Hz.Âdem(a.s) ve Eşi
EDEP [8]
Âdem Peygamber ile eşi sıkıntıya uğrayınca, başları belâya girince, cennet hayatındaki mutluluklarını kaçırınca, karamsarlığa kapılmadılar ve Rableri ile aralarındaki bağdan ümitlerini kesmediler. Tersine hemen her şeyleri elinde olan ve kendileri için arzuladıkları bütün hayırlar iradesine bağlı olan Rablerine sığındılar, her türlü kötülüğü giderip her çeşit iyiliğe kapı açacak olan rububiyet sıfatına bel bağladılar. Zira rububiyet sıfatı, kul ile Allah arasında bağlantı kuran yüce bir sıfattır.
Âdem Peygamberle eşi, daha sonra belirtilerinin ortaya çıkmasıyla kendilerini tehdit eden kötülüğün ne olduğunu anladılar. Bu kötülük, hayatlarını saran hüsran ve ziyandı. -İlâhî irşada uymayı, yasak meyvenin lezzeti karşılığında satmış gibi idiler. Böylece mutluluklarının bitmeye yüz tuttuğunu açıkça fark ettiler.- Bu kötülüğü başlarından savmaya yönelik ihtiyaçlarını şöyle dile getirdiler:
"Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, kesinlikle ziyana uğrayanlardan oluruz." Yani hayattaki hüsran, bizi tehdit ediyor ve varlığımızı etkisi altına alacak şekilde gölgesini üzerimize salmıştır.
Bu tehdidin bizden uzaklaşabilmesinin yegane çaresi, senin işlediğimiz günahı affetmen ve arkasından bizi merhametinin şemsiyesi altına almandır. Mutluluk da budur zaten. Çünkü insan, hatta her yaratılmış varlık, fıtratında saklı bilinci ile fark eder ki, varlık alanında ve mevcudiyet sürecinde yer alan her şey, uğradığı kaybı ve kusuru gidermek, kendisini tamamlamak ister ve bu kaybı sadece yüce Allah giderir; çünkü varlıkların kayıplarını gidermek bir rububiyet geleneğidir.
Bundan dolayı sadece durumu anlatmak ve kulun başına çöreklenen ihtiyaç zavallılığını ortaya koymak yeterlidir, sözlü istekte bulunmak gereksizdir. Hatta muhtaçlığı açıkça dile getirmek, en etkili isteme ve dilekte bulunmanın en fasih biçimidir. Böyle olduğu için Âdem Peygamber ile eşi, isteklerini somut biçimde dile getirerek, "Bizi affet, bize merhamet et" demediler. Bir diğer sebep de -ki asıl önemlisi odur- Hz. Âdem ve eşi, ilâhî irşada karşı geldikleri için kendilerini şahsiyet ve yücelikten yoksun zavallı duruma düşürdüklerini fark ettiler. Ardından kendilerini böylesi bir durumda görmeleri, onları mutlak teslimiyete götürdü ve böylece Allah'ın, haklarında vereceği hükme peşinen boyun eğdiler. Sonuç itibariyle de her türlü istekten ve dilekten, arzularını dile getirmekten kaçındılar; sadece Allah'ın Rableri olduğunu anarak, zalimliklerini itiraf etmelerinin yanı sıra O'ndan olan beklentilerine işaret ettiler.
O hâlde Âdem Peygamber ile eşinin, "Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan, ziyana uğrayanlardan oluruz." şeklindeki sözlerinin anlamı şudur: Biz nefsimize zulmetme kötülüğünü işledik. Bu sebeple hayattaki mutluluğumuzu bütünü ile tehdit eden bir hüsranla yüz yüze geldik. Bu bizi kuşatan bir zillet ve zavallılık durumudur. Bu zulmün sonuçlarını yok etmeye ve rahmetinin şemsiyesi altına alınmaya ihtiyacımız vardır. Nefsimize ettiğimiz kötülük bizi şahsiyet, değer ve yücelikten yoksun bıraktı; içine düştüğümüz durumun utandırıcılığı yüzünden senden bir şey istemeye yüzümüz yok. Ey aziz hükümdar, bil ki biz senin hükmüne teslimiz. Yetki ve hüküm sana aittir. Yalnız sen bizim Rabbimizsin ve biz de senin kullarınız. Buna dayanarak, kulların Rablerinden bekledikleri rahmeti biz de senden bekliyoruz.
İyi Amel
Genel Edep