PEŞAVER GECELERİ:İslam’da Peygamber (s.a.a)’in Huzurunda Çıkarılan İlk Fitne
SEKİZİNCİ OTURUM
Ali’ye Eziyet Peygamber’e Eziyettir
Tüm alimlerinizin kitaplarında da yer alan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ali ve Fatıma (a.s) hakkında ümmetine yaptığı tavsiyelerin neticesi bu muydu? Halbuki bilindiği gibi Peygamber (s.a.a) onların her ikisi hakkında buyurmuştur şöyle buyurmuştur: “Onları inciten beni incitmiştir; beni inciten ise Allah’ı incitmiştir.”
Yine buyurmuştur ki: “Ali’ye eziyet eden, bana eziyet etmiştir.”
Ali’ye Sövmek Peygamber’e Sövmektir
Bunlardan da yücesi tüm muteber kitaplarınızda yer aldığı üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ali’ye söven bana sövmüştür; bana söven ise Allah’a sövmüştür.”
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii Kifayet’ut- Talib kitabının 10. babının başlarında, İbn-i Abbas’tan müsned olarak uzunca bir hadis rivayet etmektedir; ki Ali’ye söven bir grup Şam ehline karşı şöyle buyurmuştur: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ali’ye şöyle buyurduğunu duydum:
“Sana söven bana sövmüştür; bana söven ise Allah-u Teala’ya sövmüştür. Allah-u Teala’ya söven ise yüz üstü cehenneme atılacaktır.”
Bu hadisten sonra müsned olarak rivayet etmiş olduğu diğer hadislerin tümü de Ali’ye sövenlerin küfrüne delalet etmektedir. Nitekim onuncu babını şöyle adlandırmıştır: “el-Bab’ul- Aşr-i fi Küfr-i Men Sabbe Aliyyen” (Ali’ye Sövenlerin Küfrü Hakkındaki Bab)
Hakeza Hakim, Müstedrek c. 3, s. 121’de bu mezkur hadisi, son cümle hariç olduğu gibi nakletmiştir.
Bu hadisler gereğince, Ali’ye sövenler Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem’e sövmüşlerdir O’nlara sövenler ise (Muaviye, Emeviler, Hariciler ve Nasibiler gibi) mel’un ve ateş ehlidirler.
Bu kadar yeter sanırım, kıyamet geç de olsa gelecektir. Mazlum büyük annemiz Hz. Fatıma (a.s) sessiz kalıp hesaplaşmayı kıyamet günü İlahi mahkemeye havale etmiş olduğu için biz de susuyoruz. Şimdi şahit olarak gösterdiğiniz hadisin (Biz peygamberler miras bırakmayız...) reddine dair getirdiğim delillere dönelim.
Hz. Ali, İlim ve Hikmet Kapısıdır
“Biz peygamberler miras bırakmayız” hadisinin merdut olduğu hakkındaki ikinci delilimiz ise Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in buyurduğu ve Sünni-Şii tüm Müslümanların ittifak etmiş olduğu şu hadistir: “Ben ilim şehriyim, Ali ise kapısıdır.” Hakeza: “Ben hikmet eviyim Ali ise kapısıdır.”
Akıl ve ilmin de gerektirdiği gibi Resulullah (s.a.a)’in ilim kapısı olan, O’ndan menkul hadisleri, özellikle de toplumun düzenini sağlayan miras gibi önemli hükümleri herkesten daha iyi ve kamil bilmek zorundadır. Aksi takdirde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ilim kapısının olmasının hiçbir manası kalmaz ve “İlim öğrenmek isteyen kapıdan gelmelidir.” buyurmasına gerek olmazdı.
Sizin muteber kitaplarınızda yer alan hadislere göre, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali’yi ümmetin en iyi hüküm vereni tanıtarak şöyle buyurmuştur: “Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.”
Hz. Peygamber (s.a.a)’in, hüküm vermede herkesten üstün olduğunu buyurduğu birisinin miras ve hukuktan habersiz olması düşünülebilir mi? Peygamber (s.a.a)’in bu konudaki hükümleri, O’na söylememiş olması mümkün müdür? Halbuki bilindiği gibi hüküm veren bir insanın, mirasın da içinde bulunduğu tüm hukuk ve fıkıh hükümlerini bilmesi gerekir.
Özellikle Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şahsi işi sayılan miras hükmünü, Hz. Ali gibi O Hazretin ilim kapısı olan birisinin duymamış olması, Evs bin Hatsan veya Ebu Bekir bin Kuhafe gibilerin duymuş olması mümkün müdür?
Acaba sizin aklınız şunu kabul ediyor mu ki sıradan bir insan bile tam güvendiği birisini kendine vasi kılıp da ailesine bırakacağı miraslar hakkında ona hiçbir beyanda bulunmasın ve öte yandan yabancı birine şöyle veya böyle yapmasını emretsin?!
Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bi’set nedeni, toplumu diri tutmak ve insanların dünya ahiret saadetini temin etmektir; Allah-u Teala da Hz. Ali’yi Peygamber (s.a.a)’in vasisi karar kılmıştır; Hz. Ali bundan da öte Peygamber (s.a.a)’in ilim ve hikmet kapısıdır. Tüm bunlara rağmen Hz. Peygamber (s.a.a)’in, toplum düzenini bozan böyle bir konuda Hz. Ali’ye bir şey söylememiş olması mümkün müdür?!
Şeyh: Bu iki konunun hiçbirisi bizce sabit değildir. Çünkü “Ben ilmin şehriyim” hadisini büyük alimlerimiz kabul etmemektedirler. Vesayet konusu da Ehl-i Sünnet alimlerinin ekseriyeti tarafından red edilmiştir ve kesin değildir. Zira Buhari ve Müslim kendi Sahih’lerinde, diğerlerinin de büyük alimlerden müsned olarak rivayet ettiğine göre Ümm’ül- müminin Aişe şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.a) hasta yatağında yatarken başı göğsüme dayalıydı ve bu şekilde dünyadan göçtü.”
Yani O Hazretin hiçbir şey vasiyet etmediğine şahit olmuştur. Peygamber (s.a.a) bir vasiyet etmiş olmuş olsaydı, Ümm’ül- müminin onu mutlaka duyar ve O’ndan rivayet ederdi. Dolayısıyla vasiyet konusu asla doğru değildir.
Davetçi: Mezkur hadis hakkında yanlıyorsun; zira her iki fırkanın da ittifak ettiği bir hadistir. Hatta tevatür derecesine yaklaşmıştır. Sa’lebi, Firuzabadi, Hakim Nişaburi, Muhammed Cezvi, Muhammed bin Cerir Taberi, Suyuti, Sehavi, Muttaki Hindi, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii, Muhammed bin Talha eş-Şafii, Kadı Fazl bin Ruzbehan, Menavi, İbn-i Hacer-i Mekki, Hatip Harezmi, Süleyman Kunduzi Hanefi, İbn-i Meğazili eş-Şafii, Deylemi, İbn-i Talha eş-Şafii, Mir Seyyid Ali Hemedani, Hafız Ebu Naim İsfahani, Şeyh’ul- İslâm Himvini, İbn-i Ebi’l- Hadid Mutezili, Taberani, Sibt bin Cevzi, imam Abdurrahman Nesai ve başkaları bunu rivayet etmişlerdir.
Vesayet konusu ve Peygamber (s.a.a)’den nakledilen rivayetler de tevatür derecesindedir. Dolayısıyla sadece inatçı, bağnaz ve taassup esiri insanlar reddedebilir.
Nevvab: Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in halifesi O’nun aile işleriyle de ilgilenen bir vasisi konumundadır. Nitekim halifeler hep bununla ilgilenmiş ve Peygamber (s.a.a)’in eşlerinin giderlerini karşılamışlardır. O halde Hz. Ali’yi vasiliğe özel olarak tayin ettiği nereden bellidir?
Davetçi: Doğru beyan ediyorsunuz, şüphesiz Peygamber (s.a.a)’in halifesi ve vasisi birdir. Daha önceki geceler hilafetin delil ve naslarını sizlere beyan ettim. Hz. Ali’nin vasiliği oldukça açık ve kesindir. Başkaları hile ve desiselerle uğraşırken, Hz. Ali (a.s) Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in gusül, kefen ve defin işleriyle uğraşıyordu. Daha sonra da Resulullah (s.a.a)’in yanında bulunan emanetleri kendisi sahiplerine vermeye başladı. Bunlar bütün alimlerin ittifak etmiş olduğu şeylerdir.
Vesayet Hakkındaki Rivayetlerin Nakli
Sayın Şeyh’in bir daha; “Bizim alimlerimizin nezdinde bu hadis red edilmiştir” dememesi için bu mananın ispatı hakkında kısa olarak birkaç hadis nakletmek zorundayım:
1- İmam Sa’lebi Menakıb ve Tefsirinde, İbn-i Meğazili eş-Şafii, Menakıb’da, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ül- Kurba’nın altıncı Meveddet’inde, ikinci halife Ömer bin Hattab’dan şöyle rivayet etmekteler: “Resulullah (s.a.a) ashabı arasında kardeşlik akdi yaptığında şöyle buyurdular:
“Bu Ali dünya ve ahirette kardeşimdir, ehlim nezdinde halifemdir, ümmetim arasında vasimdir, ilmimin varisidir, borçlarımın ödeyicisidir, onun malı benim malım, benim malım da onun malıdır, onun yararı benim yararım, onun zararı da benim zararımdır, onu seven beni sevmiştir, ona buğz eden bana buğz etmiştir.”
2- Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde kitabının 15. babını bu konuya ayırmış ve Sa’lebi, Himvini, Hafız Ebu Naim, Ahmed bin Hanbel, İbn-i Meğazili, Harezmi ve Deylemi’den Ali (a.s)’ın vesayetini ispat eden 20’den fazla rivayet nakletmiştir. Bu rivayetlerden sadece bazısını siz beyler için nakletmek istiyorum. Şeyh Süleyman Belhi, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inden (Sibt bin Cevzi de Tezkiret’ul- Havas’il- Ümmet s. 26’da ve İbn-i Meğazili eş-Şafii de Menakıb’da bu rivayeti nakletmişlerdir) rivayet etmiş olduğu üzere Enes bin Malik şöyle diyor:
“Selman’a, vasisinin kim olduğunu Peygamber (s.a.a)’e sormasını söyledim. Selman da; “Ya Resulellah vasin kimdir?” diye sordu.
Resulullah da; “Ey Salman, Musa’nın vasisi kimdi?” diye sordu.
Salman; “Yuşa bin Nun idi” dedi.
Peygamber (s.a.a) de; “Benim vasim, varisim, borçlarımı ödeyen ve vaadime vefa gösteren Ali bin Ebi Talip’tir.” diye buyurdu.
3- Muvaffak bin Ahmed’den, o da Bureyde’den Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Her nebinin bir vasi ve varisi vardır. Şüphesiz Ali de benim vasim ve varisimdir.”
(Muhammed bin Genci eş-Şafii de Kifayet’ut-Talib s. 131, bab 62’de müsned olarak bu rivayeti nakletmekte ve şöyle demektedir: “Bu hadis, Şam Muhaddisi’nin de Tarih’inde rivayet etmiş olduğu güzel bir hadistir.”
4- Şeyh’ul- İslâm Himvini’den, o da Ebuzer’den Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Ben Peygamberlerin sonuncusuyum; ey Ali, sen de kıyamete kadar vasilerin sonuncususun.”
5- Hatib-i Harezmi’den, o da Ümmü Seleme’den Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Allah-u Teala her peygambere bir vasi seçmiştir; Ali de benden sonra Ehl-i Beytim, itretim ve ümmetim arasında benim vasimdir.”
6- İbn-i Meğazili Şafii’den, o da Asbeğ bin Nebate’den (Buhari ve Müslim’in de kendisinden rivayet etmiştir) Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Ey insanlar, ben yaratıkların İmamıyım ve mahlukatın en iyisinin vasisiyim. Doğru yola hidayet edici tertemiz itretin babasıyım. Ben Resulullah (s.a.a)’in kardeşi, vasisi, velisi, dostu ve habibiyim. Ben müminlerin emiriyim. Eli, ayağı ve alnı akların (secde uzuvları nurlu olanların) önderiyim ve vasilerin efendisiyim. Benimle savaşmak Allah-u Teala ile savaşmak ve benimle barışmak Allah-u Teala ile barışmaktır. Bana itaat Allah-u Teala’ya itaattir. Benim velayetim Allah’ın velayetidir. Bana uyanlar Allah’ın dostlarıdır, benim yaranlarım Allah-u Teala’nın yaranlarıdır.”
7- Hakeza İbn-i Meğazili Şafii Menakıb’da Abdullah bin Mesud’dan naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
“Davet (risalet), ben ve Ali ile sona erdi; ikimiz de asla puta tapmadık; Allah-u Teala beni peygamber, Ali’yi de vasi karar kıldı.”
8- Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 4. Meveddet’inde Utbe bin Amir-i Cehni’den şöyle rivayet etmektedir:
“Resulullah’a, Allah-u Teala’nın birliği, Muhammed’in peygamberliği ve Ali’nin vasiliği üzerine biat ettik. Dolayısıyla bu üçünden her birini terk edecek olursak kafir oluruz.”
9- Meveddet’ul- Kurba’da yer alan bir hadiste de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah-u Teala her peygambere bir vasi karar kılmıştır. Şiys’i Adem’e, Yuşa’yı Musa’ya, Şem’un’u İsa’ya ve Ali’yi de bana vasi kılmıştır. Ali vasilerin en üstünüdür. Ben davet edici, Ali ise (hak ve hakikati) aydınlatıcıdır.”
10- Yenabi kitabının sahibi, Harezmi’nin Menakıb’ından Ebu Eyyub Ensari’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Resulullah (s.a.a) hastalanınca Fatıma (a.s) Hazretin yanına geldi ve sürekli ağlıyordu. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onun ağladığını görünce şöyle buyurdular:
“Ey Fatıma, Allah-u Teala’nın sana olan kerameti; herkesten önce İslâm’ı seçen, ilmi herkesten daha çok olan ve hilmi herkesten büyük olan birini sana eş olarak seçmesidir. Allah Teala yeryüzü ehline baktı, onların arasından beni seçti ve beni peygamber olarak gönderdi. Yine yeryüzü ehline baktı, onların arasından eşin Ali’yi seçti ve O’nu seninle evlendirmemi ve kendime vasi kılmamı bana vahy etti.”
İbn-i Meğazili Şafii Menakıb’da bu rivayetin devamında şu cümleleri de nakletmektedir:
“Ey Fatıma, biz Ehl-i Beyt’e, daha önce kimseye verilmeyen ve bizden sonra da kimsenin derk edemeyeceği yedi özellik verilmiştir: En büyük nebi bizdendir, o da senin babandır; vasimiz en üstün vasidir, o da senin eşindir; şehidimiz en hayırlı şehittir, o da amcan Hamza’dır; cennette istediği yere uçan iki kanatlı da bizdendir, o da amcan oğlu Cafer’dir; cennet ehlinin iki efendisi de bizdendir, onlar da senin oğullarındır. Nefsim elinde olan Allah-u Teala’ya and olsun ki İsa bin Meryem, arkasında namaz kılacağı bu ümmetin Mehdi’si de senin evlatlarındandır.”
İbrahim bin Muhammed Himvini de Feraid’de bu hadisi naklettikten sonra şu cümleleri de zikretmiştir:
“Yeryüzü zulümle dolduktan sonra Mehdi yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Ey Fatıma, üzülme, ağlama; şüphesiz ki Allah-u Teala sana benden daha merhametli ve şefkatlidir. Bu da kalbimde olan yerin ve makamın sebebiyledir. Allah-u Teala seni, soy açısından en büyük, halka en merhametli, eşit bölmede en adaletli ve hükümleri en iyi bilen biriyle evlendirmiştir.”
Zan edersem Nevvab beyin itminanı sağlamak ve Şeyh’in yanlışlığını düzeltmek için Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet ettiğim bunca hadis yeterlidir. Yoksa Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini ifade eden pek çok nebevi hadis mevcuttur.
Resulullah (s.a.a) Vefat Ederken Başı Hz. Ali’nin Göğsü Üzerindeydi
Şeyh’in dediği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat edince başı Ümm’ül- müminin Aişe’nin göğsünde değildi. Zira Ehl-i Beyt (a.s)’dan rivayet edilen sahih rivayetler, Şia ulemasının icması ve büyük alimlerinizin muteber kitaplarında yer alan rivayetler de bunu reddetmekteler. Bütün bunlar Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat edince başının Emir’ul- Müminin Ali’nin göğsü üzerinde olduğunu ve o saatlerde Hz. Ali’nin göğsüne ilim kapılarının açıldığı rivayet edilmektedir.
Şeyh: Hangi alimimizin kitabında böyle bir şey yer almıştır?
Davetçi: Lütfen Kenz’ul- Ummal’ın c. 4, s. 55’ine, yine c. 6, s. 400’üne, Tabakat-i Muhammed bin Saad’ın c. 2, s. 51’ine, Müstedrek-i Hakim Nişaburi’nin, c. 3, s. 139’una, Telhis-i Zehebi’ye, Süneni İbn-i Ebi Şebye’ye, Kebir-i Taberani’ye, Müsned-i imam Ahmed bin Hanbel’in, 3. Cildine, Hafız Ebu Naim’in Hilyet’ul- Evliya kitabına ve diğer birçok muteber kitaplarınıza müracaat ediniz; hepsinde farklı tabirlerle Ümm’ül- Müminin Ümmü Seleme, Cabir bin Abdullah Ensari ve diğerlerinden şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat etmeden önce Hz. Ali’yi yanına çağırdı ve ruhu bedeninden çıkana dek mübarek başı O’nun göğsü üzerinde idi.”
Bütün bu rivayetlerden daha önemlisi, bizzat Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul- Belağa’de buyurmuş olduğu sözdür. İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 3, s. 561’inde O Hazretin şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:
“Resulullah (s.a.a) vefat edince başı göğsümdeydi; elimin üzerinde olduğu hadle ruhu bedeninde çıktı ve (teyemmüm için) ellerimi yüzüme sürdüm.”
Aynı cild s. 590’da ise Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma’yı defnedince Resulullah’a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Şüphesiz seni mezara ben koydum, benim göğsümde can verdin.”
Sağlam olan bütün bu deliller, Aişe’nin rivayetini reddetmektedir. Çünkü Aişe’nin eskiden beri Emir’ul- Muminin Ali’ye karşı katı kini vardı. İnşallah-u Teala önümüzdeki gecelerde bir fırsat bulursam, Aişe’nin Hz. Ali’ye düşmanlığını da beyan etmeye çalışacağım.
Vesayet Hususunda Araştırma
Bütün bu hadisler ışığında Nevvab beyin “Halife varken vasiye ne gerek var?” itirazına da cevap verilmiş oldu. Zira eğer insan, biraz olsun insafla bu menkul hadislere bir bakacak olursa ve özellikle de, “Büyük peygamberlerin vasilerini tayin eden Allah-u Teala, Ali’yi benim vasim karar kıldı” hadisine dikkat edecek olursa, bu vesayetin sıradan bir aile vesayeti olmadığını çok kolay bir şekilde anlar. Çünkü buradaki vesayetten maksat, ümmetin ferdi ve toplumsal tüm işlerini yöneten hilafettir. Yani nübüvvet makamından sonra gelen vesayet makamıdır.
Hz. Ali (a.s)’ın vesayet makamı bütün büyük alimlerinizin de kabul etmiş olduğu bir şeydir. Bunu sadece, Hz. Ali (a.s)’ın bütün faziletlerini reddeden bir avuç bağnaz insanlar red etmiştir.
Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi (Mısır baskısı) c. 1 s. 26 ‘da şöyle diyor:
“Bizim nezdimizde şüphesiz ki Ali Resulullah (s.a.a)’in vasisidir. Sadece inat ehli kimseler bunu red etmekteler.”
Vasiyete Değinen Bazı Sahabelerin Şiirleri
İbn-i Ebi’l- Hadid daha sonra Resulullah (s.a.a)’in ashabından birçok şiirler nakletmektedir ki hepsi de Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini beyan etmektedir. Bu şiirlerden ikisi ümmetin alimi Abdullah bin Abbas’ın şu şiirleridir:
Resulullah’ın vasisi, O’nun ailesinin büyüklerindendir
Savaşacak birisi var mıdır? denildiğinde O’nun kahramanıdır.
Yine Huzeyme bin Sabit’ten (Zü’ş- şehadeteyn), onun kendi şiirlerinde şöyle dediği nakledilmiştir:
Resulullah’ın vasisi O’nun ailesinin büyüklerindendir.
Sen de O’nun, o makama sahip olduğuna şahidisin.
Sahabi olan Ebu’l- Heysem bin Teyyan da bir şiirinde şöyle diyor:
Vasi, bizim İmam ve velimizdir.
Gizlilik zâyi oldu, sırlar ise açığa çıktı.
Maksadın ispatı için bu kadarıyla yetiniyoruz. İstediğiniz takdirde bu babdaki diğer şiirlere de müracaat edebilirsiniz. Eğer usanmayacağınızı bilseydim, Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini ifade eden daha birçok şiir de naklederdim.
Bunlardan da anlaşıldığı üzere bu vesayet makamı nübüvvet makamından sonra gelen İlahi bir hilafet makamıdır.
Şeyh: Eğer bu rivayetler doğruysa neden kitaplarda Resulullah (s.a.a)’in Ali (k.v) ile ilgili vasiyetnamesini göremiyoruz? Halbuki bilindiği gibi Ebu Bekir ve Ömer’in bile vasiyetleri kitaplarda yer almıştır.
Davetçi: Hz. Ali (a.s)’ın vasilik konusu ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in velayet makamıyla ilgili emirleri, büyük Şia alimlerinin muteber kitaplarında Ehl-i Beyt (a.s) kanalıyla tevatür derecesinde yer almıştır. Ama bilindiği gibi ilk gecede karar alındığı üzere sadece kendi kitaplarımızdan delil getirmemek için bizzat kendi muteber kitaplarınızda yer alan ve şu anda zihnimde kalan bazı rivayetleri zikretmek istiyorum.
Vasiyet Düsturuna İşaret
Eğer Resulullah (s.a.a) (s.a.a)’in vasiyeti ve Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) hakkındaki düsturlarıyla ilgili bütün hadisleri görmek isterseniz, lütfen şu kitaplara müracaat ediniz:
Tabakat-i İbn-i Sa’d c. 2, s. 61 ve 63, Kenz’ul-Ummal c. 4 s. 54, yine c. 6, s. 155, 393 ve 403, Müsned-i imam Ahmed bin Hanbel c. 4 s. 164, Müstedrek-i Hakim c. 3, s. 59 ve 111, Sünen ve Delail-i Beyhaki, İstiab-i İbn-i Abdulbirr, Kebir-i Taberani, Tarih-i İbn-i Merduye… ve diğer birçok alimleriniz de farklı zamanlarda ve farklı tabirlerle Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu konudaki beyanlarını nakletmişlerdir.
Mükerreren zikredilen ibaretlerin özeti de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şu sözüdür:
“Ya Ali! Sen benim kardeşim, vezirim, borçlarımı ödeyen, vaatlerime vefa gösteren ve zimmetimi beri kılan kimsesin; sen beni yıkayacak, borçlarımı ödeyecek ve beni mezara koyacaksın.”
Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den bu tür açık rivayetler oldukça çoktur. Hepsi de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vasiyetine amel etme nişanelerinin eserleridir. Nitekim Hz. Ali (a.s) vasiyet gereğince Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i gusletmiş, kefenlemiş ve mezara koymuştur; Abdurrezzak’ın Cami’de rivayet ettiğine göre Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in beş yüz bin dirhem borcunu da eda etmiştir.
Şeyh: Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bir düstur vardır:
“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir hak olarak farz kılınmıştır.”[25]
Bu ayet gereğince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat zamanında vasiyet etmeli ve vasisini tayin etmeliydi. O halde neden Resulullah (s.a.a) vasiyet etmedi. Halbuki bilindiği gibi Ömer ve Ebu Bekir bile vasiyet etmişlerdir.
Davetçi: Evvela; “Birinize ölüm geldiği zaman” cümlesinden kasıt, ölümü görmek (can vermek) anı değildir. Zira o anda insan şuurunu kaybetmekte ve bu vazifesiyle tam amel edememektedir. Dolayısıyla ayetten maksat, yaşlılık, beden takatsizliği ve hastalıktan dolayı ölümün alametleridir.
İkinci olarak; bu sözleriniz beni büyük bir üzüntüye boğdu ve asla unutamayacağım büyük bir musibeti aklıma getirdi.
O büyük musibet şudur ki bizim büyük ceddimiz Resulullah (s.a.a) vasiyet ayetlerinin takibinde vasiyeti pekiştirmek için şöyle buyurmuştur:
“Kim vasiyet etmeden ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.”
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmetinden hiç kimsenin vasiyetsiz ölmesini, öldükten sonra da geriye kalanların ihtilafa düşmesini istemiyordu.
Ama bilindiği gibi Peygamber (s.a.a) 23 yıl boyunca Allah-u Teala’nın kendine vasi tayin etmiş olduğu kimseyi ümmete hatırlatmış ve bunu açıkça beyan etmiştir. Ölüm anında da, ümmetin savaş, ihtilaf ve dalalete düşmesini önleyebilmek için, bu müddet içerisinde söylemiş olduğu sözleri bu vesileyle kemale erdirmek istedi. Ama ne yazık ki siyaset oyuncuları buna ve İlahi görevini yapmasına mani oldular. Dolayısıyla siz de burada; Peygamber (s.a.a) neden ölüm anında vasiyet etmedi? diye itiraz ediyorsunuz.
Peygamber (s.a.a)’in Emrine İtaat Etmek Farzdır
Şeyh: Zan edersem bu beyanlarınız asla doğru değildir. Zira hiç kimsenin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e engel olabileceğini sanmıyorum. Nitekim Kur’ân da şöyle buyuruyor:
“Peygamber’in size verdiğini alın ve nehiy ettiğinden de sakının.”[26]
Hakeza birçok ayette de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e itaat edilmesini emrederek şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve resule itaat edin.”
Şüphesiz Resulullah (s.a.a)’in emrine itaat etmemek küfürdür. Dolayısıyla hiçbir sahabe Peygamber (s.a.a)’in vasiyetine engel olmamıştır. Bu tür rivayetler, ümmetin Peygamber (s.a.a)’in emrine itinasızlık göstermesini sağlamak için din düşmanlarının uydurduğu iftira ve yalanlardır.
Peygamber’in Vasiyet Etmekten Alıkonulması
Davetçi: Lütfen kasıtlı olarak gaflet etmeyin. Bu uydurma bir rivayet değildir. Aksine Müslümanların genelinin sıhhatinde ittifak etmiş olduğu hadislerdir. Hatta muhaliflerin delil olarak gösterebileceği bir rivayeti nakletmek hususunda oldukça dikkatli davranan Buhari ve Müslim bile kendi Sahihlerinde, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ölüm anında şöyle buyurmuş olduğunu rivayet etmişlerdir:
“Bana kağıt kalem getirin de asla sapıklığa düşmeyeceğiniz şeyleri yazayım.”
Orada bulunanlardan bazıları bir şahısın (küframiz) sözlerine aldanarak bağırıp çağırmakla vasiyetin yazılmasına mani oldular. Resulullah (s.a.a)’in huzurunda öylesine gürültü ve ses çıkardılar ki, Peygamber (s.a.a)’in kalbi kırıldı ve rahatsız bir şekilde onları yanından dışarı çıkarttı.
Şeyh: Ben inanamıyorum; kim böyle bir cesarette bulunabilir? Kim Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözüne karşı durabilir? Halbuki bilindiği gibi sıradan bir Müslüman bile vasiyet edecek olursa hiç kimse ona engel olamaz. Nerede kaldı ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gibi itaati farz ve muhalefeti küfrü gerektiren birisine mani olsunlar! Zira büyüklerin vasiyeti doğru yola erişme vesilesidir ve hiç kimse ona engel olamaz. Nitekim Ebu Bekir ve Ömer (r.z) de vasiyet ettiler ve hiç kimse onlara engel olmadı. Dolayısıyla böyle bir rivayete asla inanamam.
Davetçi: İnanmamakta haklısınız; sadece siz değil her Müslüman şaşırmaktadır. Hatta bunun da ötesinde bu olayı duyan herkes şaşırmaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ömrünün son anlarında ümmetini dalaletten kurtarmak ve onlara doğru yolu göstermek için bir vasiyette bulunmak istiyor, ama ona engel oluyorlar. Lakin bu olay gerçekleşmiş ve Müslümanları büyük bir gam ve hüzne boğmuştur.
İbn-i Abbas’ın Peygamber’in Vasiyetine Engel Olunmasına Ağlaması
Buna sadece ben ve sizler üzülmüyoruz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabı da bu musibete ağlamıştır. Nitekim Buhari, Müslim ve diğer büyük ve değerli alimleriniz de Abdullah bin Abbas’ın ağladığını ve sürekli şöyle dediğini kaydetmişlerdir: “Perşembe günü, ah ne perşembe günü!” Abdullah bin Abbas bunu söylerken hüngür hüngür ağlıyordu; öyle ki gözyaşları yeri ıslatıyordu.
Ona; “Perşembe günü ne olmuş ki böylesine ağlıyorsun?” dediklerinde şöyle diyordu: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ağır hastalanınca ümmetini, yazacağı vasiyetle sapıklıktan korumak için kalem kağıt istedi. Ama orada bulunanlardan bazıları O’na engel oldular. Bundan da öte; “Hezeyan ediyor!” dediler. İşte o gün asla unutulmayacak olan Perşembe günüydü. Peygamber (s.a.a)’e engel olmalarının yanı sıra küstahça çirkin laflar da kullandılar!”
Şeyh: Kim Resulullah (s.a.a)’in vasiyetine engel oldu?
Davetçi: İkinci Halife Ömer bin Hattab engel oldu.
Şeyh: Böylesine açıkça konuşarak fikrimi rahat ettiğiniz için çok memnun oldum; zira bu tür beyanlardan çok rahatsızlık duyuyordum. Bu tür rivayetlerin Şii halkın uydurması olduğunu sanıyorum. Ama sizin ihtiramınızı koruyarak bunu size karşı beyan etmek istememiştim. Şimdi içimde olanı beyan ediyorum ve size tavsiye ediyorum ki bu tür uydurma haberlere inanmayın.
Davetçi: Ben de size tavsiye ediyorum ki düşünmeden hemen red veya kabul etmeyin; zira gerçekler ortaya çıkınca rahatsızlık duyarsınız. Ama bu konuda da acele davrandınız. Hiç düşünmeden eski adetiniz üzere bize kötümser baktığınızdan dolayı temiz Şii Müslümanları hadis uydurmakla suçladınız. Halbuki defalarca da dediğim gibi biz Şiiler hadis uydurma gereğini duymuyoruz. Zira bizzat kendi kitaplarınızda, bizim lehimize olan ve inançlarımızı ispat eden sayısızca deliller vardır.
Peygamber’in Vasiyetine Engel Olunduğunu Bildiren Rivayetin Kaynakları
Bu konuda da muteber alimlerinizin kitaplarına baş vuracak olursanız, büyük alimlerinizin de bunu rivayet ettiğini görürsünüz. Örneğin: Buhari Sahih’in c. 2, s. 118’inde, Müslim Vasiyyet kitabının sonunda, Hamidi Cem’un Beyn’es- Sahihayn’de; imam Ahmed bin Hanbel Müsned’in c. 1, s. 222’sinde, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 2, s. 563’ünde, Kirmani Şerh-u Sahih-i Buhari’de, Nevevi Şerh-u Sahihi Müslim’de, İbn-i Acer Savaik’te, Kadı Ebu Ali, Kadı Ruzbehan, Kadı Ayyaz, imam Gazali, Kutbuddin Şafii, Muhammed bin Abdulkerim Şehristani, İbn-i Esiri, Hafız Ebu Naim İsfahani, Sibt bin Cevzi ve bilahare birçok büyük ve değerli alimleriniz söz konusu elemli olayı tasdik ederek şöyle demişlerdir: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Veda Haccından döndükten sonra hastalandı ve bir grup sahabe Resulullah’ın ziyarete gidice Hazret;
“Bana kağıt kalem getirin, size benden sonra asla sapmayacağınız şeyler yazayım.”
İmam Gazali Sırr’ul- Alemin kitabının 4. makalesinde (Sibt bin Cevzi de Tezkire s. 36’da kendisinden rivayet etmiştir) ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Bana kağıt kalem getirin size benden sonra işlerin zorluğunu kaldırıcı ve size gerekli olan şeyleri yazayım.”
Bazı rivayetlerde ise şöyle yer almıştır:
“Size benden sonra ihtilafa düşmeyeceğiniz bir şeyler yazayım.” Ömer ise şöyle dedi: “Bırakın bu adamı; şüphesiz O hezeyana kapılmıştır! Allah’ın kitabı bize yeter!”
Orada bulunan ashab ikiye bölündü; bazıları Ömer’i, bazıları da Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i savundu. Derken orada birbirlerine girerek seslerini yükselttiler. Büyük bir ahlak abidesi olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a) rahatsız olarak şöyle buyurdular:
“Kalkın yanımdan, benim yanımda kavga etmek doğru değildir.”
Bu, bizzat Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in huzurunda vuku bulan Müslümanların ilk fitnesiydi ve bu fitne Hz. Peygamber (s.a.a)’in 23 yıllık onca zahmetlerinin ardından vaki oldu. Bu fitne ve bölünmeye ise Ömer sebep oldu; nifak ve ihtilaf tohumlarını ekti, Müslümanları ikiye böldü. Bu güne kadar da böyle devam etmiş ve şu anda da işte burada Müslüman kardeşleri birbirinin karşısına dikmiştir.
Şeyh: Sizin gibi edepli ve ahlaklı birinden ikinci halife için böylesine sözler söylemenizi hiç beklemiyordum.
Davetçi: Allah aşkına, (yersiz) sevgi ve nefretinizi bir kenara bırakın, kötü bakan gözlerinizi kapatın ve insaf üzere konuşun. Acaba inkarınız karşısında bizzat kendi kitaplarınızdan tarihi gerçekleri nakletmekle ben mi küstahlık yaptım, yoksa Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e böylesine cesaret edip ağır konuşan Ömer mi? Ömer vasiyetin yazılmasına engel oldu, fitne ve fesat çıkardı, Peygamber (s.a.a) gibi hasta birinin başı ucunda sesini yükseltti ve adeta söverek şöyle dedi: “Bırakın bu adamı, O hezeyana kapılmış!”
Bu konuda Şair ne de güzel söylemiş:
Benim gözümdeki dikeni görüyorsun.
Ama kendi gözündeki hurma dalını görmüyorsun.
Halbuki Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
“Muhammed sizden birinizin babası değildir, fakat o Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.”[27]
Yani Peygamber’i ismiyle çağırmayın; O’na “Resulullah” deyin. Ama bilindiği gibi Ömer edep ve İlahi emre riayet etmeksizin ismiyle çağırmaktan öte O Hazrete işaret ederek “bu adam” diye hitap etmiştir. İnsaf üzere söyleyin, ben mi küstahlık ettim, yoksa Ömer mi?
Şeyh: “Le Yehcur” kelimesinin hezeyan etmek manasına geldiği nereden belli ki cesaret ve küstahlık sayılsın.
Taassup İnsanı Kör Ediyor
Davetçi: Bütün edebiyatçılar, müfessirler ve özellikle de büyük alimleriniz, örneğin; İbn-i Esir Cami’ul- Usul’da, İbn-i Hacer Şerh-u Sahih-i Buhari’de, Sahih yazarları ve diğerleri de bu kelimenin hezeyan etmek manasına geldiğini kabul etmişlerdir. Evet beyler insan apaçık gerçekleri açıkça görebilmek ve yersiz savunmaya kalkışmamak için bağnazlık ve inattan uzak durmalıdır.
Acaba Kur’ân-ı Kerim’in; “O’na Resulullah (s.a.a) ve Hatem’ul- Enbiya deyin” emrine rağmen, “bu adam hezeyan ediyor” diyerek Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in makamını küçük düşüren bu insan Kur’ân-ı Kerim ve edebe aykırı davranmamış mıdır? Halbuki bilindiği gibi Peygamber (s.a.a) son nefesine kadar nübüvvet ve ismet makamından ayrılmamıştır. Özellikle de tebliğ ve doğru yola erişme yolunda hezeyana kapılmamıştır. Bunun aksini iddia eden ise onu tanımamış ve iman etmemiştir.
Şeyh: Acaba Ömer gibi birine tanımazlık ve imansızlık isnadında bulunmak doğru mudur?
Davetçi: Evvela; neden Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e; “Bu adam hezeyan ediyor” denildiğini duyduğunuzda rahatsız olmadınız? Halbuki her Müslüman bunu duyduğunda rahatsız olmalıdır. Ama bilindiği gibi nihai makamı sadece Resulullah (s.a.a)’in ashabı olmaktan ibaret olan ve sonraları sıradan insanlar tarafından başa geçirilen birine karşı bir laf söylendiğinde hemen rahatsız oluyorsunuz. Oysa bu söz benim düşüncem de değildir, akıllı ve bilgili her insan (nerede kaldı ki güzel kalpli ve temiz fıtratlı Müslümanlar) bu olayı duyunca; “İman etmiş olan bir insan, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e böyle söylemez” diye düşünmektedir.
Ehl-i Sünnet Alimleri de “Hezeyan” Kelimesini Söyleyenin Risalet Makamına İnanmadığını İtiraf Etmektedirler
Nitekim Kadı Ayyaz Şafii Kitab’uş- Şifa’da, Kirmani Şerh-i Sahih-i Buhari’de, Nevevi Şerh-i Sahih-i Müslim’de ve birçok insaflı alimleriniz kendi kitaplarında şöyle demişlerdir: “Bu sözü her kim söylemişse, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e iman etmemiş ve O’nun yüce risalet makamını tanımamıştır. Zira mezhep imamlarına göre Peygamberler insanları doğru yola eriştirme ve irşat etme makamında gayb alemiyle irtibat halindedirler. Dolayısıyla sağlığında da hastalık halinde de emirlerine itaat edilmesi icap eder. Dolayısıyla O Hazrete böylesine küstahlıkla muhalefet etmek, O’nun büyük makamını tanımamaktır.”
İslam’da Peygamber (s.a.a)’in Huzurunda Çıkarılan İlk Fitne
Ömer’in fitne ve nifak yarattığını söyleyen sadece ben değilim. Bizzat insaf sahibi alimleriniz de bunu tasdik etmişlerdir. Nitekim büyük alim Hüseyin Meybudi Divan şerhinde şöyle diyor: “İslâm’da vuku bulan ilk fitne, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in huzurunda vuku buldu. Peygamber (s.a.a) hasta yatağında vasiyet etmek isteyince, Ömer ona engel oldu ve böylece Müslümanların arasında fitne ve ihtilaf çıkmasına sebep oldu.”
Şehristani de Milel ve Nihel kitabının dördüncü mukaddimesinde şöyle diyor: “İslâm’da vuku bulan ilk hilâf, Ömer’in, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in kağıt kalem isteyerek vasiyet yazmasına mani olmasıdır.” İbn-i Ebi’l- Hadid de Nehc’ul Belağa Şerhi’nin c. 2 s. 563’ünde bu manaya işaret etmiştir
Şeyh: Eğer Ömer bu sözü söylemişse de saygısızlığından söylememiştir. Bunlar insanın bedensel bir özelliğidir ki insan hastalanınca hezeyana kapılır ve bu durumda Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ile diğer insanlar arasında hiçbir fark yoktur.
Davetçi: Sizin de bildiğiniz gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in özel sıfatlarından biri ismet (masumiyet)tir; ki ölünceye kadar Peygamber (s.a.a)’den ayrılmaz. Özellikle de insanları irşat ve doğru yola hidayet etme makamında; “Sizin sapıklığa düşmemeniz için size bir şeyler yazmak istiyorum” deyince...
Dolayısıyla doğru yola hidayet etme ve irşat makamında olduğu için de ismet makamındaydı ve Allah-u Teala ile irtibat halindeydi. Nitekim Kur’ân şöyle buyuruyor:
“Peygamber heva heves üzere konuşmaz, o (söz) vahy edilen bir vahiydir.”
Hakeza: “Resulün size verdiklerini alın.”
Hakeza: “Allah’a ve Resulüne itaat edin.”
Bu ve benzeri ayetler sizlere gerçekleri göstermektedir. Dolayısıyla bilmeniz icap eder ki ümmetin hidayeti için istenilen kağıt ve kaleme engel olmak Allah-u Teala’ya muhalefettir.
Şüphesiz hezeyan kelimesi açıkça bir sövüştür; “bu adam” tabiri de apaçık bir ihanettir. Lütfen insaflı olunuz. Eğer birisi bir topluluk arasında size işaret ederek; “bu adam hezeyan ediyor” derse, ne düşünürsünüz?! Üstelik bizler masum da değiliz, hezeyana da kapılabiliriz. Size söylenen bu lafı edep ve saygı mı kabul edersiniz, yoksa ihanet ve hakaret mi?
Eğer edepsizlik ve saygısızlık sayarsanız, Peygamber’e nispet daha büyük edepsizlik ve saygısızlıktır. Dolayısıyla Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e bu lafı söyleyenden uzak durmak, her Müslümanın görevidir.
Halbuki Allah-u Teala Kur’ân’da apaçık Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i, Resulullah ve Hatem’un- Nebiyyin olarak anmaktadır.
Lütfen sevgi, nefret ve bağnazlığı bir kenara bırakın. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i Resulullah ve Hatem’un- Nebiyyin diye çağırmayan, O’na saygı göstermeyen ve hatta; “bu adam hezeyana kapılmış” diyen birisi hakkında akıl ve insafınız neyi hükmetmektedir?
Şeyh: Faraza ki hata yapmıştır, Peygamber (s.a.a)’in halifesi olduğu hasebiyle dini korumak için içtihatta bulunmuştur. Dolayısıyla af edilebilir bir şeydir.
Davetçi: Evvela; Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in halifesi olduğu için içtihatta bulunduğunu söylemekle haksızlık ediyorsunuz. Zira Ömer bu lafı söyleyince halife değildi. Hatta hilafet rüyasını bile görmemişti. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat edince hızlı bir şekilde bildiğiniz bir yolla Ebu Bekir halife seçildi. Sonraları da tehdit, öldürme, evini ateşe verme ve benzeri yollarla herkes teslim olmaya zorlandı. Bundan iki yıl üç ay gibi bir süre sonra Ebu Bekir ölüm anında Ömer’i halife tayin etti.
İkinci olarak; halifenin içtihatta bulunduğunu söylemekle ilginç bir beyanda bulundunuz. Nass karşısında içtihatta bulunmanın manası yoktur; bu affedilmeyecek bir hatadır.
Üçüncü olarak; dini korumak için engellediğini söylemeniz de çok ilginçtir. İlim ve insafınız bağnazlığınızın esiri olmuştur!
Beyler, dini korumak Resulullah (s.a.a)’in görevi mi, yoksa Ömer bin Hattab’ın mı? Acaba Resulullah (s.a.a) gibi biri, ümmet için yazmak istediği bir vasiyetin yazılmasının dine aykırı olup olmadığını bilmiyor da Ömer bin Hattab mı biliyor ki dini korumak için o vasiyetin yazılmasına engel oluyor?! Aklınız bunu kabul ediyor mu? Ey basiret sahipleri ibret alın!
Siz de biliyorsunuz ki, dinin zaruriyatı hususunda hata etmek affedilmeyecek büyük bir hatadır.
Şeyh: Her halde Ömer (r.z), Resulullah (s.a.a)’in bir şey yazmasından ihtilaf çıkacağını anlamıştı. Bu yüzden Peygamber (s.a.a)’in yararını umarak kağıt ve kalem getirilmesine mani oldu.
Özrü Kabahatinden Daha Kötü
Davetçi: Özrü kabahatinden daha büyük bir şey söylediniz. Değerli büyük üstadım Hacı Şeyh Muhammed Ali Kazvini şöyle diyordu: “Bir hatayı düzeltmek isterlerken yüz hata yapıyorlar.” Aynen siz de halifenin apaçık bir hatasını savunmak için birçok hatalara düşüyorsunuz.
Söylediklerinizden anlaşıldığı üzere sanki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ismet ve gayb alemiyle irtibat makamına sahip olduğu halde- ümmetin doğru yola erişme ve irşadı hususunda haşa sanki ümmetin salahını ve zararını düşünemiyordu da dolayısıyla Ömer Peygamber (s.a.a)’in hayrını düşünüyordu! Eğer alicenabınız şu ayet hakkında:
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşersiniz.”[28] iyice düşünecek olursanız, kesinlikle sözünüzü geri alacak ve Ömer’in yaptığı şeyi anlayacaksınız. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emrine uymamak, vasiyetine engel olmak ve hezeyana kapıldığını söylemek, Peygamber (s.a.a)’i oldukça rahatsız etmiş ve dolayısıyla onları yanından dışarı çıkartmıştır.
Şeyh: Halifenin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in iyiliğini düşündüğü, “Allah-u Teala’nın kitabı bize yeter” sözünden anlaşılmaktadır.
Davetçi: Aksine bizzat bu söz, Kur’ân’ı iyi bilmemenin veya kasten Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i incitmenin ve arzularına muhalif olan işleri engellemek istemenin göstergesidir. Zira eğer Kur’ân hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmuş olsaydı, Kur’ân-ı Kerim’in tek başına işlerin idaresi için yeterli olmadığını anlardı. Çünkü Kur’ân, ahkamın külliyatını beyan edip detayını bir açıklayıcıya havale eden mücmel ve mucez olan sağlam bir kitaptır.
Kur’ân’daki o mücmel ve kulli hükümlerin de nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, genel, özel, mutlak, mukayyet, mücmel ve müevvel olanları vardır. Sıradan bir insanın, İlahi bir feyiz ve rabbani bir açıklayıcının açıklaması olmaksızın az lafızlı ve çok manalı bir kitap olan Kur’ân’dan istifade etmesi nasıl mümkün olabilir?
Bundan da öte, eğer Kur’ân tek başına yeterli olmuş olsaydı o halde neden Kur’ân; “Resulün verdiğini alın ve nehy ettiğinden sakının.” diye buyuruyor?
Hakeza şöyle buyuruyor: “Onu Resule veya kendilerinden olan emir sahiplerine götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.”[29]
Dolayısıyla Kur’ân tek başına yeterli değildir. Kur’ân-ı Kerim’in gerçek müfessirleri olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nin açıklayıcı beyanları da gereklidir.
Nitekim Şii ve Sünni’nin üzerinde ittifak etmiş olduğu üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) önemine binaen defalarca, hatta ölüm döşeğinde bile şöyle buyurmuştur:
“Sizlere iki değerli emanet bırakıyorum: “Kur’ân-ı Kerim ve İtretim olan Ehl-i Beytimi. Bunlar havuzun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden asla ayrılmazlar. Onlara sarılacak olursanız kurtulur ve ebedi olarak sapıklığa düşmezsiniz.”
Sizin gibi zeki insanların neden düşünmediğine şaşıyorum. Halbuki bilindiği gibi Kur’ân hükmü gereği de; “Peygamber heva heves üzere konuşmaz, söylediği her şey kendisine vahy edilmektedir.” Dolayısıyla bizzat Kur’ân kendisini ümmetin kurtuluş ve doğru yola erişmesi için yeterli görmüyor ve beyan makamında Ehl-i Beyt’le iç içe olduğunu ifade ediyor. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de, Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e uyulduğu takdirde ümmetin sapıklığa düşmeyeceğini açıkça beyan etmiştir. Ama Ömer, Kur’ân-ı Kerim’in tek başına yeterli olacağını söylüyor.
Lütfen insaflı olunuz ve hak üzere hüküm veriniz. Bir taraftan Allah-u Teala’nın elçisi Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e sarılmak gerektiğini, bunların birbirinden ayrılmayacağını ve uyanlara doğru yola erişme vesilesi olacağını beyan ediyor; diğer taraftan da Ömer Kur’ân-ı Kerim’in tek başına yeterli olduğunu, Ehl-i Beyt’i, hatta Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yazılı hadislerini kabul etmediğini bile açıkça beyan ediyor.
Bunlardan hangisine uymak farzdır? Şüphesiz akıl sahibi hiçbir insan, Allah-u Teala ile irtibat halinde olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i bir kenara bırakıp Ömer’i kabul etmek gerektiğini söyleyemez.
Sizler neden Ömer’in sözünü tutup Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü bir kenara attınız? Eğer gerçekten Kur’ân tek başına yeterli oldaydı Kur’ân şöyle buyurur muydu?: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[30]
Görüldüğü gibi Kur’ân “Zikir ehli”ne sorulmasını emrediyor. Bu ayetteki “Zikir ehli” Peygamber-i Ekrem ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyti’dir.
Nitekim önceki gecelerde arz ettim ki, sizin Suyuti gibi birçok büyük alimleriniz, bu ayetteki “Zikir ehli”nden maksadın Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan Ehl-i Beyt (a.s) olduğunu beyan etmişlerdir.
Lütfen sözlerimize kötü gözle bakmayın ve sadece bizim bu sözleri eleştirdiğimizi zan etmeyin. İnsaf sahibi büyük alimleriniz de Ömer’in bu sözlerini eleştirmekteler.
[25] - Bakara/180.
[26] - Haşr/7.
[27] - Ahzap/40.
[28] - Ahzab/36.
[29] - Nisa/83
[30] - Nahl/43.
PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali’nin Ebu Bekir’e Delil Getirmesi
PEŞAVER GECELERİ:Gadir-i Hum Hadisi ve Onun Niteliği