PEŞAVER GECELERİ:Gadir-i Hum Hadisi ve Onun Niteliği
SEKİZİNCİ OTURUM
Şia ve Sünni alimlerinin ekseriyeti itiraf etmektedirler ki Hicri 10. yılda, Veda Haccında, Zilhiccet’ul- Haram’ın 18. gününde, Mekke’den dönerken Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir-i Hum denen yerde bütün ashabını bir araya topladı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emriyle önden gidenler geri döndürüldü ve geride kalanların da oraya yetişmesi sağlandı. Şii ve Sünni birçok alim ve tarihçilerin rivayet ettiğine göre 70,000 kişi, imam Sa’lebi (tefsirinde) ve Sibt bin Cevzi’ye (Tezkiret’u Havass’il- Ümme fi Ma’rifet’il- Eimme’de) göre ise Gadir-i Hum’da 120,000 sahabe hazır bulunmuştur.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) minbere çıkarak oldukça uzun bir hutbe okudu. Bu hutbenin çoğu yerinde Hz. Ali (a.s)’ı övdü, Hz. Ali (a.s) hakkında inen ayetleri okudu. Oradaki Müslümanların dikkatini Hz. Ali (a.s)’ın yüce makamına çekti ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?”
Onlar; “Evet, evlasın” dediler.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”
Sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
“Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak.”
Daha sonra bir çadır kurmalarını emretti, Ali’ye de o çadırda oturmasını söyledi. Orada hazır bulunan bütün ümmete şöyle buyurdular:
“Gidin Ali’ye biat edin; zira ben Allah-u Teala tarafından sizden Ali için biat almakla görevlendim.”
O gün Ali’ye ilk biat eden, Ömer, sonra Ebu Bekir, sonra Osman, sonra Talha, sonra Zübeyr idi. Orada tam üç gün boyunca Ali’ye biat ettiler.
Hafız: Acaba gerçekten sizin anlattığınız gibi böylesine önemli bir olayı büyük alimlerimizin rivayet etmemesi inanılacak bir şey midir?
Davetçi: Sizin böyle bir şeyi söylemenizi beklemiyordum. Halbuki bilindiği gibi Gadir-i Hum olayı güneş gibi aydın ve apaçık ortadadır. Kendini rezil etmek isteyen inatçı ve bağnazlar dışında hiç kimse inkar edemez. Zira güvenilir büyük ve değerli alimleriniz bu büyük olayı, muteber kitaplarında rivayet etmişlerdir. Onlardan sadece bazısını nakletmek istiyorum ki, büyük alimlerinizin ekseriyetinin bunu kabul ettiğini bilesiniz. Ehl-i Sünnet alimlerinden Gadir-i Hum hadisini rivayet eden muteber raviler şunlardır:
1) İmam Fahruddin Razi, “Mefatih’ul- Gayb” tefsirinde.
2) İmam Ahmed Sa’lebi, “Keşf’ul- Beyan” tefsirinde.
Celaluddin Suyuti, “Durr’ul- Mensur” tefsirinde.
3) Ebu’l- Hasan Ali bin Ahmed-i Vahidi en-Nişaburi, “Esbab’un-Nuzul”da.
4) Muhammed bin Cerir Taberi, “Tefsir-i Kebir”de.
5) Hafız Ebu Naim İsfahani, “Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i fi Ali’yyin” ve Hilyet’ul- Evliya’da.
6) Muhammed bin İsmail Buhari, Tarih c. 1, s. 375’de.
7) Müslim bin Haccac Nişaburi, “Sahih” c. 2, s. 325’de.
8) Ebu Davud Secistani, Sünen’de.
9) Muhammed bin İsa Tirmizi, “Sünen”de.
10) Hafız bin Ukde, “Kitab’ul- Velayet”de.
11) İbn-i Kesir-i Şafii Dimaşki, Tarih’inde.
12) İmam Ahmed bin Hanbel, “Müsned” c. 4 s. 281 ve 371’de.
13) Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Gazali, “Sırr’ul- Alemin”de.
14) İbn-i Abdulbirr, “İstiab”da.
15) Muhammed bin Talha eş-Şafii, “Metalib’us- Seul” s. 16’da.
16) İbn-i Meğazili eş-Şafii, “Menakıb”da.
17) Nuruddin bin Sabbağ el-Maliki, “Fusul’ul- Muhimme” s. 24 de.
18)Hüseyin bin Mes’ud Beğevi, “Mesabih’us- Sünne”de.
19) Ebu’l- Müeyyid Muvaffak bin Ahmed Hatip Harezmi, Menakıb’da.
20) Mecduddin bin Esir Muhammed bin Muhammed eş-Şeybani, “Cami’ul- Usul”da.
21) Hafız Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali Nesai, “Hasais’ul-Alevi” ve Sünen’de.
22) Süleyman Belhi el-Hanefi, “Yenabi’ul- Mevedde”nin 4. babında.
23) Şahabuddin Ahmed bin Hacer el-Mekki, “Savaik’ul- Muhrika” ve “el-Menh’ul- Melekiyye”de. (İbn-i Hacer, özellikle Savaik’in 1. babının 25 sayfasında bütün bağnazlığına rağmen şöyle diyor: “Bu hadis (Gadir Hadisi) hiç şek ve şüphe taşımayan sahih bir hadistir; içinde Tirmizi, Nesai ve Ahmed bin Hanbel’in de bulunduğu bir cemaat tarafından rivayet edilmiştir. Gerçekten onu rivayet edenler oldukça çoktur.”)
24) İbn-i Mace el-Kazvini, Sünen’de.
25) Hafız Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah Hakim Nişaburi, “Müstedrek”te.
26) Hafız Süleyman bin Ahmed Taberani, Evset’de.
27) İbn-i Esir-i Cezri, “Usd’ul- Gabe”de.
28) İbn-i Cevzi, “Tezkiret’ul- Hevass’il- Ümme” s. 17’de.
29) Ebu Ömer Ahmed bin Abdurrabbih, “Ikd’ul- Ferid”de.
30) Allame Semhudi, “Cevahir’ul- Akdeyn”de.
31) İbn-i Teymiyye Ahmed bin Abdulhalim, “Minhac’us- Sunne”de.
32) İbn-i Hacer Askalani, “Feth’ul- Bari” ve “Tehzib’ut- Tehzib”de.
Ebu’l- Kasım Muhammed bin Ömer Carullah Zimahşeri “Rebi’ul- Ebrar”da.
33) Ebu Said Secistani, “Kitab’ud- Diraye fi Hadis’il- Velaye”de.
34) Ubeydullah bin Abdullah Haskani, “Duat’ul- Huda ila Eda-i Hakk’il- Muvalat”da.
35) Rezin bin Muaviye el-Abdurey, “el-Cem’u Beyn’es- Sihah’is-Sitte”de.
36)İmam Fahr-u Razi, “Erbain”de. (Bütün ümmetin bu hadis hakkında icma ettiğini söylemektedir)
37) Mukbili, “Ehadis’ul- Mütevatire”de.
38) Suyuti, “Tarih’ul- Hülafa”da.
39) Mir Seyyid Ali Hemedani, “Meveddet’ül- Kurba”da.
40) Ebu’l- Feth, “Hasais’ul- Alevi”de.
41) Hace Parsa-i Buhari, “Fasl’ul- Hitab”da.
42) Cemaluddin Şirazi, “Erbain’de.
43) Abdurrauf el-Menavi, “Feyz’ul- Kadir fi Şerh-i Cami’us-Sağir”de.
44) Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 1. babında.
45)İbrahim bin Muhammed Himvini, “Feraid’us- Simtayn”da.
46) Kadı Fazlullah bin Ruzbehan, “İbtal’ul- Batıl”da.
47) Şemsuddin Muhammed bin Ahmed Şerbini, “Sirac’ul- Munir”de.
48) Ebu’l- Feth Şehristani eş-Şafii, “Milel ve Nihel”de.
49) İbn-i Asakir Ebu’l- Kasım Dimaşki, “Tarih-i Kebir”de.
50) İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezili, “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nde.
51) Alauddin Simnani, “Urvet’ul- Vuska”da.
52) İbn-i Haldun, “Tarih” kitabının mukaddimesinde.
53) Mevla Ali Muttaki Hindi, “Kenz’ul- Ummal”da.
54) Şemsuddin Ebu’l- Hayr Dimaşki, “Esne’l- Metalib”de.
55) Seyyid Şerif Hanefi el-Curcani, “Şerh-i Mevakıf”da.
56) Yahya bin Şeref’un- Nebevi, “Tehzib’ul- Esma ve’l- Lügat”da.
57) Hafız Ebu Bekr Hatib-i Bağdadi, “Tarih-i Bağdadi”de.
58) Nizamuddin Nişaburi, “Tefsir-u Garaib’ul- Kur’ân”da. (Hakeza Taberi, İbn-i Ukde ve İbn-i Haddad Gadir hadisini nakletmişlerdir.)
Velhasıl şu anda hafızam da olduğu miktarını sizlere arz etmeye çalıştım. Aslında büyük alimlerinizden 300’den fazla kişi farklı yollarla Gadir-i Hum hadisini müsned olarak 100’den fazla sahabiden rivayet etmişlerdir.
Eğer tüm ravilerin ismini zikredecek olursak başlı başına bir kitap olur. Bu hadisin tevatürünü ispat etmek için bu kadarını zikretmek yeterlidir sanırım.
Bazı büyük ve değerli alimleriniz bu konuda müstakil kitap bile yazmışlardır. Örneğin: 4. asrın meşhur müfessiri ve tarihçisi olan Muhammed bin Cerir-i Taberi Gadir Hadisi hakkında yazdığı “el-Velayet” kitabında bu hadisi yetmiş beş yoldan rivayet etmiştir.
Hafız Ebu’l- Abbas Ahmed bin Muhammed bin Said bin Abdurrahman Kufi (İbn-i Ukde) “el-Velayet” kitabında bu hadisi 125 yolla 125 sahabeden rivayet etmiştir.
H. 492’de ölen İbn-i Haddad Hafız Ebu’l- Kasım Haskani ise “Kitab’ul- Velaye”de geniş olarak Gadir olayını nazil olan ayetlerle birlikte rivayet etmiştir.
Velhasıl bir avuç bağnaz alimler dışında bütün araştırmacı alimleriniz, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Veda haccında (Zilhicce’nin 18’inde), açık bir şekilde Hz. Ali (a.s)’ı velayet makamına tayin ettiğini yazmışlardır.
Hatta Ömer bin Hattab bütün ashaptan daha çok sevinmiş ve Hz. Ali’nin elinden tutarak şöyle demiştir:
“Behhin behhin leke ya Ali, esbahte mevlaye ve mevla kulli muminin ve mumine.”
(Ne mutlu sana ya Ali, benim ve her mümin ve müminenin mevlası oldun.)
Kesin olarak bilinmelidir ki, bu hadis her iki fırka nezdinde de mütevatirdir. Özellikle H. 8. asırda yaşayan büyük alimlerinizden Mir Seyyid Hemedani eş-Şafii “Meveddet’ul- Kurba” kitabının 5. Mevedde’sinde şöyle yazıyor: “Birçok sahabe farklı mekanlarda Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (s.a.a) Ali’yi toplumun önderi karar kıldı.”
Daha sonra Ali’nin dost ve düşmanları hakkında dua ettikten sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım, sen onlara benim şahidimsin.” (Yani ben risaletimi tebliğ ettim.)
Ömer devamla şöyle diyor: O anda güzel yüzlü ve güzel kokulu bir genç yanımda oturmuştu, bana şöyle dedi:
“Peygamber-i Ekrem (s.a.a) öyle bir akit yaptı ki, o akdi münafıktan başka bir kimse bozamaz; öyleyse o akdi bozmaktan sakın.”
Bu olaydan sonra Resulullah (s.a.a)'in yanına giderek şöyle dedim: “Sen Ali (a.s) hakkında konuşurken yanımda oturan ve güzel kokulu bir genç de bana böyle şöyle dedi. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
“O, Adem oğullarından değildi; o Cebrail idi ve Ali hakkında söylediklerimi size tekit etmek istiyordu.”
Resulullah (s.a.a)’in Allah-u Teala’nın emriyle ashapla yaptığı akit, daha iki ay geçmeden bozuldu, heva ve heveslerine uyarak biatten el çekildi, hakk terk edildi, yapmamaları gereken şeyleri yaptılar, Hz. Ali’nin evinin kapısına ateş yığdılar, kendisine kılıç çektiler, hakaret ettiler, zorla, tehditle, kavga ve gürültüyle başkasına biat etmesi için camiye götürdüler! Şimdi insafla konuşunuz, acaba ashabın Hz. Ali’ye karşı böyle davranmaları doğru muydu?
Hafız: Biz, sizin gibi kadri yüce ve edepli bir seyyidin, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabının heva ve hevesine uyduğunu söylemenizi beklemiyorduk. Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ashabını doğru yola erişme vesilesi karar kılarak şöyle buyurmuştur:
“Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız doğru yola hidayet olursunuz.”
Ashaba Uymak Hadisi Sahih Değildir
Davetçi: Evvela; rica ediyorum sözleri tekrarlamayınız; şimdi de bu hadisi şahit göstermeye kaçtınız. Cevap olarak size söyledim ki, ashab da diğer insanlar gibi hata yapabilir. Dolayısıyla delil üzere onlardan bazısının nefsine uyduğunu söylemenin şaşırılacak bir yönü yoktur.
İkinci olarak; zihninizin aydınlanması ve yine bu hadisi şahit göstermemeniz için tekrar cevap vermek zorundayım. Siz sözünüzü tekrar ettiğiniz için, ben de cevabımı tekrarlamak istiyorum. Bizzat kendi büyük araştırmacı alimlerinizin nezdinde ashaba uymak hadisi sahih değildir. Önce de söylediğim gibi Kadı Ayyaz Maliki, bu hadisin ravilerinden olan Haris bin Kuzay’nın halinin meçhul olduğunu, Hamza bin Ebi Hamza Nasibi’nin ise iftira ve yalancılıkla itham edildiğini ve dolayısıyla bu hadisin rivayet edilemeye değeri olmadığını açıkça beyan etmiştir.
Ayrıca bilmek icap eder ki Kadı Ayyaz Şerh-i Şifa’da ve Beyhaki de kendi kitabında bu hadisin uydurma olduğunu, senedinin zayıf ve merdut olduğunu açıkça beyan etmişlerdir.
Ashaptan Bazıları Nefislerine UyarakHaktan Sapmışlardır
Üçüncü olarak; ben asla edep ve nezaketten ayrılmadım. Sadece sizin kendi alimlerinizin söylemiş olduğunu söylüyorum.
Lütfen Fazıl Taftazani’nin “Şerh-i Mekasid”ine müracaat ediniz. Orada açıkça şöyle diyor: “Sahabe kendi arasında muhalefet gösteriyor ve savaşıyordu. Bundan da anlaşılmaktadır ki onlardan sadece bazısı hak yoldan sapmış, nefsine uymuş ve hatta zalim ve fasık olmuşlardır.”
O halde Resulullah (s.a.a)’i gören herkesi saygın kabul etmek mümkün değildir. Saygınlık onların amel ve davranışlarına bağlıdır. Eğer nifak ehli olmaz ve Resulullah (s.a.a)’in emrine itaat ederlerse, o zaman saygın olurlar, bizim için ayak tozları bile göz nurumuz olur.
Ya muhterem beyler, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in, “Ali ile savaşan benimle savaşmıştır” hadisi gibi Hz. Ali’ye karşı yapılan savaşlarla ilgili buyurmuş olduğu ve büyük alimlerinizin de sahih senetlerle nakletmiş oldukları pek çok hadislerin yalan olduklarını söyleyeceksiniz veya ashaptan Muaviye, Amr bin As, Ebu Hureyre, Semure bin Cündeb, Talha ve Zübeyr gibilerin fasit, zalim ve batıl ehli olduğunu kabul edeceksiniz. Zira ashaptan bir çoğu Hz. Ali ile savaşarak haktan sapmış ve mezkur hadis gereğince Resulullah (s.a.a) ile savaşmaya kalkışmışlardır.
O halde eğer biz, ashaptan bazılarının heva ve heveslerine kapılmış olduklarını söyleyecek olursak, yersiz bir söz söylemiş olmayız; aksine burhan ve delil üzere konuşmuşuz. Ayrıca bilmek icap eder ki ashaptan bazısını fasık, zalim, haktan yüz çeviren ve münafık olduğunu söylerken de yalnız değiliz; büyük alimlerinizin senetlerini de gözler önüne seriyoruz.
Gazali’nin Ashabın Ahdi Bozmaları Hakkındaki Sözü
Siz Hüccet’ül- İslâm Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Gazali et-Tusi’nin Sırr’ul- Alemin kitabını inceleyecek olursanız, asla bizi eleştirmezsiniz. Dolayısıyla hakkı ispat etmek için bu kitabın 4. makalesinden sadece bazı bölümleri arz etmek zorundayım. Gazali orada şöyle diyor:
“Müslümanların çeşitli fırkaları Gadir-i Hum olayını ve o gün Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in okuduğu hutbeyi şeksiz şüphesiz doğru bilmiştir. Dolayısıyla her türlü itiraz batıldır. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) hutbesini bitirir bitirmez Ömer hemen Ali’yi tebrik etmiştir. Şüphesiz bu tebrik yeni bir emre teslimiyet ve Ali’nin hilafetine rızayet için gerçekleşmiştir. Ne yazık ki büyük bir sevinçle tebrik ettikleri halde nefs-i emmare onlara galip geldi ve makam sevgisi onların insani özelliklerini ve duygularını yok etti. Şehvetlerine uyarak güç bayraklarını dalgalandırdılar ve ordulara hükmederek ülkeleri fethetmeye yöneldiler, böylece tarih sayfalarına adlarını kaydetmek istediler. Nefsani heva kadehlerinden şarap içtiler, Kur’ân’ı arkalarına attılar, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sünnetini alaya aldılar, dinlerini dünyalarına sattılar ve Allah-u Teala ile çok çirkin muamelede bulundular.
Hakkı gizledikleri için ahirette hüsrana uğrayacaklardır. Eğer böyle olmasaydı Peygamber-i Ekrem (s.a.a), hasta yatağında kalem kağıt isterken, “Şüphesiz bu adam hezeyana kapılmış” sözünü işitir miydi? O halde Ebu Bekir’in hilafeti batıldır. Eğer hilafeti kurtarmak için icma silahına sarılırsanız, bu da asla doğru değildir. Zira Abbas, oğulları, Ali, Eşi ve çocukları hiçbirisi bu icmaya katılmadı, hatta Sakife’de olanlardan bazısı da bu icmaya muhalefet etmiş ve oradan ayrılmışlardır, ardından Ensar da açıkça muhalefet etmiştir.”
O halde gördüğünüz gibi Şiiler sizin büyük ve insaflı alimlerinizin söyledikleri dışında bir şey söylememekteler. Bize kötü gözle baktığınız için doğru sözlerimizi de eleştiriyorsunuz. Ama bunları yazan alimlerinize bir şey demiyorsunuz; hatta görmezlikten gelip geçiyorsunuz. Halbuki bilindiği gibi onlar ilim ve insaf üzere gerçekleri açıklamış ve tarihe kaydetmişlerdir.
Şeyh: “Sırr’ul- Alemin” kitabı Gazali’nin kitabı değildir; o böyle bir kitabı yazmaktan münezzehtir. Büyük alimler bu kitabın Gazali’ye ait olduğunu kabul etmiyorlar.
“Sırr’ul- Alemin” Kitabı Gazalinin Kitabıdır
Davetçi: Kendi alimlerinizden bir grup kimseler, bu kitabın imam Gazali’ye ait olduğunu söylemişlerdir. Şu anda aklımda olduğu kadarıyla konuları anlatmakta oldukça dikkatli olan, ihtiyatla yazan ve oldukça da bağnaz olan Yusuf Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Havas’il-Ümmet kitabının 36. sayfasında bu konuda imam Gazali’nin Sırr’ul- Alemin kitabından şahit göstermekte ve az önce ifade etmiş olduğum sözleri rivayet etmektedir. Bundan da anlaşıldığı gibi önce bu kitabın Gazali’nin olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca bizim, toplantının vaktini göz önünde bulundurarak naklettiğimizden ettiğimizden daha fazlasını naklederek onunla aynı görüşte olduğunu vurgulamaktadır. Aksi takdirde bunun bir eleştirisini yapardı.
Ama bilindiği gibi taassup esiri alimleriniz bu tür gerçekler ve büyük alimlerin beyanları karşısında mantıklı cevap vermekten aciz kalınca, ya bu kitabın Gazali’ye ait olmadığını söylemekte, ya da onun Şii olduğunu ifade etmektedirler. Güçleri yetecek olursa da onları tekfir etmekte ve yok etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu alimlerin tek suçu, insaflı olmaları ve gerçekleri ortaya koymalarıdır.
Sırrın ortaya çıkması maslahat değildir,
Yoksa rintler meclisinde haber yok ki yok!
İbn-i Ukde’nin Haline İşaret
Tarihin de gösterdiği gibi birçok alimleriniz, gerçekleri söyleyip yazdıkları için kendi hayatlarında perişan olup büyük belalara duçar olmuşlardır; kitaplarının okunması haram kılınıp sonunda da öldürülmüşlerdir.
Büyük alimlerimizden Hafız bin Ukde Ebu’l- Abbas Ahmed bin Muhammed bin Said Hemedani, (Ö. H. 333) buna bir örnektir. Rical alimlerinizden Zehebi, Yafii ve benzerleri İbn-i Ukde’nin güvenilir olduğunu beyan etmiş ve hal tercümesinde 300 bin hadisi senetleriyle ezberlediğini yazmışlardır.
Ama bilindiği gibi H. 3. yılda Kufe ve Bağdat’ta Ebu Bekir ve Ömer’in hatalarını söylediği için Rafızi ilan edilmiş, rivayetlerinin nakledilmesini yasaklamışlardır. Nitekim İbn-i Kesir, Zehebi ve Yafii onun hakkında şöyle yazmışlardır:
“Bu şeyh İbn-i Ukde Berasa[14] camisinde oturup halka Ebu Bekir ve Ömer’in ayıplarını söylüyordu; bu yüzden onun rivayetlerini terk ettik. Yoksa onun doğruluğu ve güvenilirliğinde hiçbir şek ve şüphe yoktur.”
Hatip Bağdadi de Tarih kitabında onu övdükten sonra şöyle diyor: “İbn-i Ukde Ebu Bekir ve Ömer’in kusur ve ayıplarını açıp söylediği için Rafızi olmuştur.”
O halde beyler, sadece Şii Müslümanların gerçekleri beyan ettiğini zan etmeyin, imam Gazali, İbn-i Ukde ve benzerleri de büyük sahabelerin kusur ve ayıplarını nakletmişlerdir.
Taberi’nin Ölümüne İşaret
Tarihte bu gibi insanlar oldukça çoktur. Gerçekleri söyledikleri veya yazdıkları için perişan olmuş, reddedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Örneğin: H. 3. yılın büyük alimlerinden olan tarihçi ve müfessir Muhammed bin Cerir-i Taberi, H. 310 yılında 86 yaşındayken vefat ettiğinde cenazesini, gündüz kaldırılıp defnedilmesine mani olduklarından ve tehlikeden dolayı evinin içine gömdüler.
Nesai’nin Öldürülmesi
Bundan da ilginci imam Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali Nesai’nin öldürülmesidir. Nesai H. 3. yılın sonlarında yaşayan ve Kutub-i Sitte’nin de yazarlarından olan Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden biridir. H. 303 yılında Dimaşk’e gitti, orada Emeviler’in propagandaları neticesinde her namazdan sonra ve Cuma hutbelerinde Hz. Ali’ye lanet edildiğini görünce çok rahatsız oldu. Hemen senetleriyle birlikte Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet edilen Hz. Ali (a.s)’ın faziletleriyle ilgili hafızasında var olan hadisleri kaleme aldı.
Bu yüzden “Hasais’ul- Alevi” kitabını, Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve yüce makamını ispat etmek için yazdı. Minberde o kitapta kaydedilen hadisleri okuyarak Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve menkıbelerini yaymaya çalışıyordu.
Günlerin birinde minberde Ali (a.s)’ın faziletlerini anlatmakla meşgul iken cahil halkın saldırısına uğradı, önce onu minberden aşağı çektiler, şiddetli bir şekilde dövdüler, hayalarını ezdiler ve tenasül organından tutarak onu dışarı sürüklediler. Aldığı bu ağır darbeler neticesinde vefat etti; vasiyeti üzere cenazesini götürüpMekke’de toprağa verdiler.
İşte bu inatçı, kara cahil ve ahmak bağnazlar kendi büyük alimlerini, hakkı söylediklerinden dolayı böylesine rezil rüsva ederek öldürmüşlerdir. Tek suçu da gerçekleri açıklamaktı. Halbuki bilindiği gibi gerçekler bir güneş gibidir, bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
Konudan uzaklaştığım için özür dilerim. Maksat şudur ki, sadece Şii Müslümanlar değil, bizzat büyük alimleriniz de Hz. Ali (a.s)’ın velayet makamını yazıp nakletmişlerdir. Büyük alimlerinizin yazdığı üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) yetmiş bin, veya yüz yirmi bin kişinin huzurunda Hz. Ali (a.s)’ın elinden tutarak halkın İmamı ve mevlası olduğunu ilan etmiştir.
Mevla Kelimesini Eleştiri
Hafız: Bu hadisin aslı hakkında hiçbir şek ve şüphe yoktur. Ama sizin anlattığınız gibi de değildir. Ayrıca bilmek icap eder ki, hadisin metnindeki bir takım ibaretler de sizin maksadınıza ters düşmektedir. Siz sözlerinizde, hadisteki “mevla” sözcüğünün “tasarrufta evleviyet” manasında olduğunu söylemeye çalıştınız. Halbuki bu hadisteki “mevla” sözcüğü, muhip, dost ve yardımcı manasına gelmektedir. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ali’nin (k.v) düşmanlarının çok olduğunu bildiğinden dolayı ümmetine; “Ben kimin muhip, dost ve yardımcısı isem, Ali de onun muhip, dost ve yardımcısıdır” diye söylemek zorunda kaldı. Halktan biat almasının nedeni de kendisinden sonra Ali’ye eziyet etmemelerini sağlamak içindi.
Davetçi: Zan ediyorum bazen zorla geçmişlerinize ve adetlerinize uyuyorsunuz; aksi takdirde biraz dikkat ve insafla bakacak olursanız karine ve delilleri de göz önünde bulundurursanız gerçekleri görebilirsiniz.
Hafız: Hangi karine ve delille sabit etmek istiyorsunuz? Lütfen beyan ediniz.
Mevla Kelimesinin “Tasarrufta Evleviyet” Manasında Olduğunun İspatı ve “Ey Resul! Rabbinden Sanaİndirileni Tebliğ Et” Ayetinin Nüzulü
Davetçi: Birinci karine ve delilim Kur’ân’dır. Allah-u Teala “Mâide” suresinin 67. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.”
Hafız: Bu ayetin, o gün ve bu iş için nazil olduğu nereden bellidir?
Davetçi: Sizin büyük alimleriniz örneğin: Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mansur c. 2, s. 298’de, Hafız bin Ebi Hatem Razi Tefsir-i Gadir’de, Hafız Ebu Cafer TaberiKitab’ul- Velaye’de, Hafız Ebu Abdullah Mehamili Emali’de, Hafız Ebu Bekir Şirazi, Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i Fi Emir’il- Mü’minin’de, Hafız Ebu Said Secistani Kitab’ul- Velaye’de, Hafız bin Merduye mezkur ayetin tefsirinde, Hafız Ebu’l- Kasım Haskani Şevahid’ut- Tenzil’de, Ebu’l- Feth Hesail’ul- Alevi’de, Muinuddin Meybudi Şerh-i Divan’da, Kadı Şevkani Feth’ul- Kadir c. 3, s. 57’de, Seyyid Cemaluddin Şirazi Erbain’de, Bedruddin Hanefi Umdet’ul Kari fi Şerh-i Sahih-i Buhari’de, Ahmed Sa’lebi Keşf’ul Beyan tefsirinde, imam Fahr-u Razi Tefsir-i Kebir c. 3, s. 636’da, Hafız Ebu Naim İsfahani Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i fi Ali’yyin’de, İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’us- Simtayn’de, Nizamuddin Nişaburi tefsirinin c. 6, s. 170’inde, Seyyid Şehabuddin Alusi Bağdadi Ruh’ul- Meani c. 2, s. 348’de, Nuruddin bin Sabbağ Maliki Fusul’ul- Muhimme s. 27’de, Ali bin Ahmed Vahidi Esbab’un- Nuzul s. 150’de, Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib’us- Seul s. 16’da, Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 5. Meveddet’inde, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi’ul- Mevedde’nin 39. babında...velhasıl alimlerinizden otuzdan fazla zat kendi muteber kitap ve tefsirlerinde bu ayetin Gadir günü Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu yazmışlardır.
Hatta Kadı Fazl bin Ruzbehan bütün inat ve bağnazlığına rağmen şöyle yazmıştır: “Bizim muteber Sihah kitaplarında da sabit kılınmıştır ki bu ayet nazil olunca Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ali’nin elinden tutarak şöyle buyurdular:
“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”
İlginç bir husus da şu ki, bu inatçı ve bağnaz alim Keşf’ul-Ğumme’de Rezin bin Abdullah’tan şu ilginç rivayeti nakletmektedir: “Biz Resulullah (s.a.a)’in zamanında bu ayeti şöyle okuyorduk:
“Ey resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; ki şüphesiz Ali müminlerin mevlasıdır. Böyle yapmazsan risaletini tebliğ etmemiş olursun.”
Hakeza Suyuti Durr’ul- Mensur’da İbn-i Merduye’den, İbn-i Asakir ve İbn-i Ebi Hatem Ebu Said Hudri ve Abdullah bin Mesud’dan ve Kadı Şevkani de Feth’ul- Kadir tefsirinde: “Biz de Resulullah’ın zamanında mezkur ayeti böyle okuyorduk.” diye rivayet etmişlerdir.
Velhasıl, ayette Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e yapılan tehditten anlaşıldığı üzere tebliğ edilmesi gereken iş, risalet peşice gelen çok önemli bir iştir. Dolayısıyla bu iş Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den sonra dinin ve hükümlerinin koruyuculuğu olan imamet, vesayet ve tasarrufa evla (herkesten yetkili) olmaktır.
“Bugün Size Dininizi Kemale Erdirdim” Ayetinin Gadir-i Hum’da Nazil Olması
İkinci delil ise şu ayettir:
“Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak size İslâm’ı seçtim”[15]
Hafız: Kesin olan şudur ki, bu ayet Arefe’de nazil olmuştur; alimlerden hiçbirisi bu ayetin Gadir-i Hum’da nazil olduğunu söylememişlerdir.
Davetçi: Rica ediyorum inkar etmede acele etmeyiniz; ispat imkanını da göz önüne alarak ihtiyatlı düşününüz, böylece cevap anında ruhsal açıdan rahatsız olmayasınız.
Elbette doğrudur, bazı alimleriniz bu ayetin Arefe’de nazil olduğunu beyan etmiştir. Ama bilindiği gibi büyük alimlerinizin bir çoğu bu ayetin Gadir-i Hum’da nazil olduğunu açıkça beyan etmişlerdir. Hatta bazı alimleriniz bu ayetin iki defa nazil olduğu ihtimalini de vermişlerdir. Yani bir defa Arefe’de bir defa da Gadir-i Hum’da. Nitekim Sibt bin Cevzi Tezkiret’ul- Hevass'il- Ümme s. 18’de şöyle diyor: “Muhtemelen bu ayet bir defa Arefe’de, bir defa da Gadir-i Hum’da olmak üzere iki kere nazil olmuştur. Nitekim Besmele de bir kez Mekke’de, bir kez de Medine’de olmak üzere iki defa nazil olmuştur.”
Hakeza Celaluddin Suyuti, Durr’ul- Mansur c. 2, s. 256’da ve İtkan c. 1, s. 31’de, Sa’lebi Keşf’ul- Beyan’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i fi Ali’yyin’de, Ebu’l- Feth Hasais’ul- Aleviyye’de, İbn-i Kesir Şami, Hafız bin Merduye yoluyla tefsirinin c. 2, s. 14’ünde, H. 3. asrın büyük tarihçi ve müfessiri Muhammed bin Cerir-i Taberi, Tefsir-u Kitab’ul- Velaye’de, Hafız Ebu’l Kasım Haskani Şevahid’ut- Tenzil’de, Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Hevass’il- Ümme s. 18’de, Ebu’l İshak Himvini Feraid’us- Simtayn bab 12’de, Ebu Sait Secistani Kitab’ul- Velaye’de, Hatip Bağdadi, Tarih-i Bağdat c. 8, s. 290’da, Şafii alimi İbn-i Meğazili, Menakıb’da, Ebu’l- Mueyyed Muvaffak bin Ahmed Harezmi, Menakıb fasıl 14’de ve Maktel’ul- Huseyn fasıl 4’de ve diğer alimleriniz muteber kitaplarında şöyle yazmışlardır:
“Gadir-i Hum’da Resulullah (s.a.a) Allah-u Teala’nın emriyle Hz. Ali’yi velayet makamına tayin edip memur olduğu mesajı halka iletince, koltuk altları görünecek şekilde Ali (a.s)’ın elinden tutarak kaldırıp ümmetine şöyle buyurdu: “Ali’yi, Emir’ul- müminin (ümmetin emiri) olarak selamlayın.” Ardından ümmetin tümü bunu yerine getirdi ve henüz yerinden ayrılmadan mezkur ayet nazil oldu.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu ayetin nazil olmasından dolayı çok sevindi ve ümmetine dönerek şöyle buyurdu:
“Dini kemale erdiren, nimetini tamamlayan, benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı olan Allah-u Teala ne de büyüktür!”
İmam Haskani ve imam Ahmed bin Hanbel bu olayı detaylı olarak rivayet etmişlerdir. Eğer siz beyler bir saat olsun adetinizden uzaklaşıp insaf gözüyle bakacak olursanız, nazil olan mezkur ayet ve nakledilen rivayetlerden “mevla”dan maksadın imamet ve velayet makamı olduğunu kolayca anlayabilirsiniz.
Eğer “veli” ve “mevla” kelimeleri “her türlü tasarrufta evleviyet” manasını ifade etmemiş olsaydı, sonraki cümle anlamsız olurdu. Bu cümle (Ben kimin mevlası isem...) her ne zaman Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından ifade edilmişse “mevla” kelimesi mutlaka “tasarrufta evleviyet” manasını ifade etmiştir. Resulullah (s.a.a); “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” buyurmakla kendisinin haiz olduğu velayet makamını kendisinden sonra ona tahsis kılmıştır.
Biraz insafla bakacak olursanız, gerçekleri görürsünüz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) neden daha önce durak yeri olmayan bu otsuz ve susuz yerde ümmetini topladı; önde gidenlerin geriye dönmesini, geride kalanların da ileri gelmesini emretti; yakıcı güneşin altında herkesin ayaklarının yanmaması için elbisesine sarıldığı ve develerin gölgesinde oturduğu bir ortamda minbere çıktı ve Harezmi ve İbn-i Merduye’nin Menakıb’da, Taberi’nin ise Kitab’ul- Velaye’de rivayet etmiş olduğu Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve makamını beyan eden o uzun hutbeyi irad etti; o sıcak ve kurak topraklarda tam üç gün halkın vaktini alarak herkesten Ali için biat aldı? Bütün bunlar sadece halkın Ali’yi sevmesini sağlamak veya onlara Ali’nin kendilerinin dost ve yardımcısı olduğunu bildirmek için miydi?
Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Hz. Ali’ye olan büyük ilgi ve alakasını bilmeyen yoktu. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a) defalarca bunu tavsiye etmiştir. Ayrıca bilmek icap eder ki böylesine sıcak bir ortamda nazil olan ayet ve yapılan onca vurgulamalara rağmen halkı sadece Hz. Ali’yi sevsinler diye orada üç gün gibi uzun bir süre bekletmenin ne anlamı olabilir?
Hatta eğer iyice dikkat edecek olursanız, bu olayın çok önemli bir yönü olmazsa, akıl sahipleri nezdinde bu amel abes bir iş sayılmış olur ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in abes bir işle meşgul olması ise imkansız bir şeydir.
O halde akıl sahiplerinin de kabul etmiş olduğu gibi bunca yer ve gök teşrifatı, sadece dostluk ve muhabbet izharı için değildi; aksine risalet makamının ardından gelen velayet makamının tayin ve tespiti içindi.
Sibt Bin Cevzi’nin “Mevla” Sözcüğünün Manası Hakkındaki Görüşü
Nitekim bazı büyük ve değerli alimleriniz de dikkat ve insaf üzere bu manayı tasdik etmişlerdir. Örneğin: Sibt bin Cevzi Tezkiret-u Havas’il- Ümme bab, 2, s. 20’de “mevla” kelimesi için on mana zikretmiş, sonunda da şöyle demiştir: “Bu on manadan dokuzu Resulullah (s.a.a)’in sözü ile uyum arz etmiyor. Hadisten maksat özel salt itaattir; o halde onuncu mana kastedilmiştir. Bu da tasarrufta evleviyet manasıdır; buna binaen hadisin manası şöyle oluyor: “Ben kimin nefsine kendisinden daha evla isem, Ali de onun nefsine ondan daha evladır.”
Bu manayı, Hafız Ebu’l- Ferec Yahya bin Said Sekafi el-İsfahani de Muruc’ul- Bahreyn kitabında açıkça ifade etmiştir. Orada kendi senediyle şeyhlerinden şöyle bir hadis rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.a) Ali’nin elini tutarak şöyle buyurdu: “Ben kimin velisi ve nefsine kendisinden daha evla isem, Ali de onun velisidir.”
Burada Sibt bin Cevzi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in; “Ben müminlere kendilerinden daha evla değil miyim?” sözü de buna delalet etmektedir. Bu da Hz. Ali’nin imamet ve itaatinin gerekliliğini gösteren apaçık bir nastır.”
Muhammed Bin Talha’nın “Mevla” KelimesininAnlamı Hakkındaki Görüşü
Muhammed bin Talha eş-Şafii de Metalib’us- Süul’un 1. babının 5. faslının ortalarında şöyle diyor: “Mevla kelimesinin birçok manası vardır; tasarrufta evleviyet, yardımcı, varis, efendi, sıddık ve benzeri... Bu hadis de Mubahale ayetinin sırlarındandır. Allah-u Teala Hz. Ali’yi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nefsi olarak karar kılmış ve onların nefsini bir olarak saymıştır. Yani Peygamber (s.a.a) bu hadisle, müminlerin nefsi üzerinde varolan haklarını Hz. Ali için de sabit kılmıştır.
Resulullah (s.a.a) müminlerin işinde tasarrufta en evla (yetki sahibi) olandır, müminlerin yardımcısı ve efendisidir. Resulullah (s.a.a) için mevla kelimesinin ifade etmiş olduğu her mana, bu hadisle Hz. Ali için de sabit kılınmıştır. Bu yüce makamı Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye tahsis etmiştir. Bu yüzden Gadir günü, O Hazretin dostları için bayram ve sevinç günü olmuştur.”
Hafız: Kendinizin de belirttiği gibi “mevla” kelimesinin birçok manası vardır. Öyleyse “tasarrufta evleviyet” manasını bunca manalar arasından delil olmaksızın seçmek batıldır.
Davetçi: Bildiğiniz gibi ilm-i usul alimleri farklı manaları olan kelimeler hakkında sadece bir anlamının hakiki olduğunu, diğer anlamlarının ise mecazi olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla her yerde hakiki mana, mecaz manadan önceliklidir.
Bu esas üzere “mevla” ve “veli” kelimesinin asıl manası tasarrufta evleviyettir. Nitekim “veliy’un nikah”ın manası, nikah işini üstlenen kimsedir. Kadının velisi kocasıdır, çocuğun velisi ise babasıdır. Sultanın veliahdı da kendisinden sonra saltanat işinde tasarrufta bulunan kimsedir. Ayrıca bilmek icap eder ki, asıl problem sizin sözlerinizdedir ki, “veli” ve “mevla” kelimelerini, onca mana arasından dost ve yardımcı manalarına yorumluyorsunuz. Sebepsiz tahsis ise batıldır. Dolayısıyla bu problem bizden çok sizin için söz konusudur. Zira bizim tahsisimizin bir delili vardır. Bizzat kendi alimlerinizden Sibt bin Cevzi ve Muhammed bin Talha eş-Şafii gibilerin dediği gibi birçok ayet ve rivayetler de bu manayı teyit etmekteler.
En büyük delil, bu manayı tahsis eden iç ve dış karinelerdir. Nitekim onlardan bazısına değindik. Şii ve Sünni yoluyla nakledilen birçok rivayetlerde, Tebliğ ayeti şöyle nakledilmiştir:
“Ey Resul! Ali’nin velayeti ve imameti hakkında sana indirileni tebliğ et...”
Nitekim sizin büyük alimlerinizden olan Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mensur’da bu hadisleri bir araya toplamıştır.
Hz. Ali’nin Rahbe’de Gadir Hadisini Delil Göstermesi
Eğer bu hadis ve mevla lafzı imamet ve hilafete delalet etmeseydi, Hz. Ali (a.s) defalarca onu delil olarak göstermez, özellikle de şura toplantılarında şahit olarak ortaya koymazdı. Nitekim Hatip Harezmi Menakıb, s. 217de, İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’in 58. Babında, Hafız bin Ukde Kitab’ul- Velaye’de, İbn-i Hatem Dimaşki “Durr’un Nezim”de, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi c. 2, s. 61’de, detaylı olarak bunu rivayet etmiş, özellikle de Kufe’de ashaptan otuz kişinin buna tanıklık ettiğini kaydetmişlerdir.
Ahmed bin Hanbel Müsned’in c. 4, s. 370 ile c. 1, s. 119’da, İbn-i Esir Cezri Usd’ul- Gabe c. 5, s. 205 ve 276 ile c. 3, s. 307’de, İbn-i Kuteybe, Maarif s. 194’de Muhammed Yusuf Genci eş-Şafii, Kifayet’ut- Talib’de, İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ül- Belağa Şerhi, c. 1, s. 362’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya, c. 5, s. 26’da, İbn-i Hacer Askalani, İsabe c. 2, s. 408’de, Muhibuddin Taberi, Zehair’ul- Ukba, s. 67’de, imam Abdurrahman Nesai, “Hasais’ul- Alevi”, s. 26’da, Allame Semhudi, Cevahir’ul- Akdeyn’de, Şemsuddin Cezri, Esne’l- Metalib, s. 3’de, Süleyman Belhi el-Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 4. babında, Hafız bin Ukde, Kitab’ul- Velaye’de vb. büyük alimler de kendi muteber kitaplarında Hz. Ali (a.s)’ın Kufe’de Müslümanlara bu hadisi delil gösterdiğini kaydetmişlerdir. Hz. Ali (a.s) halkın karşısına çıkarak şöyle buyurmuştur:
“Allah aşkına, kim Gadir-i Hum’da benim hakkımda bir şey duymuşsa kalksın ve tanıklıkta bulunsun.”
Orada bulunan on ikisi Bedir ashabından olan tam otuz sahabe ayağa kalkarak şöyle tanıklıkta bulundular: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gözümüzün önünde Ali’nin elinden tutarak halka şöyle buyurdu: “Benim müminlere nefislerinden daha evla olduğumu biliyor musunuz?”
Oradakiler; “Evet” deyince de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: “Ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır...”
O cemiyetten üç kişi tanıklık etmekten kaçındı, bunlardan biri de “yaşlandığım için unuttum” diyen Enes bin Malik’ti. Hz. Ali (a.s) da bunun üzerine onlara, özelilikle de Enes’e beddua ederek şöyle buyurdu:
“Eğer yalan söylüyorsan, Allah-u Teala seni abraş hastalığına duçar kılsın ki sarığınla da örtemeyesin.”
Enes daha yerinden kalkmadan abraş hastalığına yakalandı. Bazı rivayetlerde ise kör ve abraş olduğu kaydedilmiştir.
Şüphesiz Hz. Ali (a.s)’ın bu hadisi şahit göstermesi, O’nun İlahi hilafet ve velayetinin en büyük delilidir.
(Bu esnada müezzin ezan okumaya başladı, yatsı namazını kılıp istirahat ve çay ikramından sonra sohbete devam edildi.)
“Ben Sizin Nefsinizden Size Daha Evla Değil Miyim?” Hadisinin Karinesi
Davetçi: Hadisin kendisinde mevcut olan karine de, mevladan maksadın tasarrufta evleviyet olduğunu ortaya koymaktadır. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir-i Hum’da okuduğu hutbeden önce ümmete şöyle buyurmuştur: “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu sözü, “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha evladır”[16] diye buyuran ayete işarettir. Her iki fırkanın kitaplarında yer alan sahih bir rivayete göre Peygamber (s.a.a) ayrıca şöyle buyurmuştur:
“Ben dünya ve ahirette bütün müminlere kendi nefislerinden daha evla değil miyim?.”
Orada bulunanlar hep birden; “Evet sen bize kendi nefislerimizden daha evlasın!” dediler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“O halde ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır.”
Dolayısıyla sözün akışı da mevladan maksadın Resulullah (s.a.a)’in ümmet üzerindeki evleviyeti olduğunu göstermektedir.
Hafız: Birçok rivayetlerde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in; “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” diye buyurduğu yer almamıştır.
Davetçi: Gadir hadisi mevzusunda yer alan lafız, ibare ve ravilerin nakilleri farklıdır. Şia rivayetlerinde genellik vardır; Şii alimlerin ekseriyeti muteber kitaplarında söz konusu hadisi bu karineyle rivayet etmişlerdir. Sizin birçok muteber kitaplarınızda da mezkur hadis bu karineyle nakledilmiştir. Şu anda aklıma geldiği kadarıyla Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Havass’il- Ümme, s. 18’de, imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Nuruddin bin Sabbağ Maliki imam Ahmed, Zuhri ve Hafız Ebu-Bekir Beyhaki’den naklen Fusul’ul- Muhimme’de, Ebu’l- Futuh Es’ad bin Ebi’l- Fezail bin Halef el-İcli, el-Mu’cez-u fi Fezail’il- Hulefa’il- Erbaa’da, Hatip HarezmiMenakıb’ın 14. Faslında, Muhammed bin Yusuf Genci eş-Şafii, Kifayet’ut- Talib’in 1. babında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi, Müsned-i Ahmed, Mişkat’ul- Mesabih, Sünen-i İbn-i Mace, Hafız Ebu Naim İsfahani’nin Hilyet’ul- Evliya, İbn-i Meğazili Şafii’nin Menakıb ve İbn-i Ukde’nin Kitab’ul- Muvalatkitabından naklen Yenabi’ul- Mevedde’nin 4. babında ve diğer bir çok büyük ve değerli alimleriniz, az bir lafız ve beyan farklılığıyla Gadir hadisini rivayet etmiş ve hepsinde de “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” sözü yer almıştır.
Teberrük olarak imam Ahmed bin Hanbel’in Müsned c. 4, s. 281’de, Burra bin Azib’den müsneden rivayet etmiş olduğu şu rivayeti zikretmek istiyorum; Burra bin Azib şöyle diyor:
“Bir seferde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’le birlikteydik, Gadir denen yere gelince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) cemaat arasında, “Es-Selat’ul- Camia” diye seslendi. Önemli bir olay olunca Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmetine böyle sesleniyor ve ümmet toplanınca da kılınan namazın ardından onlara o önemli olay tebliğ ediliyordu. İki ağacın arasında bir yeri Peygamber-i Ekrem (s.a.a) için ayarladılar. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) namazı kıldırdıktan sonra cemaatın karşısında Hz. Ali (a.s)’ın elinden tutarak oradakilere şöyle buyurdu:
“Benim müminlere kendi nefislerinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?” Oradakiler; “Evet, biliyoruz” dediler. Peygamber (s.a.a); “Benim her mümine nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?” diye buyurdu. Oradakiler; “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, O’nu seveni sev, düşmanına düşman ol”
Daha sonra Ömer onu karşılayarak şöyle dedi: “Ey İbn-i Ebi Talip, bu makam sana mübarek olsun; sen her mümin ve müminenin mevlası oldun.”
Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 5. Mevedde’sinde, Süleyman Belhi, Yenabi’de ve Hafız Ebu Naim ise Hilye’de az bir farkla bu hadisi nakletmişlerdir.
Özellikle, İbn-i Sabbağ’ın da Fusul’ul- Muhimme’de kendisinden rivayet etmiş olduğu Hafız Ebu’l- Feth, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü şu şekilde rivayet etmiştir:
“Ey insanlar! Allah Tebarek ve Teala benim mevlamdır, ben ise size nefsinizden daha evlayım ve bilin ki ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.”
İbn-i Mace Kazvini, Sünen’de, imam Ebu Abdurrahman Nesai, 81, 83, 93 ve 95. hadislerde bu karineyi nakletmişlerdir. 84. hadiste ise Zeyd bin Erkam’dan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü şu ibarelerle rivayet etmiştir:
“Benim her mümin ve mümineye kendi nefislerinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?”
Onlar da şöyle dediler: “Evet şehadet ederiz ki sen her mümine kendi nefsinden daha evlasın.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.a); “Şüphesiz ben kimin mevlası isem, bu da onun mevlasıdır.” buyurarak Ali (a.s)’ın elinden tuttu.”
Ebu Bekir Ahmed bin Ali Hatip Bağdadi (Ö. H. 462), Tarih-i Bağdad c. 8. s. 289-290’da Ebu Hureyre’den uzun bir hadis rivayet etmektedir. O rivayette şu hadisi nakletmiştir: “Kim 18 Zilhicce’de (Gadir gününde) oruç tutarsa, 60 ay oruç tutmanın sevabını elde eder.” Daha sonra da Gadir hadisini mezkur karineyle birlikte rivayet etmiştir.
Zan edersem, “Size nefsinizden daha evla değil miyim?” cümlesinin de hadislerde rivayet edildiği hususunda örnek olarak bu miktar yeterli olsa gerek. Artık beyler bir de, bu karinesinin meşhur rivayetlerde olmadığını söylemesinler.
[14] - Berasa camisi, şimdi de Bağdat’la Kazemey arasında meşhurdur.
[15] - Maide/3.
[16] - Ahzab/6.
PEŞAVER GECELERİ:Akabe Olayı ve Peygamber-i Ekrem’e Sûikast
PEŞAVER GECELERİ:Caferi Mezhebinin Çıkışı