PEŞAVER GECELERİ:Tathir Ayetinin Nüzulü Hakkında Eleştiri
SEKİZİNCİ OTURUM
Hafız: Bize göre Tathir ayetinin bu beş kişi hakkında indiği iddiası kesin değildir. Siz bizim kitaplarımızı da anlaşıldığı kadarıyla yakından biliyorsunuz, bu konuda hata ettiğinizi kabul edin; zira Kadı Beyzavi ve Zemahşeri’ye göre Tathir ayeti Resulullah (s.a.a)’in hanımları hakkında nazil olmuştur; bu ayetin beş kişi hakkında indiğini söyleyen bir rivayet varsa da zayıftır; çünkü bu ayet bu mananın tam aksine delalet etmektedir. Ayetin başı ve sonu Peygamber (s.a.a)’in hanımları hakkındadır; bu yüzden ayetin ortasını çıkarıp başkalarına ekleyemeyiz.
Tathir Ayeti’nin Hz. Peygamber’in Eşleri Hakkında Nazil Olmadığının İspatı ve Eleştirinin Cevabı
Davetçi: Sizin bu iddianız birçok açıdan doğru değildir. Evvela; ayetin başı ve sonunun Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımları hakkında olduğunu ve bu yüzden Ali ve Fatıma’nın ayetin muhatabı olmadığı hakkındaki sözünüze gelince; cevabı şudur ki, insanlar günlük konuşmalarında bazen konuşurken aniden sözlerini başka bir yöne atfederek başkalarına hitaben konuşuyorlar ve daha sonra da yeniden ilk sözlerine dönüyorlar.
Böyle bir şey Arap edebiyatı ve şiirlerinde oldukça çoktur, hatta Kur’an’da bile birçok örneği vardır. Özellikle Ahzap süresine dikkat ediniz, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımlarına hitap ederken aniden müminlere hitap edilmekte, sonra yeniden kendilerine dönülmektedir. Bunun şahitlerini detaylı olarak size arz edebilirim. Ama bilindiği gibi bu toplantı buna müsait değildir.
Ayrıca bilmek icap eder ki eğer bu ayet Resulullah (s.a.a)’in hanımları hakkında olmuş olsaydı onlara özgü müennes zamir (dişi çoğul edatı) kullanılması ve böylece “liyuzhibe ankünne ve yutahhirrekunne” denilmesi icap ederdi. Ama bilindiği gibi görüyoruz ki ayette müzekker edatı (kum) kullanılmıştır, bu da ayetin hanımlar hakkında değil, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i hakkında nazil olduğunu açıkça göstermektedir.
Nevvab: Size göre de Hz. Fatıma o topluluktan biridir; o halde neden Hz. Fatıma göz önünde bulundurulmamış ve O’nun hakkında tenis (dişi) zamiri kullanılmamıştır?
Davetçi: (Alimlere işaret ederek) Alimlerin de bildiği gibi Hz. Fatıma’nın olmasına rağmen müzekker zamirinin kullanılması edebiyattaki tağlip (ekseriyet) sanatı itibariyledir. Bir topluluk içinde erkeklerin çoğunlukta olduğu yerde müzekker zamir kullanılmaktadır, hatta bizzat bu ayetteki müzekker kip, bu görüşün zayıf olmadığını, aksine güçlü olduğunu göstermektedir.
Eğer bu ayet Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımları hakkında nazil olmuş olsaydı, kadınlar topluluğu için müzekker edatının kullanılması hata olurdu.
Bunlardan ilave, bilmek icap eder ki sizin muteber kitaplarınızda da yer alan sahih hadisler, bu ayetin hanımlar hakkında değil Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti hakkında nazil olduğuna hükmetmektedir.
Nitekim İbn-i Hacer-i Mekki bütün bağnazlığına rağmen bu ayet hakkında Savaik’ul- Muhrika adlı kitabında şöyle diyor: “Çoğu müfessirler bu ayetin Ali, Fatıma Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu beyan ediyor; zira ayette “müzekker” (erkek) zamiri kullanılmıştır.”
Peygamber (s.a.a)’in Eşleri Ehl-i Beyt’ten Değildir
Bundan da öte birçok delil Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımlarının Ehl-i Beyt’ten olmadığına delalet etmektedir.
Nitekim Sahih-i Müslim ve Cami’ul- Usul’da şöyle rivayet edilmiştir: “Hasin bin Semure Zeyd bin Erkam’a; “Peygamber (s.a.a)’in hanımları da Ehl-i Beyt’ten midirler?” diye sorduğunda Zeyd şöyle dedi: “Allah-u Teala’ya and olsun ki hayır; çünkü kadın bir müddet eşiyle olur, boşanınca babasının evine döner ve babasının ailesine katılır, böylece kocasından bütünüyle kopar. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehli Beyti kendisine sadaka verilmesinin haram olduğu kimselerdir. Onlar hangi eve gitseler, nereye gitseler O Hazretin Ehl-i Beyti’nden çıkmazlar.”
Ayrıca bilmek icap eder ki Şia kaynaklarında Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarından rivayet edilen bütün rivayetlerin yanı sıra bizzat kendi kaynaklarınızda yer alan sayısız hadisler de bu mananın aksine hükmetmektedir.
Tathir Ayetinin Ehl-i Beyt Hakkında Nazil Olduğunu Beyan Eden Ehl-i Sünnet Kaynaklı Rivayetler
Nitekim imam Salebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, imam Fahr-u Razi, Tefsir-i Kebir c. 6, s. 783’de, Celaluddin Suyuti, Durr’ul- Mansur c. 5, s. 199’da ve Hasais’ul -Kubra c. 2, s. 264’de, Nişaburi kendi tefsirinin 3. Cildinde, imam Abdurrazzak Res’ani, Rumuz’ul- Kunuz tefsirinde, İbn-i Hacer Askalani, İsabe c. 4, s. 207’de, İbn-i Asakir, Tarih c. 4, s. 204 ve 206’da, imam Hanbel Müsned c. 1, s. 331’de, Taberi, Riyaz’un- Nazire c. 2, s. 188’de, Müslim, Sahih c. 7, s. 130’da; yine c. 2, s. 331’de, Nebhani, Şeref’ul- Muebbed (Beyrut baskısı) s. 10’da, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii altı müsned haberle Kifayet’ut- Talib’in 100. babında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 33. babında Sahih-i Müslim’den, Şevahid-u Hakim’den o da Aişe’den, on rivayet Tirmizi’den, yine Hakim Alauddevle Simnani, Beyhaki, Taberani, Muhammed bin Cerir, Ahmed bin Hanbel, İbn-i Ebi Şeybe, İbn-i Munzir, İbn-i Saad, Hafız Zerendi ve Hafız bin Merduye’den onlar da Ümmü Seleme’den, Ömer bin Ebi Seleme (Hz. Peygamber’in üvey oğlu), Enes bin Malik, Saad bin Ebi Vakkas, Vasıle bin Eska’ ve Ebu Said Hudri’den Tathir ayetinin beş kişi olan Âl-i Aba hakkında nazil olduğunu nakletmekteler.
Hatta İbn-i Hacer-i Mekki sahip olduğu bütün bağnazlığa rağmen Savaik, s. 85 ve 86’da yedi yoldan bu olayın sıhhatini rivayet etmekte ve bu ayetin Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu itiraf etmektedir.
Seyyid bin Ebu Bekir bin Şahabuddin Alevi Reşfet’us- Sadi Min Bahr-i Fezail-i Beni’n- Nebiyy’il- Hadi s. 14 ila 19’da (Mısır 1303 baskısı) 1. bab’ın zımnında Tirmizi, İbn-i Cerir, İbn-i Munzir, Hakim, İbn-i Merduye, Beyhaki, İbn-i Ebi Hatem, Taberani, Ahmed bin Hanbel, İbn-i Kesir, Müslim bin Haccac, İbn-i Ebi Şeybe ve Semhudi’den ve diğer büyük alimlerinizden yaptığı derin araştırmalarla bu ayetin Âl-i Aba olan beş kişi hakkında nazil olduğunu rivayet etmektedir.
Ayrıca deliller de, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in, kendisine sadaka verilmesi haram olan Ehl-i Beyti’nin kıyamete kadar bu ayetin muhatabı olduğunu ispat etmektedir. Cem’un Beyn’es- Sihah’is- Sitte’de Muvatta, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebi Davud, Sünen-i Secistani, Sünen-i Tirmizi, Cami’ul- Usul’dan naklen bir çok fakih, tarihçi, muhaddis ve alimlerinizin bu ayetin Âl-i Aba olan beş kişi hakkında nazil olduğunu itirafa etmeleri nakledilmiştir. Dolayısıyla sizin yanınızda bu ayetin Âl-i Aba hakkında nazil olduğu tevatür haddine ulaşmıştır. Birkaç inatçı ve bağnaz ve hakkı inkar eden ulemanın bu haberi zayıf kabul etmesinin bütün bu muteber ve mütevatir rivayetler karşısında hiçbir değer ve itibari yoktur.
Küçük yarasa güneşin düşmanı değildir.
O karanlıklar içinde ancak kendine düşmandır.
Fatıma (a.s)’ın Hariresi İle İlgili Ümmü Seleme’nin Hadisi ve Tathir Ayetinin İnişi
Bazı kimseler, Harire (Muhallebi) Hadisi’ni naklederek Tathir ayetinin inişiyle ilgili olayı detaylı olarak, bazıları ise özetle nakletmişlerdir. Örneğin imam Salebi Tefsirinde, imam Ahmed bin Hanbel Müsned’inde ve İbn-i Esir Cami’ul- Usul’da (Sahih-i Tirmizi ve Müslim’den naklen) az bir farkla rivayet ettiğine göre Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımı Ümm-ü Seleme şöyle demiştir:
“Resulullah (s.a.a) benim evimdeydi, Fatıma Resulullah için bir tas harire (muhallebi) getirdi, Resulullah (s.a.a) de sofada oturmuştu, mübarek ayaklarının altında Hayber malı bir aba seriliydi, ben de odamda namaz kılıyordum, Peygamber (s.a.a) Fatıma’ya şöyle buyurdu: “Git kocanı ve çocuklarını da al getir.” Ardından Ali Hasan ve Hüseyin gelerek muhallebi yemekle meşgul oldular, çok geçmeksizin Cebrail nazil olarak onlara şu ayeti okudu:
“Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden ricsi (her çeşit çirkinlik ve pisliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.”[39]
Peygamber (s.a.a) daha sonra abanın artan kısmını onların üzerine örterek mübarek elini göklere kaldırdı ve şöyle dedi:
“Allah’ım, bunlar benim itretim ve Ehl-i Beytimdir; o halde onlardan her türlü pisliği gider ve onları temiz kıl.”
Ümmü Seleme sonra şöyle diyor: Ben de başımı abanın altına koyarak; “Ya Resulullah, ben de sizinleyim.” dedim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sen de hayır üzeresin.” (Yani Ehl-i Beytimin makamında değilsin, ama akıbetin hayır üzeredir!)
O halde bu ayet sadece bu beş kişinin, her türlü küfür, nifak, şüphe, iftira, yalan, riya ve günahlardan uzak ve beri olduğuna delalet etmektedir. Nitekim Fahr-u Razi tefsirinde şöyle diyor: “Bu ayet, O’nların tüm günahlardan uzak olduğuna ve İlahi keramet ridasına büründüklerine delalet etmektedir.”
Bazı alimlerin, kendi muteber kitaplarında Ali ve Fatıma’nın bu ayetin kapsamında olduğunu ve her türlü günah, kötülük, iftira ve yalandan münezzeh olduğunu nakletmelerine rağmen insafsızlık ederek Hz. Ali (a.s)’ın imamet iddiasını, Hz. Fatıma hakkındaki şehadetini ve Hz. Fatıma’nın Fedek hakkındaki iddiasını ret etmeleri gerçekten çok şaşılacak bir durumdur! Burada insaflı kimselerin nasıl hükmedeceklerini bilemiyorum!
Konumuza dönelim, lütfen insaf üzere hüküm verin; Ali ve Fatıma gibi Allah-u Teala’nın, her türlü pislik ve kötülükten münezzeh kıldığı, yani büyük ve küçük günahlardan masum olmalarını irade buyurmuş olduğu kimselerin red edilmesi, ama öte yandan Cabir gibi sıradan bir Müslüman’ın iddiasının kabul edilmesi doğru mudur?! O değerli ailenin haklarının çiğnenmesi insaf mıdır?!
Hafız: Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in halifesi ve mümin bir sahabenin Resulullah (s.a.a)’e bütün yakınlığına rağmen kasten kalkıp Fedek’i gasbetmesi inanılacak bir durum değildir. Şüphesiz insan yaptığı her şeyi bir maksat üzere yapar. Bütün beytülmali elinde bulunduran birinin Fedek’i gasbetmeye ne ihtiyacı olabilir ki?
Davetçi: Şüphesiz ki ihtiyaç meselesi değildi. Onlar Ehl-i Beyt-i zamanın Müslümanlarının gözünde küçük düşürmek, inzivaya itmek istiyorlardı. Çünkü Ehl-i Beyt hilafet makamına daha evla ve layık olduklarından dolayı, hilafeti hayal etmemeleri için fakr-u zaruret içinde olarak kendileriyle meşgul olmalıydılar. Zira dünya peşinde olan insanlar dünyalarının idare edileceği yere giderler.
Onlar, azamet, ilim, fazilet, takva ve edep sahibi bu ailenin zengin oldukları takdirde halkın onlara daha çok yöneleceğini tahmin ediyorlardı. İşte bu yüzden Fedek’i siyaset gereği gasbettiler ve O’nlara güçlenebilecekleri tüm yolları kapadılar.
Ehl-i Beyt’tin Humus Hakkından Mahrum Kılınması
Bu gasp edilen yollardan biri de Ehl-i Beyt’in sabit hakkı olan humus idi. Allah-u Teala Hz. Peygamber ve Ehl-i Beytine sadakayı haram kıldığından dolayı, ümmetin ekseriyetinin icmasıyla O’nlara humus yolunu açmış ve Enfal suresinin 41. ayetinde açıkça şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin humusu (beşte biri), Allah’ın, Resulün, O’nun akrabalarının, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Eğer Allah’a, hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği günde (Bedir savaşında) kulumuza inanıyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). Allah her şeye kadirdir.”
Böylece Ehl-i Beyt (a.s) kıyamete kadar refah ve huzur içinde yaşayacak, halka muhtaç olmayacaktı. Ama bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra bu açıdan da Ehl-i Beyt’i baskı altında tuttular. Ebu Bekir, taraftarlarıyla birlikte açık ve sabit olan humus haklarını da O’nlardan aldılar. Humus paralarıyla savaş malzemeleri alınması gerektiğini ifade ettiler. Böylece Ehl-i Beyt (a.s) her taraftan mahrum edildi. Çünkü sadaka kendilerine haramdı, var olan açık humus hakları da ellerinden alındı.
Nitekim imam Şafii Kitab’ul- Umm’da bu konuyla ilgili şöyle diyor: “Ehl-i Beyt’e sadaka yerine humus karar kılınmıştır. Onlara az veya çok sadaka verilemez. Onların sadaka alması, tanıyanların da O’nlara sadaka vermesi haramdır. Onlara humsun yasaklanmış olması bile O’nlar için sadakayı helal kılmaz.”
Ömer bin Hattab’ın zamanında; “humus çok arttı, hepsini Peygamber’in akrabalarına vermek olmaz, savaş teçhizatı almak icap eder.” bahanesiyle bu hakları da elinden alındı ve şimdiye kadar da bu İlahi haklarından mahrum kılınmışlardır.
Hafız: İmam Şafii humsun beşe bölünmesini, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hakkının Müslümanların ihtiyaç ve maslahatları yolunda harcanmasını, bir bölümünün yakınlık sahiplerine ve diğer üç kısmının da yetim, fakir ve yolda kalmışlara harcanmasını açıkça beyan etmiştir.
Davetçi: Resulullah (s.a.a) zamanında, müfessirlerin ekseriyetinin ittifakına göre, bu ayet Resulullah (s.a.a)’in evlat ve akrabalarına yardım için nazil olmuştur ve de humus onlara harcanıyordu Ama bilindiği gibi Şia Ehl-i Beyt’e uyarak, bu konuda var olan apaçık ayet sebebiyle humsu altı kısma ayırmaktadır. Allah-u Teala’nın, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ve yakınlık sahiplerinin payı masum İmama verilmektedir. İmamın gaybetinde de adil fakih ve müçtehit olan bir naibine veriliyor, o da salah gördüğü yerde Müslümanların maslahatı için harcıyor. Diğer üç pay ise Benihaşim’den olan yetimlere, muhtaçlara ve yolda kalmışlara verilmektedir.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra Haşim oğulları’ndan bu hakkı da gasbettiler. Nitekim Suyuti Durr’ul- Mensur, s. 3’de, imam Salebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Zemahşer’i Keşşaf’ta, Kuşçu Şerh-i Tecrid’de, Nesai el-Fey kitabında ve daha birçok alim kendi eserlerinde bu hakkın Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra akıllı siyasetçiler tarafından kendi maksatlarını ilerletmek için alındığını yazmaktadırlar!!!
Hafız: Siz, müçtehidin görüş hakkı olduğuna inanmıyor musunuz? Şüphesiz Ebu Bekir de Müslümanlara yardım etmek için böylesine içtihatta bulunmuştur.
Davetçi: Evet müçtehidin görüşü câizdir; ama nass karşısında değil. Siz Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerini, Kur’an ve sünnet karşısında geçerli mi biliyorsunuz? İnsafen bu câiz midir?
Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bir hüküm verince, halife ümmetin salahı bahanesiyle naslar karşısında içtihat edebilir mi? Lütfen biraz insaflı olun. Bu işte art bir niyet olduğunu sezinlemiyor musunuz? Şüphesiz akıllı ve tarafsız bir insan olaya dikkatle bakacak olursa, kötü niyeti sezinler ve olayın hiçte öyle sade olmadığını anlar. Gerçekte onların maksadı Peygamber (s.a.a)’in ailesini perişan kılmaktı.
Allah-u Teala Ali’yi Peygameber’in Şahidi Kılmıştır
Ayrıca bilmek icap eder ki Allah-u Teala Hz. Ali’yi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şahidi kılmıştır. Nitekim Kur-an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Rabbinden açık bir belge üzerinde bulunan, O’nu (Peygamber’i) kendisinden bir şahit (Ali) izleyen...”[40]
Hafız: Bana göre ayetteki belge sahibinden maksat, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), şahit ise Kur’ân’dır. Sizin, “şahid”in Ali (k.v) olduğuna dair deliliniz nedir?
Davetçi: Ben ayetlerde tasarrufta bulunmak ve Kur’ân’ı kendi görüşüme göre mana etmek cesaretine sahip değilim. Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan Ehl-i Beyt (a.s), bu ayetteki şahitten maksadın Hz. Ali (a.s) olduğunu açıkça beyan etmiştir.
Üstelik alim ve müfessirleriniz de otuzun üstünde rivayet nakletmişlerdir. Örneğin: İmam Salebi Tefsiri’nde üç hadis rivayet etmiş, Celaluddin Suyuti ise Durr’ul- Mansur’da İbn-i Merduye, İbn-i Ebi Hatem ve Ebu Naim’den rivayet etmiştir. İbrahim bin Muhammed Himvini ise Feraid’us- Simtayn’de üç senetle nakilde bulunmuştur. Süleyman Belhi el-Hanefi ise 26. babda; Sa’lebi, Himvini, Harezmi, Ebu Naim ve Vakidi’den rivayet etmektedir. İbn-i Meğazili de İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah ve başkalarından rivayet etmektedir. Hafız Ebu Naim İsfahani de üç yolla rivayet etmektedir.
Ayrıca bilmek icap eder ki Taberi, İbn-i Meğazili, İbn-i Ebi’l- Hadid, Muhammed bin Yusuf-u Genci (Kifayet’ut-Talib, 62. bab) ve benzeri alimleriniz de bu inançtadır. Az bir kelime farklılıklarıyla ayetteki şahitten maksadın Hz. Ali olduğunu beyan etmişlerdir.
Hatip Harezmi, Menakıp’ta şöyle diyor: İbn-i Abbas’a; “Ayetteki şahit kimdir” diye sorduklarında; “Şahit Peygamber-i Ekrem için şahitlik eden ve O’nun kendisinden olan Ali’dir” dedi.
Bu yüzden kendi alimlerinizin de tasdik etmiş olduğu üzere, ümmetin, Allah-u Teala’nın Peygamber (s.a.a)’in şahidi kıldığı Hz. Ali’nin şahitliğini kabul etmesi farzdı.
Resulullah (s.a.a) Huzeyme bin Sabit’in şehadetini iki kişinin şehadeti gibi kabul etmiş, “Zu’ş- şehadeteyn” (iki şehadet sahibi) diye adlandırmıştır. Allah-u Teala da bu ayette, Hz. Ali’yi Müslümanlar arsında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şahidi kılarak O’nun için bir özellik tanımıştır. Tathir ayetine göre de Hz. Ali (a.s) masum ve hatadan münezzeh biridir; kendi menfaatleri için asla iftira ve yalan yere şehadette bulunmaz.
Bilemiyorum, nasıl cesaret ettiler, hangi şer’i delile göre şehadetini kabul etmediler? Hatta kendisine hakaret bile ettiler. Şahitliğini red ederken de “bu işte menfaat sahibidir” dediler, bu delil üzere de tanıklığını kabul etmediler.
Ayrıca bilmek icap eder ki mecliste ve gıyabında birçok kinayelerle ihanet ettiler, bunların sadece bazısına daha önce işaret etmiş olduğum için konunun detayına girmiyorum. Dünyayı üç talakla boşayan, insanların en takvalısı olan, dost düşman herkesin kabul etmiş olduğu Ali gibi bir şahsiyetin dünyayı istemesi ve bunun da ötesinde kendi kitaplarınızda bile yazılan, ağzıma almaktan haya etmiş olduğum kelimelere muhatap olmasına razı olur musunuz?
Velhasıl, ‘Ali bu işte menfaat sahibidir’ iddiasıyla halka Ali (a.s)’ın eşi için haşa yalan yere tanıklık edebileceğini ilka ettiler. Halbuki bilindiği gibi Allah-u Teala O’nun tanıklığını kabul etmiş, bunlar ise oyunlar oynayarak O’nun tanıklığını red etmişlerdir.
Nazil olan onca Kur’an ayetlerinin, velayet makamını pekiştirmesinin ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s) hakkındaki onca tavsiyelerinin neticesi bu mu olmalıydı?
O Hazrete o kadar eziyet ettiler ki “Şıkşıkıyye” hutbesinde dertleşerek şöyle demektedir: “Gözümde diken, boğazımda kemik olarcasına sabrettim.” Hz. Ali (a.s)’ın bu iki cümlesi, O’nun sonsuz derdini, acısını ve sabrını anlatmaktadır.
Bir başka yerde de şöyle buyurmuştur:
“Allah’a and olsun ki, Ali bin Ebi Talip çocuğun annesinin memesine duyduğu iştiyaktan daha şiddetlisini ölüme duymaktadır.”
Hz. Ali (a.s)’ın içi dertle doluydu, hayattan bıkmıştı, en büyük şaki Abdurrahman bin Mülcem zehirli kılıcıyla başını ibadet mihrabında yarınca, “Kabe’nin Rabb’ine and dolsun ki kurtuldum.” diye buyurmuştur.
Kendi büyük tarihçilerinizin de yazdığı üzere ilk günlerde olmaması gereken şeyleri yaptılar, söylenmemesi gereken şeyleri söylediler. Ama bugün siz bilginlerin artık Allah-u Teala ve Resulünun sevgilisi olan Hz. Ali’yi incitmesi ve meseleyi avam halka yanlış aktarması doğru değildir. Sizin de bildiğiniz gibi Hz. Ali’yi incitmek, Resulullah (s.a.a)’i incitmek demektir.
Hz. Ali’yi İncitenleri Kınayan Rivayetler
Büyük alimlerinizden imam Ahmed bin Hanbel kendi Müs-ned’inde birkaç yolla ve imam Salebi kendi Tefsiri’nde, Himvini ise Feraid’de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Ali’yi inciten beni incitmiştir. Ey insanlar Ali’yi inciten kıyamette Yahudi veya Hıristiyan olarak haşir olacaktır.”
İbn-i Hacer-i Mekki 9. babın 2. faslının zımnında, 16. Hadiste, Saad bin Ebi Vakkas’tan ve Muhammed bin Yusuf da Kifayet’ut-Talib’in 68. babında müsned olarak Resulullah (s.a.a)’ten şöyle rivayet etmektedir: “Ali’ye eziyet eden, bana eziyet etmiştir.”
İzin verirseniz aklıma gelen bir hadisi nakledeyim; ne de olsa Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hadisini duymak da ibadettir. Bu hadisi Buhari Sahih’de, imam Ahmed Müsned’de, Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ül- Kurba’da, Hafız Naim İsfahani Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i Fi Ali’yyin’de, Hatip Harezmi Menakıp’ta, İbn-i Meğazili eş-Şafii Menakıp’ta, Hakim Ebu’l- Kasım Haskani Hakim Ebu Abdullah Hafız’dan, o da Ahmed bin Muhammed bin Ebu Davud’dan, o da Ali bin Ahmed-i İcli’den, o da İbad bin Yakub’dan, o da Ertat bin Habib’den, o da Ebu Halid Vasiti’den, o da Zeyd bin Ali bin Hüseyin’den, o da babası Hüseyin bin Ali’den, o da babası Ali bin Ebi Talip’ten nakletmişlerdir. Bu ravilerin hepsi de kendi kıllarından tutarak demişlerdir ki; “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de böylece mübarek kılından tutarak şöyle buyurdular:
“Ya Ali, her kim senin bir tek kılını dahi incitirse, beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir; kim de Allah’ı incitirse Allah’ın laneti onun üzerine olsun.”
Seyyid bin Bekr bin Şahabuddin Alevi Reşfet’us- Sadi Min Bahr-i Fezail-i Beni’n- nebiyy’il- Hadi, s. 60’da 4. babın zımnında Taberani’nin Kebir’inden, İbn-i Habbab’ın Sahih’inden ve Hakim’den hadisi sahih kabul ederek Hz. Ali (a.s)’dan Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Kim Ehl-i Beytim hakkında bana eziyet ederse, Allah’ın laneti onun üzerine olsun.”
Bu samimi sözlerimin etkili olmasını ümit ediyorum; siz muhterem beyler, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in daha çok üzülmesine ve mukaddes ruhunun incinmesine razı olmayın. İlahi adalet mahkemesinde cevap vermek zordur. (Bu toplantı müddetince ağlar gözle konuşuyordum, orada olanların, hatta bazen Hafız’ın bile gözlerinden yaşlar akıyordu.)
Siz beyler biraz düşünün, dakik olun, kendinizi olayın içerisinde görerek bakın ki, daha iki ay önce Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in huzurunda kendisine biat etmiş, Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emriyle ona teslim olmuş bu ümmet arasında Hz. Ali (a.s)’ın tanıklığının red edilmesi, Hz. Fatıma’nın mülküne el koyulması ve O’nlara hakaret edilmesi, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu iki emanetini ne kadar özdü ve İslam düşmanlarını ne kadar hoşnut etti! Mazlum Fatıma (a.s) o kadar rahatsız olup gazaplandı ki, genç yaşta dert ve hüzün içinde dünyadan ayrıldı.
Hafız: Şüphesiz ki ilk başlarda Hz. Fatıma rahatsız olup öfkelenmiştir. Ama daha sonra halifenin hak üzere hüküm verdiğini görünce, onlardan razı olup büyük bir rızayet içinde dünyadan ayrılmıştır.
[39] - Ahzab/33.
[40] - Hud/17.
PEŞAVER GECELERİ:Ali’ye İtaat, Allah’a ve Peygamber’e İtaattir
PEŞAVER GECELERİ:İslam’da Peygamber (s.a.a)’in Huzurunda Çıkarılan İlk Fitne