emir’ul- Muminin Ali’ye karşı kin ve düşmanlık güdüyordu. Müslümanların Hz. Ali (a.s)’a biat ettiğini duyunca şöyle dedi: “Eğer Osman mazlumca öldürüldüğü halde Ali’nin hilafeti kamil olursa, göklerin yere inmesini (dünyanın yok olmasını) isterim.”
Acaba bu tür farklı ve çelişkili sözler Aişe’nin tutarsızlığını göstermiyor mu?
Şeyh: Aişe’nin söz ve davranışlarındaki bu farklıklar oldukça fazla rivayet edilmiştir. Ama bilindiği gibi şu iki şey kesin ve sabittir:
Birincisi; Ümm’ül- Müminin Aişe (r.z) aldatılmıştır, o gün Ali’nin (k.v) velayet makamının farkında değildi, nitekim kendisi de unuttuğunu ve Basra’da hatırladığını açıkça beyan etmiştir. İkincisi de; kesinlikle tövbe etmiş ve Allah-u Teala da geçmişlerini görmezlikten gelerek onu cennetin en yüce derecesine götürecektir!
Davetçi: Tövbe konusunda yeniden konuşmak istemiyorum. Onca Müslümanın kanının dökülmesinin, namusunun çiğnenmesinin ve mallarının yağmalanmasının muhakemesiz üzerinden geçilmesini de söylemiyorum. Doğrudur ki Allah-u Teala af ve rahmet söz konusu olunca merhamet edenlerin en merhametlisidir. Ama ceza söz konusu olunca da cezalandıranların en şiddetlisidir!
Ayrıca bilmek icap eder ki Aişe son nefesine kadar da bu olayların çıkmasına sebep olduğunu itiraf etmiştir. Bu yüzden büyük alimlerinizin de rivayet ettiğine göre şöyle vasiyette bulunmuştur: “Beni Peygamber (s.a.a)’in yanına defnetmeyin; zira O’ndan sonra neler yaptığımı çok iyi biliyorum.”
Nitekim Hakim Müstedrek’te, İbn-i Kuteybe Mearif’te, Muham-med bin Yusuf Zerendi Siret’un- Nebi’de, İbn-i Beyyi’ Nişaburi ve diğerleri de kendi kitaplarında şöyle nakl etmişlerdir:
“Aişe Abdullah bin Zubeyr’e şöyle vasiyet etmiştir: “Beni Baki mezarlığında bacılarımın yanına gömün; zira ben Peygamber (s.a.a)’den sonra birçok olaylara neden oldum.”
Ama sizin; “Aişe unutkan idi, Hz. Ali (a.s)’ın faziletini bildiren rivayetleri Basra’da hatırladı ve Peygamber (s.a.a)’in kendisini bu işlerden sakındırdığını unutmuştu” şeklindeki sözünüze gelince; bu konuda yanıldınız. Lütfen büyük alimlerinizin muteber kitaplarına bakın ve yanlışlığınızı anlayın; özellikle de apaçık gerçekleri anlamak için İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin 2. cildinin 77. sayfasını iyice bir mütalaa edin. Şimdi meselenin aydınlığa kavuşması için o kitabın bazı bölümlerine işaret ediyorum.
Ümmü Seleme’nin Aişe’ye Nasihati
İbn-i Ebi’l- Hadid, Ebi Mihnef Lut bin Yahya Ezdi’nin tarihinden şöyle rivayet etmektedir: “O zaman Ümmü Seleme de Hacc için Mekke’ye gitmişti. Aişe’nin Osman’ın kanını talep ederek Basra’ya doğru gitmek istediğini duyunca çok üzüldü. Meclislerde Hz. Ali (a.s)’ın faziletlerini rivayet ediyordu. Aişe Ümmü Seleme’nin yanına giderek onu da kandırıp kendisiyle Basra’ya götürmek istedi. Ümmü Seleme ona şöyle dedi:
“Daha düne kadar Osman’a sövüyordun, onu kınıyordun, Ona “Na’sel” (ihtiyar ahmak) diyordun; şimdi de onun kanı bahanesiyle Ali’nin karşısında kıyam mı ediyorsun; Ali’ (a.s)’ın onca faziletlerini unuttun mu? Eğer unuttuysan sana hatırlatayım. Hatırla o günü ki ben Hz. Peygamber’le birlikte senin odana geldik, o arada Ali de içeri girdi, Peygamber’e yavaştan bir şeyler beyan ediyordu, biraz uzun sürünce sen Ali’ye saldırmak istedin, ben seni bu işten sakındırdım, ama sen dinlemedin, nihayet Ali’ye saldırarak şöyle dedin: “Dokuz günde bir benim sıramdır, şimdi de gelip Peygamber’i meşgul mu ediyorsun?!” Peygamber (s.a.a) rahatsız olduğundan yüzü kızardığı halde öfkeyle; “Geriye dön; Allah’a and olsun ki Ehl-i Beytim’den ve diğerlerinden hiç kimse imandan çıkmadıkça Ali’ye buğz etmez.” diye buyurdular. Sen de bunun üzerine dediğinden pişman olarak geriye döndün.”
Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.
Ümmü Seleme sözünün devamında şöyle dedi: “Ayrıca o günü hatırla ki sen Peygamber (s.a.a)’in mübarek başını yıkıyordun, ben de yemek yapıyordum. Peygamber (s.a.a) mübarek başını kaldırarak şöyle buyurdu:
“Sizden hanginiz günahkar deve sahibisiniz ki Hav’eb köpekleri ona havlayacak ve sırat köprüsünde yüz üstü düşecektir?”
Ben yemekten elimi çekerek Peygamber (s.a.a)’e şöyle arz ettim: “Ya Resulullah! Bu işten Allah’a ve Resulüne sığınırım.”
O zaman elini senin sırtına vurarak şöyle buyurdu: “Sakın o kimse sen olmayasın!”
Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.
Ümmü Seleme devam ederek şöyle dedi: “ Hatırla o günü ki seferlerin birinde ikimiz de Peygamber (s.a.a)’le birlikteydik. Bir gün Ali Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını dikiyordu, biz de bir gölgede oturmuştuk. Bu esnada baban Ebu Bekir Ömer’le birlikte gelmek için izin istediler, biz de perdenin arkasına geçtik, biraz konuştuktan sonra şöyle dediler: “Ya Resulullah! Biz seninle birlikte olmanın kıymetini bilmiyoruz; bize halifeni tanıtmanı ve senden sonra sığınmamız gereken kimsenin kim olduğunu söylemeni rica ediyoruz.”
Peygamber (s.a.a) Ebu Bekir ve Ömer’e cevaben; “Ben halifemin mekanını görüyorum (onun makamını iyi tanıyorum). Ama (şimdiden) onu tanıtacak olursam, İsrail oğullarının Harun’un etrafından dağıldığı gibi siz de onun etrafından dağılırsınız.” diye buyurdular. Onlar da sustular ve oradan ayrıldılar.
Onlar gittikten sonra biz dışarı çıktık. Ben şöyle arz ettim: “Ya Resulullah! Kim onlara halife olacaktır?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Ayakkabımı diken şahıs.” Peygamber (s.a.a)’in yanından ayrılıp etrafa baktığımızda Ali’den başka kimseyi görmedik; geri dönerek Peygamber (s.a.a)e; “Ya Resulullah! Ali’den başka kimseyi görmedik.” dedik. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdular: “İşte O (Ali) benim halifemdir.”
Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.
Ümmü Seleme: “O halde bütün bu hadisleri bilmene rağmen nereye gidiyorsun?” dedi.
Aişe: “İnsanların arasını bulmak için gidiyorum.” dedi.
O halde beyler kabul edin ki Aişe kandırılmamıştır, bilerek kıyam etmiş, fitne çıkarmıştır. Ümmü Seleme ona Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hadislerini hatırlatmıştır. Ama bilindiği gibi o buna rağmen uyanmamıştır. Hz. Ali (a.s)’ın apaçık gerçek makamını itiraf etmiş olduğu halde Basra’ya doğru yola düşmüş, birçok Müslümanın kanının dökülmesine sebep olan birçok fitneyi yaratmıştır. Özellikle de “Ayakkabı dikme” hadisi, Hz. Ali (a.s)’ın imamet ve hilafetini ispat eden en büyük delildir. Ümmü Seleme, kendisinden sonra halifenin kim olduğunu sorunca Peygamber (s.a.a); “Ayakkabımı diken benim halifemdir” buyurdu ve o halde Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını Ali’den başkası dikmiyordu.
Şii Müslümanların tek günahı hiçbir adetin etkisinde kalmaması ve uzak görüşlülük esasınca 14 asırlık önemli gerçeklere bakmalarıdır. Onlar hiçbir sevgi ve buğza kapılmadan Kur’ân ayetlerinden ve iki fırkanın muteber kitaplarında yer alan hadislerinden istifade etmekte ve hak üzere hüküm vermekteler.
Bu yüzden Hz. Ali (a.s)’ın hilafetinin büyük oyunlar ve hilelerle dördüncü mertebeye atıldığına ve hakkının gasp edildiğine inanmaktadırlar. Ama bilindiği gibi bu durum O’nun faziletlerini ve hakkındaki nasları ortadan kaldıramamış ve kaldıramayacaktır.
Biz de inanıyor ve itiraf ediyoruz ki Ebu Bekir Sakife’de, Ali, Haşimoğulları, sahabenin büyükleri bulunmaksızın ve Ensar’dan Hazrec Kabilesinin muhalefetine rağmen halife olarak adlandırılmış, ondan sonra da ferdi bir diktatörlükle Ömer ve Ömer’in şurasıyla da Osman hilafet kürsüsünde oturmuşlardır. Elbette şu farkla ki onlar kendilerini seçen ve hilafet halkasını boynuna asan bir grubun halifesiydi. Ama bilindiği gibi Hz. Ali (a.s), Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in tarafından seçilen bir halifeydi.
Şeyh: Haksızlık ediyorsunuz, onlar arasında hiçbir fark yoktur. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı (r.z) hilafete geçiren halk, Ali’yi (k.v) de hilafete geçirmiştir.
[7] - Ölen bir adamın çocukları varsa karısına mirasından sekizde bir düşer. Peygamber (s. a.a)’in dokuz hanımı olduğu için de bu sekizde bir oranının, dokuza bölünmesi icab ederdi. Yani Aişe’nin hakkı Peygamber (s.a.a)’den kalan mirasın sekizde birinin dokuzda biriydi. Ama Aişe buna razı olmayarak hepsine el koydu. (Müt.)
PEŞAVER GECELERİ:Aişe’nin Hz. Peygamber’e Eziyet Etmesi
PEŞAVER GECELERİ:Fatıma’yı İncitmek, Allah’ı ve Peygamber’i İncitmektir