• Nombre de visites :
  • 1043
  • 19/9/2012
  • Date :

Allah Teâlâ’nın Kendi Zatına İlmi -1

allah teâlânın kendi zatına ilmi

Yoklukla yoldaş olmayan, hicabın kendisini örtmediği ve karanlıkların kendisine gölge yapmadığı her vücut kendi zatı için mekşuf ve hazırdır. Böylesi bir vücudun zatı kendi özü itibariyle hem ilim ve hem âlim olup zatı için de malumdur.

Zira vücut ve nur tek bir şeydir. Allah Teala buyuruyor ki: “Allah gökyüzünün ve yeryüzünün nurudur.”‌[1] Eksiklik ve kusurdan ibaret olan hicaplar ondan ıraktır. Dolayısıyla her vücut kendi vücutsal özellikleri hasebince malum olma salahiyetine sahiptir. Bunun malum olmasına engel olan şey ya a’dem (yokluk) veya ipham perdeleri ardında kalan ilk madde gibi a’demi bir durumdur. Vacib’el-Vücudun zatı a’dem (yokluk), cisim, terkip ve imkândan beri olduğu için algılayan, algılanan, akleden ve akledilenin en üstün mertebesindedir. Allah Teâlâ buyuruyor ki:

“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”‌[2]

 “Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.”‌[3]

İlmin hakikati hakkındaki araştırma açıklayıcı öncüllere bağlıdır. Bu öncüller bu risaleye sığmayacağı için bunları açıklamadık. Burada izah ettiğimiz şeyler kalbi basirete sahip kimseler için yeterli olup batınlarının hakkın nuruyla aydınlaması için birazdan ilmin hakikatinin mertebelerini ele alacağız. Böylece hakiki ilim, alim ve malumun onun kendisi olduğunu müşahede eder ve ilmin hakikatini anlamadaki sorunun hissi bağlılık ve cismani kirlilikten kaynaklandığını bilir. “Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür”‌[4] Bu yüzden bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: “Kim eşyanın hakikatini idrak etmekle evini (vücudunu) aydınlatmak isterse beş zahiri duyusunun kapısını kapatması gerekir.”‌

İşrak

Bil ki ilim maluma bilzat ıtlak olur ve malum idrak edicinin nezdinde -hakiki veya hükümsel olarak- hazır bulunan surettir. Dolayısıyla ilim ve malum bu özelliğe binaen zati açıdan müttehit ve itibari açıdan muhteliftir. İlim; idrak yetisinin nezdinde hasıl olan şeyin kendisi veya bu yetide tersim olunan şeydir. Bu, ilim ve malum ile buna benzer şeylerin kendisinden iştikak ettiği izafi ve intizai manadır ve Vacib’el-Vücud kendi zatına alimdir. Nitekim Şeyh’ul-Reis, el-Ta’likat adlı eserinde şöyle demektedir: “Bir şeyi derk ettim dediğin zaman bu, o şeyin eserinin zatında mevcut olduğu anlamındadır. Bundan ötürü bu eser için bir vücut ve senin zatın için o eserin vücudu mevcuttur. Dolayısıyla eğer o eserin vücudu başkasından olmayıp kendisinden olursa o eser kendisini derk eder. Eğer o eserin vücudu başkasından olursa o başkası bunu derk eder. Her mücerredin kendi zatına alim olmasını o zat için zait ve izafi bir sıfat olduğunu zannedenler aslında bir misdakın iddiacıları olmuşlardır. Bu akidenin gereksinimi de Allah Teala’nın kendi zatına alim olmaması ve ancak zait bir durumun tahakkukundan sonra kendi zatına alim olabilmesidir ki bu söz muhakkiklerin nezdinde çok kötü ve yersiz bir sözdür.”‌

Bu tevehhümün zulmetinden kurtulup basiret gözüyle bakman gerekir. Zira eğer ilim;  vücudu itibariye nefsi veya sureti ile bağımsız ve maddi hicaplardan ari mücerret bir varlık için hakiki veya hükümsel olarak hasıl olunan suret ise madde ve heyulanın hicaplarından beri ve tinselliğin ve takdisin en üstün mertebesinde bulunan Vacib’el-Vücud’un da kendi zatına alim olması gerekir. Dolayısıyla Allah Teala’nın ilmi, en kamil, en aydın ve en mukaddes ilimdir. Onun hakiki vücudu ile eşyanın vücudu arasında hiçbir tenasüp olmadığı gibi onun ilmi ile masiva ilimler arasında da hiçbir tenasüp yoktur.

“Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pekiyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”‌[5]

Beşeri akıl onu idrak etmekten acizdir. Düşünceler onun mukaddes zatını derk edemez ve beşeri evhamlar oraya giremez.

Meşrıki Hikmet

Bil ki Allah Teala’nın eşyaya olan icmali ve tafsili ilminin mertebeleri çoktur. Bu mertebelerden biri Bilinayet ilimdir ki Hakk Teala’nın mukaddes zatıyla aynı olup onun eşyaya olan ilmidir. Buna yalın akıl da denilmektedir. Yalın akıl icmalin nihai derecesidir ve tafsille işi yoktur. Muallim-i Sani, Şeyh’ul-Reis ve öğrencisi Behmenyar gibi Meşşai filozoflar ve taraftarlarına göre inayet; tafsili ve mütekesir ilim olup Allah’ın zatına zaittir. Mahalli de Allah’ın zatıdır. İlahi zatta form olduğuna inanmayan Revakkiler, taraftarları ve bilhassa Şeyh İşrak Hikmet’ul-İşrak kitabında eşya formaları ilahi zatta neşet bulduğu için inayetin ilahi zata zait olduğuna ve hiçbir mahallinin olmadığına inanmaktadırlar. Zira inayet; bütün eşyayı ihata eden yalın ilimdir ve kendisinden sonra gelen ve tafsili ilimlerin mucididir. İnayet; kendi tabiatları hasebince bu ilimden sadır olmuş eşya veya türlerin terbiye edicisi (Rabb’ul-Nev) gibidir. Yani bunlar ondan sadır olur, hulul etmez. Allah’ın sözü de buna işaret etmektedir: “Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez.”‌[6]

Bunun bir diğer mertebesi de kalem ve levhadır. Kalem; akli bir varlık olup eşyanın bütün formlarının akli bir suretle kendisinde bulunduğu Allah ile kul arasındaki orta yoldur. Bu da yalın akıldır. Ancak Hakk Teala vahit, hakiki ve mutlak yalındır ama bu kalemler müteaddit olup mutlak bir şekilde yalın değildir. İlahi kelam buna işaret etmektedir: “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın.”‌[7] Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır.”‌[8] Faal akılların hepsi kalemdir. Zira kalem vesilesiyle sayfalar ve levhalar yazıldığı gibi bu kalemlerin de işleri nefislerin levhasına ve kalplerin sayfalarına hakikatleri tasvir etmektir.

Taqrib


[1]Nur, 35

[2] Mülk, 14

[3] Yunus, 61

[4] İsra, 72

[5] Enam, 103

[6] Enam, 59

[7] Hicr, 21

[8] Münafikun, 7

Bilginlerin Düşüncelerinde Allah

Allah Nedir, Kimdir?

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)