Tarihi Temsîlî Kıssalar -2
Mesel, darb-ı mesel lafızlarıyla anlatılan tarihi temsîlî kıssalara da bir iki örnek vermek istiyoruz:
“Onlara şu şehir halkını misâl getir: Hani onlara elçiler gelmişti. İşte o zaman Biz onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.
Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz. (Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. “Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir” dediler. (Bunun üzerine onlar:) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, and olsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunûr, dediler.
Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.
Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi “Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz! Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir. Bana ne olmuş ki,, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum. Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin”.
Gir cennete! denildi. Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi”[6].
Allah’ın peygamberler aracılığıyla vermiş olduğu öğüt ve nasihatı dinlemeyerek O’nun irâdesine karşı çıkanların dünya ve âhirette kaybedeceklerini de bahçe sahiplerinin kıssasında zikredilir:
“Biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi. Onlar istisna da etmiyorlardı.
Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir afet bahçeyi sarıverdi de, bahçe kapkara kesildi.(Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsulünüzün başına gidin! diye birbirlerine seslendiler.
Derken: Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın! diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. (Evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler. Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler. Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız! İçlerinden en makul olanı şöyle dedi:
Ben size “Rabbinizi tesbih etsenize” dememiş miydim? Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler. Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. (Nihâyet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz. Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (O’nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz. İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!”[7].
Bu kıssada yer alan öğüt ve hatırlatma şudur: Allah bahçe sahiplerini bahşettiği nimetlerle imtihan ettiği gibi inkârcıları da nebevî risaletle imtihan etmiştir. Ayrıca bu adamlar, kendilerine doğru yolu göstereni dinlemedikleri, Allah'ın nimetlerine şükretmedikleri ve fakirleri mahrum bırakma şeklindeki taşıdıkları kötü niyetlerinden ötürü Allah'ın azabına ve belasına maruz kaldıkları için İlahî bir imtihanla karşı karşıyadırlar. Eğer kendilerine nasihat eden öğüt sahibi ve yol göstericiye kulak vermeyip, ona icabet etmez ve Allah'ın verdiği nimetlere şükretmezlerse onlar, aynı şekilde Allah'ın bela ve azabına maruz kalacaklardır[8].
Nuh (a.s.) Lut (a.s) karılarının, Firavun’un karısının ve Hz. Meryem’in kıssası da temsîl olarak zikredilmiştir:
“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misâl verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.
Allah, inananlara da Firavun’un karısını misâl gösterdi. O: Rabbim! bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.
İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi”[9].
SONUÇ
Kur’ân’da tarihi kıssaların yanı sıra temsîlî kıssalar, tarihi temsîlî kıssalar da zikredilmiştir. İnsanlara bir tenezzülat-ı ilahî olarak adlandırılan Kur’ân, insanlara mesajını ulaştırırken onların yani Kur’ân’ın ilk muhatap olmaları hasebiyle Arapların kullanmış oldukları beyan ve üslûbları kullanmıştır.
Araplar edebi sanatlarını gerçek ve vakıaya dayandırdıkları gibi örf ve hayal dünyasına da dayandırmışlardır. Bir takım hakikatleri veya düşünceleri hayvan ce cansız varlıkların diliyle dile getirmişlerdir. Kur’ân da bir takım hakikatleri, insanların gönülerine ve zihinlerine yerleştirmek için onların kullanmış oldukları bu üslûbları kullanmıştır. Bu üslûblardan biri de temsîldir. Temsîlî kıssalar da bu baptan sayılabilir.
[6] Yâsîn, 36/13–27.
[7] el-Kalem, 68/17–33.
[8] Derveze, M. İzzet, et-Tefsiru'l-Hadîs, Ekin Yayınları, İstanbul, 1998, I, 49.
[9] et-Tahrîm, 66/10–12.
Tarihi Temsîlî Kıssalar -1
Temsîlî Kıssalar