Âlem İlahî Nurdan Yoksun Kalmaz
Kurtuluş öğretisi, dinlerin, bilhassa tevhidî dinlerin belirleyici özelliklerindendir. Kurtuluş öğretisiyle doğrudan ilintili olan Kurtarıcı fikri, farklı dinlerde çeşitli şekillerde tekrarlanır. Kurak ve karanlık dünyaya terk edilen ve tabiî ve gayritabiî şerlerle, her şeyin ötesinde ölümle karşı karşıya kalan insan, var olduğundan beri tutunacağı ve sayesinde hayatın anlamını kavrayacağı bir dal aramıştır. İnsanın bu derunî ihtiyacı belli bir zaman dilimine özgü değildir. Geçtiğimiz asırlarda Hâfız, “Bu karanlık gecede maksadımı kaybettim / Çık artık bir köşeden ey hidayet yıldızı” derken çağımızın büyük şairi Nima, “Gece karanlığında seni bekliyorum…” der. Her şeyi akılla ölçüp biçmiş olsalar da dinî mütefekkir ve hakîmler de bu konuyu farklı bir şekilde ele alır, hidayet üzerinde dururlar. Daha açık bir ifadeyle, Zatullah anlayışlarına bağlı olarak onların düşüncesinde hidayet zarurî bir meseleye dönüşür. Bu anlayışa göre yeryüzü ilahî hüccet olmaksızın bir an olsun var olamaz. İslam mezhepleri arasında bu konuyu enine boyuna ele alan ve İmamet konusunun izahına özel ihtimam gösteren tek mezhep Şia'dır. Nitekim tarihe baktığımızda filozofların ve bilgelerin çoğunluğunun Şiî olduğunu görürüz.
Felsefe üstadı ve Şehid Beheştî Üniversitesi Bilim Kurulu üyesi Dr. Gulamrıza Avanî, İran'da felsefeyle ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. İran Felsefe ve Hikmet Kurumu'nun eski başkanı da olan Dr. Avanî çalışmalarında hep Şiî hikmet anlayışı üzerinde durmuş ve İslam teologlarının hikmetin mertebeleri olduğu görüşüne işaret ederek İslam öğretisiyle hikmetin birlikteliğini vurgulamıştır.
Dr. Avanî ile Müslüman bilgelerin İmamet ve Velayet konusuna yaklaşımları üzerine konuştuk ve özelde Hekîm Sühreverdî'nin bu konudaki düşünceleri hakkındaki görüşünü sorduk.
Müslüman hekîmler İmamet ve Gaybet konusunu nasıl ele almışlardır?
Kur'ân'da da açıkça beyan edildiği gibi Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusudur. Hz. Âdem'le başlayan nübüvvet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) ile son bulmuştur. Bu noktada akla şu soru gelir: Allah bundan böyle insanı yalnız mı bırakmıştır? İnsan her durumda bir hadiye, hidayet ediciye muhtaçtır ve Allah hüccetini herkese tamamlayacaktır. “Kesin delil (hüccet) Allah'tandır.” (Enâm, 149) Kur'ân'da şöyle buyrulur: “
Bizim rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da hidayet edendir.” (Ta-Ha, 50)
Bu şu anlama gelir: Her şeyi yaratan Allah'tır ama her şey yaratmakla bitmez. Yaratmanın yanı sıra hidayet de söz konusudur. Hidayet olmazsa Allah'ın yaratma fiili eksik kalır. Bu ayet, Allah'ın her şeyi yokluk sırrından varlığa getirdiği, sonra da hepsini hidayet ettiği anlamına gelir. Dolayısıyla nübüvvet Hz. Peygamber'le son bulmuştur ancak hidayet mutlak anlamında sona ermemiştir. Sona erdiği farz edilirse hilkat, yaradılış amacına ulaşmaz; hidayetin devam etmesi gerekir. Çünkü dinin batını hidayettir, peygamberler insanların hidayeti için gönderilmişlerdir. Bugün hâlâ hidayete ulaşmamış kavimler bulunmaktadır. Buna göre Müslüman hekîmlere (bilgelere) göre hidayet devam etmektedir. Fakat hidayet ne şekilde devam etmektedir? Velayet yoluyla. Dolayısıyla nübüvvet ve risalet sona ermiştir ama vahyin batını, nübüvvetin batını, risaletin batını olan İlahî Velayet sonlanmamıştır.
İmam Mehdi’nin(af)Zuhurunun Nişaneleri -1
Hz. Mehdi (a.s)ın Zuhurunun Altyapıları -1